YAZARLAR

Nice unvanlar gördüm...

Ben nice güzel insanlar gördüm, hiçbir unvanı yok. Nice güzel unvanlar gördüm, sahibinde insanlık yok.

Çocukken, bir doktor komşumuz vardı: Doktor Hayri Bey... Büyükler ona “Doktor Hayri Bey” (ya da kısaca “Doktor Bey”) derdi, küçükler de “Doktor Hayri Amca.” Yüz yüze ya da arkasından konuşmak fark etmezdi. O hep doktordu. Bahçe bakımı, karpuz seçerken dikkat edilecek noktalar, havaların soğumasının mangal yakmaya etkisi hakkında konuşulurken bile, hep doktordu.

Bir de “Müdiranım” vardı. Kadının adını hiç öğrenemedim çünkü o da hep “Müdiranım”dı. Bahçesinde oynadığımızda bağırırdı, balkona astığı patlıcanları çaldığımızda bağırırdı bu “Müdiranım Teyze.” Ne müdürü olduğunu bilmezdim ama saygı duymam gerektiğini bilirdim. Başka teyzelerden farklıydı. Teyzelerin müdürüydü.

Dünyada merak etmeden, sormadan, yorulmadan, hiç çaba harcamadan öğrenebildiğimiz tek şey bu olsa gerek: Unvanlar.

Kapı zillerine bakarken, pazarda alışveriş yaparken, kahve içerken, tatil yaparken, bayram tebrik eden mesajı okurken aniden, birilerinin avukat, profesör, albay, mimar, mühendis, aşırı yüksek mühendis, halay başı, lord, leydi, dük, şövalye, imparator, elf prensesi olduğunu öğrenebiliyoruz.

Düşünün ki, bir düğünde havalı bir amcayla aynı masada oturuyorsunuz. Amca, en tok sesiyle “Merhabalar, ben Kardiyoloji Uzmanı Profesör Doktor Bilmem Kim” diyerekten kendini tanıtıyor. İşte böyle durumlarda, ben bu bilgiyle ne yapacağımı şaşırıyorum. Daha mı dik otursam, kalp sağlığıyla ilgili soru mu sorsam yoksa tebrik mi etsem; bilemiyorum.

Birkaç saat sonra, bu uzman profesör doktoru, kravatı kaymış bir şekilde “Haydi lili lili yar” şarkısı eşliğinde göbek atarken görünce de bunalıma giriyorum.

Anlayışlı olmaya çalışıyorum çünkü unvan sahibi olmak zor iş.

Herkes yatarken, onlar okuyor. Herkes uyurken, onlar uyanık. Herkes eğlenirken, onlar çalışıyor. Sonra doğal olarak, emek emek kazandıkları unvanlarına aşık oluyorlar. Olabilir.

Buraya kadar sorun yok. Sorun, insanların kendilerini o unvanın içine hapsettiklerinde, sadece o unvanla var olduklarında başlıyor.

Bunun en muhteşem örnekleri ise, en beklenmedik yerde, akademik dünyada var. İstatistiklere göre, yüksek unvanlara sahip olanların her cümleye “ben” diye başlaması, daha “alttakilerden” %93 daha fazla. (Bu istatistiğin kaynağını veremiyorum çünkü uydurdum ama bir araştırma yapılsa, bundan daha yüksek çıkar, eminim.)

Bir sürü yerde çalıştım, hayatımda hiç akademideki kadar unvan aşkı, unvan savaşı, fil tepişmesi ve çimen ezilmesi görmedim.

Bilim üretmek, doğruları aramak, eğitim vermek, geleceğe ışık tutmak gibi “ulvi” amaçlarla yola koyulanların daha özgüven sahibi, daha rahat, daha olgun olmasını; kendilerini bu kadar ciddiye almamasını beklerken, bir de ne göreyim?

“Saksı değilim ben! En çok bana soracaksınız!” diye dolaşanlar, adını bilmesine rağmen, asistanına “Neydi senin adın?” diyenler, tartışmaya “Bir saniye yalnız! Karşında profesör var!” şeklinde akademik katkıda bulunanlar, haksızlığa uğrayan meslektaşına, daha önceden “kavgalı” oldukları için destek vermeyenler, daha az unvanlıyla aynı asansöre binmek istemeyenler, en önde yer ayrılmadığı için mezuniyet törenini terk etmek isteyenler, küçük dağları yaratanlar, enginlere sığmayıp taşanlar...

Ezenler, ezilenler, bıkanlar, bıktıranlar... Bir sürü mutsuz insan.

Her şeyle barışık, tatlı tatlı işini yapan, üniversite dışındaki hayatıyla da kendini var etmeyi başarmış unvanlılarda da bir “of, uğraşılmaz bununla”cılık. Uğraşamıyorlar çünkü onlarla aynı dili konuşamıyorlar. Birtakım yabancı dilleri biliyorlar ama “unvanca” bilmiyorlar. Egosu şişman insanlarla aynı odaya sığamıyorlar.

Memlekette akademisyenlerin çektiği bunca çile yetmiyormuş gibi, okul içinde de hep bir “mini Türkiye” havası.

Böyle durumlar olduğunda, hep merak ediyorum: Bu yüksek unvanla var olanlar, evde yemek yandığında, yemeğe de bağırıyorlar mı mesela? Yeni doğmuş bir bebek, üstlerine kustuğunda “Hop bebek! Karşında bir profesör var!” diyorlar mı? Evi böcek basarsa, “Benim sizinle aynı ortamda bulunmam mümkün değil böcekler!” diyerek, evi terk mi ediyorlar? Üniversitenin dışındaki hayat nasıl gidiyor?

İnsan kendini bu kadar ciddiye aldıkça, karşısındakinin onu ciddiye alma ihtimali düşüyor. O kadar zamana, emeğe, uykusuz geceye, yazılan yazıya, okunan kitaba yazık oluyor.

Ben nice güzel insanlar gördüm, hiçbir unvanı yok. Nice güzel unvanlar gördüm, sahibinde insanlık yok.


Reyya Advan Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 13 yıl, İstanbul’da çeşitli uluslararası reklam ajanslarında, reklam yazarlığı yaptı. Çocuk hikâyeleri ve masallar yazdı. İstanbul’un trafiğine ve nem oranına daha fazla dayanamayarak, Ankara’ya geri döndü. 2009’da, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Reklamcılık, yazarlık, sunum teknikleri gibi alanlarda dersler veriyor. Kurbağalara olan abartılı ilgisi dışında, normal bir insan.