Sonsuz, var olan aptalların miktarıdır
Bugün iktidar partisine oy veren 'Öbürleri gelirse yatacak yerimiz yok' diyerek oy veriyor. Gerisine oy verenler 'Bunlar kalırsa yatacak yerimiz yok' diyerek oy veriyor. Kimse neye oy verdiğine bakmıyor bile. Herkes yatacak yerinin derdinde...
Bütünüyle analitik bir dünya neye benzerdi bilemiyorum. Ama bu kadar irrasyonel bir dünyanın rahatsızlık verici olduğu kesin.
Kolombiya’da barış reddedildi. Düşünsenize 52 yıl boyunca 260 bin kişi ölüyor, 6 milyon kişi evinden oluyor ve birileri bunun durmasını reddediyor. Metin Yeğin Duvar’da durumu tane tane anlattı. Anlattıkları durumu açıklıyor elbette. Ama başa dönelim. Düşünsenize 52 yıl boyunca 260 bin kişi ölüyor, 6 milyon kişi evinden oluyor ve birileri bunun durmasını istemiyor. Neyse ki FARC ve hükümet barışta ısrarlı.
İşte bu olayla birlikte Kolombiya’da barışa hayır diyenlere hep beraber sinirlendik. Sevinen yahut süreci görmemezlikten gelen sağcıları, ulusalcıları saymıyorum.
Kolombiya'da (FARC’da) Kürt olmadığı için barış sürecinin bozulmasına sinirlenmek kolay oldu tabii. Oysa çok yakın zamanda bizde de bir barış süreci bitirildi. Arkasından kan geldi.
Ben, bu yazıda bir miktar “Ne olacak bu halkların hali?” meselesine değinmek istiyorum.
Halkların aptallığı konusunda ilk emare değil tabii barış süreci bozmak. ABD’de Bush’ların defalarca seçilmesi inanılır şey mi? Şimdi de Trump isimli bir zibidi milyonlarca oy toplayacak, belki başkan olacak. Hoş Obama’dan Clintonlar’a öbür tarafta da Gramsci’ler oturuyor sayılmaz.
Avrupa’yı turlayalım mı? Sol göstererek gelen ve sağdan sağdan kürekle vuranlardan mı başlayalım? Yoksa Merkel’i dahi solda bırakan “kendi arasında sosyal, kendine demokrat” politikacılardan mı?
Halkların oy verdiği politikacıları dizin tek sıra pek çoğuna rakı sofranızda bir kaç saat katlanamazsınız. Yalanı talanı çıkarı cinayeti bırakın bir kenara pek çoğu yaratıcılığa uzak ve sıkıcıdır. Bu sofrada istenmeyen insanlar gazoz kapağıyla değil, kanlı canlı, günlük hayatını sürdürebilen insanların oylarıyla ülke yönetiyorlar. (İstisnalar var tabii. Justin Trudeau nidaları yükseliyor olabilir bir yerlerden. Hoş ben onunla da rakı içmek istemezdim, ayrı.)
Türkiye’de durum daha da beter. Başından beri. Bugün iktidar partisine oy veren “Öbürleri gelirse yatacak yerimiz yok” diyerek oy veriyor. Gerisine oy verenler “Bunlar kalırsa yatacak yerimiz yok” diyerek oy veriyor. Kimse neye oy verdiğine bakmıyor bile. Herkes yatacak yerinin derdinde. İlke, izan filan sözlüklerde ilgisizlikten sürünen kelimeler.
Politikada mı sadece? 1989 yılında Almanya’ya gittiğimde o Bach’tan Karlheinz Stockhausen’a hatta Die Toten Hosen’a her türden mükemmelliği yumurtlayan Almanya, kitleler halinde (bir çeşit Ajdar-Serdar Ortaç karışımı olan) David Hasselhoff için ölüp ölüp diriliyordu. Travmam yeni yeni geçiyor.
Popüler kitapları, filmleri ve insan seçimine dayanan pek çok şeydeki saçmalığı siz dizin buraya. Yediğimiz içtiğimizden devlete, medyaya nelere nelere katlanıyoruz da sesimiz çıkmıyor. Tohumlar, ormanlar, hayvanlar tükeniyor da sesimiz çıkmıyor. İş cinayetleri, erkek cinayetleri ve tacizleri, şu son bir yılda olan biten şeyler, bütün bunlara rıza göstermek aptallık değil de nedir?
Bu arada insanlar (bir yandan e-posta atmayı becerebilip, CERN takip eden hatta bizzat CERN’de olan kısmı dahil) büyük oranda suyun üzerinde yürüyen insanlara, cinlere, homeopatiye, astrolojiye, telekineziye, ruh çağırmaya en azından fal bakmaya inanıyor.
Yahu yetişkin, Bach dinleyip erkek şiddetiyle devlet zulmüyle savaşan, hayatı analitik bir perspektifden yaşamaya çalışan Das Kapital hatmetmiş materyalist arkadaşlarım var Milli Piyango bileti alan. Milli Piyango’dan büyük ikramiye çıkma ihtimalinin homeopati ilacındaki aktif madde kadar olduğunu biliyorlar üstelik.
Hepimiz, yani ben sen o biz siz onlar, Einstein, Edith Piaf yahut Karl Marx belli alanlarda, şeylerde, durumlarda aptalız. Hiç kimse aptallıktan azade değil. Einstein “İki şey sonsuzdur, insanoğlunun aptallığı ve evren. İkincisinden o kadar emin değilim.” derken bundan bahsediyordu. Keza Voltaire de “Kendini akıllı sanan herkes aptaldır” lafını boşuna söylemedi. İncil bile “Sonsuz, var olan aptalların miktarıdır” diyor yahu.
Bu aptallığı kabul edelim ki başka birilerine aptal demeden biraz duralım. Ve tabii aptallıktan uzaklaşmaya çalışalım. Aptallıktan uzaklaşma süreci sanırım “aklın yolu birdir” safsatasından kurtulmakla başlıyor. Aptallıkların yahut akılların bir arada yaşamasını öğrenmek bir zorunluluk.
Velhasıl son olarak bir kıymetli bir nüans var anmak istediğim. Halklara aptal demek marifet değil. Aptallıklara aptallık demek marifet. Halklara düşmanlık edemeyiz. Halk dediğin biziz. O aptallıkların pek çoğunu yapan olan biziz. Kolombiya halkı aptal değildir. Barışı reddeden Kolombiyalılar aptallık etmiştir. Tıpkı Annan Planını reddeden Rumların aptallık etmiş olmaları gibi. Yahut, Türkiye’de barışı savunamayan, bütün bu olan bitene sessiz kalanların aptallık ediyor olmaları gibi.