Taklit etmenin büyük coşkusu
Öğretmenin gene aynı tutarlılıkla geç geldiğin günlerden birinde, sınıf arkadaşlarınızdan biri Süleyman Demirel taklidi yapıyor tahtanın önünde. Tahtanın önü en stratejik yer; kimse civarında kavga etmiyorsa, sahne de orası, arena da. Vezir vüzera da olabilirsiniz, rezil rüsva da...
Kelime Arapça; k l d mastarından oluşmuş. Mukallit de aynı kökten, taklit eden demek. Taklit, aynını yapmaya çalışmak, o olmayı hayal etmek, güldürü gayretiyle mübalağa etmek. Var olanın gölgesi.
Vakit geçiyor ama zaman geçmiyor, günleri o günler. Kasabanın kışının ölüm kustuğu, yazının yanıp yandırdığı, klimaların hayal bile olmadığı zamanlar. O kış doktora dereceli adeta; içlik, yün çorap, kalın kadife pantolon, atlet, kazak, önlük, süveter, gocuk hepsi üst üste. Kollarını böbrek nahiyene ulaştıramadan yürüyorsun sokakları. Sokaklar az evvel çok kalabalıkmış da, sen sokağa çıktığın anda herkes ilk bulduğu yere saklanmış tenhalığında. Her an gürültü bekleyerek yürüyorsun. Olmayan bu gürültüyü beklemek için de doğru yaşta değilsin. Çocuksun.
Evden çıkıp hafif yokuşu iniyorsun, solda sıvası tamamlanmamış komşu evinin önünden geçtiğinde köpek korkusu sarıyor gene içini. Seher vaktinde köpeklerin daha saldırgan olduğunu düşünüyorsun bir daha, geceleri ise canavara dönüşüyorlar sana göre. Henüz geceleri o canavarlarla karşılaşmadın, ya arabaları kovalarken korkarak camdan baktın ya da çok uzaklardan havlamalarını, ulumalarını duydun kilondan daha ağır gelen yorganın altına kıvrılmışken.
Cami solunda yürürken ileride bütün ailenin okuduğu ilkokula bakıyorsun. Orada okumak istiyorsun; seher vakti o zalim soğukta yol tepmek yerine tam karşında kalan bahçedeki birkaç cılız ağacı geçmek ve ilk gördüğün sınıfın sobasına sarılmak istiyorsun. Niye bunca yol gittiğini, neden o okulda okuman gerektiğini anlaman için vakit var. Şimdi olsa, yine de o cılız ağaçların yanından yürüyüp yakındaki okula gitmek ve mümkünse teneffüs vakitlerinde bile eve koşmayı tercih ederdin. Ev dediğin sıcak yere verilen isim çünkü.
Bir köpek kalbi görmüştün. Ezilmiş bir köpeğin, kalbi olduğunu sandığın ve soğukta üstünden duman tüten et parçası. Hiç unutmadın.
Bütün köpeklerin ve bütün soğukların ardından varıyorsun okuluna. Karşıdaki bakkaldan bir kek, bir de süt kahvaltı niyetine. Alışkanlıkların var; merdivenlere başlamadan sütü açmış, merdivenleri çıkarken keki ambalajından çıkarmış oluyorsun. Sınıfa giresiye dek ikisi de bitiyor. Sınıfta hep aynı kış kokusu. Üst üste binmiş paltolar, yanmakta güçlük çeken bir soba, az önceki itişmelerin çok uzağa gitmediğini ima eden bir toz kokusu ve haşır huşur defter kitap kokusu.
Öğretmeniniz tutarlı gecikenlerden; geç geliyor ama hep aynı saatte geldiğinden, kendi saatini kendi belirlemiş oluyor. Siz de her gün aynı saatte gidip beklemeye ve “Bu defa belki erken gelir” demeye başlamış oluyorsunuz. Sevimli hüsran; gelişi geciktikçe hayhuy artıyor, gelmesine yakın doruğa çıkıyor ve tutarlı gecikmesiyle öğretmeniniz koridorun başından seçiliveriyor. Kapıya yakın sırada oturan arkadaşınız uyarıyor her defasında sırasına üç defa vurarak. Üçüncü vuruş bittiğinde herkes yerine geçmiş, öğretmeniniz de toz kokulu sınıfın hıncahınç sessizliğine varmış oluyor.
Öğretmenin gene aynı tutarlılıkla geç geldiğin günlerden birinde, sınıf arkadaşlarınızdan biri Süleyman Demirel taklidi yapıyor tahtanın önünde. Tahtanın önü en stratejik yer; kimse civarında kavga etmiyorsa, sahne de orası, arena da. Vezir vüzera da olabilirsiniz, rezil rüsva da. Bu arkadaşınız vüzera kısmına talip, herkes de pürdikkat onu izliyor. Gülüşmeler başlıyor bile, cûş û hurûşa gelen vüzera arkadaşınız elinde hayalî bir fötr şapka varmış da, halkı selamlıyormuş gibi yapıyor. Ve alkışlar.
Çok kıskanıyorsun. Haset değil, kin değil, çekememek değil. Derin bir orada olma isteği. Daha da derin bir “Ben başarmalıydım” iç geçirmesi.
Uyandın, sıvasız evi geçtin, köpekten korktun, ferahlığa vardın, yakın okulda olmadığına az biraz hayıflandın, üşüdün, kek ve süt aldın, merdivenlerden çıkıyorsun. Girdin sınıfa. Sahne senin olacak, dün gece uyku öncesi planladın durdun. Sağa döndün, sola döndün, yüzüstü sırtüstü hep bu ânı düşündün. Şimdi sahnedesin. Tozlar var uçuşan, aksi gibi güneşli gün. İçerisi kış kokmuyor o kadar. Kış kokmalıydı. Olsun, moralini bozmuyorsun.
Turgut Özal taklidi yapmaya başlıyorsun. Daha önce denemedin, ilk defa burada, bu kara tahtanın önünde, kara önlüklerinle taklit ediyorsun. Kerterizin Demirel olduğundan ve o taklitten başka bir şey yapman gerektiğini düşündüğünden, ufkun Özal’a kadar gidebilmiş. Müthiş başarısızsın. Önce birkaç kişi kitabına dönüyor, sonra kimileri kendi arasında konuşmaya başlıyor, nihayetinde herkesin dikkati dağılıyor. Sesin giderek küçülüyor, boynunu büküp sırana geçiyorsun.
Onar dakika sonra unutuldu belki, belki bir teneffüs iki teneffüs konuşuldu, birkaçı güldü de hatta belki ama sen hiç unutmadın. Taklit etmenin büyük coşkusunu ve görkemli rezilliğini neredeyse hiç unutmadın. Şimdi, Nasser Shemma’dan ud taksimi dinlerken de. Dün Le Trio Joubran dinlerken de.