Artık gel ne olur ömür bitecek
Hanedan Cafe'den yükselen bir yorum, Fatih Terim'in Arda olmadan da başarıya ulaşma konusunda kendisini kanıtlamaya çalıştığı yönündeydi. Şimdilik çekirge 2 kere sıçradı. İzlanda karşısında da sıçrayabilecek mi pazar günü bunun cevabını alacağız.
BERLİN-KREUZBERG Berlin'deyken Türkiye'nin maçını izleyeceksem muhakkak bir Türk işletmesi bulmam gerektiği ilk günden beri aklımdaydı. Berlin'de yaşayan arkadaşlarıma sordum. 3 yer söylediler. Biri Narr Cafe, biri Türkiyemspor Kafe diğeri de Kotti Sport Bar. Hiçbirinde izlemedim. Buluşma kararı verdiğimiz Narr Cafe'ye gittiğimde içeride hafif bir müzik eşlğinde bir sevgili çift şarap içiyor, 50'lerinde bir beyefendi de barda oturmuş tütün sarıyordu. Televizyon olmadığı gibi maça dair bihaberdi kasada duran ağabeyimiz. Selamımı verip maçı izlemek istediğim için başka bir yere gideceğimi söyledim. Geç kalmamak için atladığım taksideyken sağı solu gözetlemenin yararını gördüm de aklıma hemen yan sokaktaki Hanedan Cafe'ye gitmek geldi.
Adımımı attım ve “işte bu” dedim. Girer girmez beni kapıda karşılayan ufak bir bar masası, arkasında bakır çaydanlıklar, rakı, duvarlarda çerçevelenmiş Beşiktaş Çarşı posteri, Trabzonspor , Fenerbahçe ve Galatasaray tuvalleri, dövme bakırdan yapılmış İstanbul ve Berlin siluetleri , sağda 2, solda 5 adet okey ya da iskambil oyunu oynamak için hazır bekleyen masalar ki 5 tanesinde oyunlar oynanıyordu bile, masalarda çaylar, söndükçe yenilenen sigaralar vardı. İçerisi silme erkek iken ortamdaki tek kadın ise bar çalışanıydı. Maçı izlemek için tamamen aklımda kurguladığım duman altı, okey oynanan bir Türk kahvehanesindeydim işte. Tek fark masalardaki örtüler yeşil değil de, koyu pembe bir renkteydi.
Kendime bir köşe seçtim, bir çay söyledim. Bu sırada maç başlamış, muhtemelen de dükkanın sahibi olan ağabeylerin masasına oturmuştum. Maçı izleyen masa sayısı 2 idi. Diğer herkes önündeki ıstaka ya da elindeki kartlarla ilgileniyordu. Yanımdaki ağabeyler pür dikkat maçı izlerken ilk 10 dakika dolarken, “Bizimkiler topla oynayamadı. Top hep Ukrayna'da.” yorumunu yaptılar maç için. Hak vermemek elde mi? Türkiye uzaklardan şutlarla kaleyi deneme girişimlerinde bulunmaya gayret etse de Ukrayna oyunun hakimiydi. Ozan ve Mehmet Topal ikilisi oyun kurmaktan çok uzaktılar. Hakan Çalhanoğlu bu görevi üstlenememişken Emre Mor'dan da fazla bir şey beklememek lazımdı. Uzun zaman sonra takıma çağrılan Ömer Toprak'ın kendisinden hiç beklenmeyen hamlesi sonrası Ukrayna'nın kazandığı penaltıda kahvedekilerin kafası hafifçe televizyona doğru döndü. Bir yandan eldeki taşları doğru dizmeye gayret ederken diğer yandan da penaltı atışını izliyorlardı ve top ağlarla buluşunca “Peeh...” sesleri yükseldi. Okey atmamıştı kimse, gole de şaşıran ya da üzülen pek yok gibiydi. 3 dakika sonra gelen golde de “Fatih Terim çoluk çocuğu takıma toplamış, maça ağırlığını koyan yok!” yorumu geldi yanımdaki ağabeyden.
