Ben kalender meşrebim...
Tanıdığım bütün tekkaşlı kadınlar, kaşlarının ortasını alıyorlar. Demek ki tekkaş en azından bazı kadınlar için çirkin bir şey. Lakin aynı kadınlar Frida’yı çok güzel buluyorlar... Frida, malumunuz tekkaş… Demek ki tekkaş o kadar çirkin bir şey değil. Güzellik de karışık bir konu.
Koskoca Pisagor filan güzelliğin matematiğini çıkarmaya çalışmışlar ama pek kabul görmemiş. Güzellik, nihai olarak görünebilir bir şeylere bizim biçtiğimiz kıymetle ölçülebiliyor. Dolayısıyla kafamıza göre güncelleyebiliriz tanımını. Ve bana sorarsanız insanları bu tanımlama biçimine göre gruplamak, hobilerine ne bileyim bilgi düzeylerine ve siyasi görüşlerine göre gruplamaktan daha akıllıca olabilir. Doğrudan insanın içinden haberler alabiliriz. Guguk Kuşu’ndaki (pek çok verili tanıma göre güzel olan: Sarışın, açıkrenk gözlü, uzun boylu, simetrik yüzlü, fit) Mildred Ratched’ı güzel, Safiye Ayla’yı, Yoko Ono’yu çirkin bulan bizden değildir misal.
. . .
Biyolojik yahut evrimsel olarak güzelin peşindeyseniz olay bütünüyle üremekle ilgili. Köpeklerin havladığı, bebeklerin ağladığı insan grubunu çirkin diye kenara ayırabilirsiniz. Köpekler ve bebekler ortalamanın dışındakilerden korkarlar: Üniformalılar, uzun saçlı erkekler, kağıt toplayıcıları. Bütün hayvanlar üremek için baskın olan ortalamaya meyledermiş. Hatta türlerin bilgisayarla yüzlerini birleştirdikçe daha güzel yüzlere ulaşılırmış. Biyoloji profesörü Johan Koeslag güzellik için “Evrimsel olarak eşeyli canlıların kendilerini baskın olan yaygın ve ortalama şekle sokarak çekmeleri gerektiği bir anlam ifade eder.” demiş.
Quasimodo niye toplumdan dışlanmıştır? Çirkin, daha doğrusu ortalamadan farklı olduğu için. Quasimodo kadar iyi ve sempatik birisi nasıl çirkin olabilir oysa?
Dünyanın hali ortada olduğuna ve ortalama insan buna pek ses etmediğine göre bu “ortalama”da bir problem olmalı. Bu anlamda “verili tanımlara göre” çirkinden yana saf tutmak gerekmez mi?
Bir yandan da ortalamadan farklı olmak hakikaten çok yorucu bir şey. Karaköy’de birkaç aşşağılık lümpenin saldırısına uğramıştım. Ve yüzüm bir kaç ay için ortalamadan sapma göstermişti. Tabii ben kendi yüzümü görmediğim için günlük hayatıma aynı şekilde devam ettim. Tanımadığı insanlarla sık muhabbet eden (belki biraz fazla) sosyal birisi olarak hayatım çekilmez olmuştu. Bir anda normalde çabucak kalplerini kazandığım çocuklar, kadınlar, erkekler hatta köpekler ve kedilerle çok zor ilişki kurabilir olmuştum. Kaçıyorlardı. Normalde de bir Sean Connory sayılmam ama ortalama olmanın konforunu, “seni seviyorum çünkü sen farklısın” lafındaki riski oracıkta anladım.
İşte bu yüzden güzellik-çirkinlik mevzuu derin. Yani, erkek tavuskuşu dişi tavuskuşudan elbette güzeldir. Aksini söyleyen ilginç olmaya çalışıyordur. Ama erkek tavuskuşlarının hangisinin güzel olduğu biraz daha karışık bir iş.
İnsanlar için daha da karışık. Örneğin “güzel kadın” algısı. Bunun derisi kaburgasına yapışmış soluk benizli kadınları kedi gibi yürütmekle bir ilgisi olduğunu sanmıyorum.