Türkiye biraz hareketlenmeye başladı ve sunucu Melih Gümüşbıçak'ın sesi yükselince gözler ekrana döndü ve Emre Mor'un 33. dakikadaki pozisyonuna, en nazik şekilde aktarmak gerekirse “Penaltı versene ulan hakem” sesleri tek ağızdan yükseldi. Devrenin sonuna doğru Emre Mor'un sağdan bir kaç dakikalık yarattığı bireysel girişimlerle ataklar bir de Hakan Çalhanoğlu'nun serbest vuruşu heyecan yarattı. Hırvatistan maçında olduğu gibi devrenin sonunda gelen golle umutlar arttı. İlk yarı Hanedan Cafe'de yer yer yükselen okey taşı sesleri, yer yer yükselen Fatih Terim eleştirileriyle son buldu.
Devre arası milli takımın aradığı galibiyet için söylercesine Neşe Karaböcek'ten Artık Gel Ne Olur Ömür Bitecek şarkısını dinleyerek geçti. Konya'da ise sahadaki Osmanlı İmparatorluğu Takımı'nın maçı olduğu için olsa gerek Mehter Marşı'nın zurnası kulakları çınlatıyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nun evrenselliğine(!) uygun bir şekilde Fatih Terim de 2 Almanya doğumlu oyuncu Tolga Ciğerci ve Kaan Ayhan'ı oyuna aldı. Devrenin başında da golü bulmaya Kaan ile çok yaklaştı Türkiye, akabinde de Ukrayna. Maçın kopma dakikasını böyle geçirdik Hanedan'da.
Orta sahayı Tolga ile üçlemek Türkiye'nin lehine olmuştu. Oyunu yarı sahaya yıkınca atak sayısı da özgüven katsayısı da arttı. Hakan'ın sürüklediği topta Cenk Tosun'un nefis füzesi sol direkten döndü. Hemen ardından da Ukrayna'nın atağında Volkan Babacan'ın nefis kurtarışı maçın ikinci kopma dakikası oldu. 80. dakikada Cenk en iyi yaptığı şeylerden birini yapıp sırtını rakibe yaslayınca Ukrayna savunmasını hataya zorladı ve kazanılan penaltıyla skor 2-2'ye geldi. Hanedan Cafe ahalisini basan heyecan gibi Fatih Terim de heyecandan maça başladığı takım elbisesinden, devre başında çıkardığı kravatının ardından ceketini de üstünden atmıştı. Fakat 2-2'lik sonuç değişmedi. Uzatma dakikaları yüksek heyecanla geçse de duran toplar dışında Türkiye'nin pek varlık gösteremediği aşikardı. Türkiye mi coşkulu oynadı, Ukrayna mı geri çekildi bunun üzerine iyi düşünmek gerek. Özellikle de 2 maçtır geriye düşmeden oyuna hakimiyet kuramama sorunu Fatih Terim'in çözmesi gereken en büyük sorun.
Fatih Terim maç öncesi basın toplantısında Arda Turan'ı neden milli takıma almadığı konusunun sorulmamasını isterken takımdaki genç oyuncuların bu konudan etkilendiğini söyledi. Maç biterken aklımda cevapsız kalan soru şuydu: Fatih Terim, Arda'yı neden kadroya almadığını açıkça söylese ve “Bu çocuklara güveniyorum, yoluma bu ekiple devam edeceğim” sözleriye takıma çağırdıklarına güven aşılasa, maçın ilk yarısında daha güvenli bir Milli Takım izler miydik? Hanedan Cafe'den yükselen bir yorum, Fatih Terim'in Arda olmadan da başarıya ulaşma konusunda kendisini kanıtlamaya çalıştığı yönündeydi. Şimdilik çekirge 2 kere sıçradı. İzlanda karşısında da sıçrayabilecek mi pazar günü bunun cevabını alacağız.