HDP’li vekile çirkin diyen AKP’li vekili hatırlayın. Kelini örtmek için öndeki üç tutam saçını demokratik bir özenle yaymış bir zattı kendisi. Fotoğraflarında şekilli çıkabilmek için bir pozlar, edalar… (Zaten politikacı ırkı fotoğraflarda enerjik ve özgüvenli görüneceğim diye şekilden şekile girmekten çatlayacak bir gün.)
. . .
Sosyal medya fenomeni olmak için uzun zamandır çabalayan bir delikanlı Aslı Erdoğan’la Elif Şafak’ı karşılaştırmaya kalkışmış. Efendim Elif Şafak güzel olduğu için zenginmiş ve el üstünde tutuluyormuş. Aslı Erdoğan ise çirkinliğinden sebep kendini topluma kabul ettiremiyor ve en marjinal ve uç yollarda siyasete angaje oluyormuş. Bu “marjinal ve uç” (ucundaysa zaten aynı zamanda marjındadır, takılmayalım) yolların barış istemek olmasını bir kenara bırakalım. Toplumdan kabul konusu daha komik. Bırakın vasatlıktan çatlayan toplumdan kabul görmeyi dünyanın en seçkin topluluklarından CERN’de kabul görecek kadar muteber bir kadının başarı hikayesini çirkinliğine ataşlamak hakikaten ancak zavallıca ilgi çekmek için yapılabilir. Kaldı ki Aslı Erdoğan o kıytırık toplum normlarına göre dahi güzel bir kadın.
Aynı gün gazetemiz Duvar’da bir haber daha gördüm. Asya Ramazan Antar 19 yaşında Kobane’de barbarlarla savaşırken ölmüş bir YPJ’li kahraman. BBC’den çevirilme yazı, bu güzel kadının “Kürt Angelina Jolie” diye sunulmasına haklı olarak karşı çıkıyordu.
YPJ’li kadın savaşçılar Batı’da epeydir magazinel düzeyde de ilgi çekiyor. Sadece kahraman ve özgüvenli değiller çünkü. Aynı zamanda vakitlerini bulundukları yere (temizlik, yemek vb.) ‘hizmetle’ geçirmiyorlar. Direnişin göbeğindeler. Komuta ediyorlar. Ve tabii, güzeller. Güzeller güzel olmasına ama neden güzeller? Hiçbiri bir deri bir kemik donuk bakışlı soluk benizli olmayan normal insanlar oysa. Sebebi çok açık: Batı’nın filmlerde yaratmaya çalıştığı kadın Rojava’da günlük hayatın parçası.
Tabii burada duralım. Angelina Jolie'nin işi güzel olmak ve oyunculuk yapmaktır. Toplum normlarına göre güzel olmak bütünüyle rastlantısal, oyunculuksa bir iştir. Angelina Jolie'ye en fazla işini iyi yapıyor denebilir. Bu hanımefendiyle bir husumetim yok. Ama kendisinin para içinde yüzüp sosyal sorumluluk projesi olarak da Afrikalı evlatlar edindiğini görecek kadar magazin takip ediyorum. Asya Ramazan Antar’la, onun gözlerine sinmiş iyilikle, tevazuyla, cesaretle, kahramanlıkla, güzellikle Jolie’nin nasıl bir alakası olabilir?
Hakikaten yüz işi gönül işi olabilir. Bir gülümseyerek gözaltına alınan bizim çocukların, Paramaz’ın, Berkin’in, Kaypakkaya’nın, Deniz’lerin yüzüne bakın, bir de Rıza Zarrab’ın, darbeci generallerin, işkenceci polislerin, muktedirlerin filan...
Çirkinlik-güzellik belki de “doğamızda olduğu gibi” standarttan uzaklaşmaya göre, kaşın gözün konumuna göre değil, yılların yüze yerleştirdiği ifadeye ve başka bir çok şeye göre değerlendirilmelidir. İşte bunun için Guguk Kuşu’ndaki hemşire çirkin, Safiye Ayla güzeldir. Asya Ramazan Antar’la Angelina Jolie aynı klasmanda değildir.
Bu yazıyı müsaadenizle bir tanrıya, babası Şiva tarafından kıskançlık eseri çirkin olsun diye fil başlı yapılan fakat Şiva’dan açık ara daha çok sevilen Gana Pati’ye, onun sempatikliğine, güzelliğine ithaf ediyorum...