Bağlar
Esas mesele kopardığımız göbek bağının yerine kendi özgür irademizle hayat ipleri kurmak. Sonra da o iplere tutunmak. Güvenmek. İtimat etmek. Nasıl zor değil mi? Hayat bağıyla başlarsın ama yaşamaya. Bir anlam bulma gayretiyle. Değer bir şeyler bulmak için bu hayatta tutunmaya.
Modern zaman korkumuz oldu bağlanmak. Kelimenin tek hayırlı kullanımı, internet bağlantısının iyi olması yönünde! Ama iş bir şey birine bağlanmaya geldiğinde, tehlike çanları çalıyor hemen çoğumuzda. Bağ demek kendini, kalbini açmak demek ne de olsa.
Bağlanmamayı kendine şiar edinmiş bir kitle var. Onlarınki kesin karar. Gücünü kaybetme olarak kodlamışlar bir kez. Onlarla birlikte olmak misal, balığın ellerinin arasından kayması gibidir. Onlar kayar gider, sen düşmüş olursun.
Bir de yaralılarımız vardır. Hayatın tornasından çokça geçenler. Düştüğünde çatlayan kaburga kemiğinin sesini duymuş olanlar. Kalbin zonklayan bir organ olduğunu etinde tatmış olanlar. Kayan balıkların derin denizleri olmuş ve aptal yerine konmaktan bir hayli bıkmış olanlar. Çünkü bağlanmanın en az ilişkili olduğu durumdur aptallık. Sadece kapitalist sistemimiz bize bunu böyle yaşatır. Enayilik dayatır hırpalanmış, örselenmiş kalplere.
ÇOCUK KUDRETİ, DELİ CESARETİ
Hadi işin özünü itiraf edelim. Bağlanmak güç ister, cesaret ister tam tersi. Çocuk kudreti, deli cesareti ister hem de. Antoine de Saint-Exupéry’nin ‘Küçük Prensi’nin çocuklardan çok yetişkinlerin başucu kitabı olarak kuşaklardan kuşaklara devrolunması rastlantı olabilir mi? Hele de şu Küçük Prens’in tilkiyle karşılaştığı bölüm: “İşte o sırada bir tilki çıkıverdi ortaya. ‘Günaydın’ dedi tilki. ‘Günaydın. Gel, birlikte oynayalım. Öyle mutsuzum ki’ dedi küçük prens. ‘Seninle oynayamam’ dedi tilki, ‘ben evcil bir hayvan değilim.’ ‘Buna çok üzüldüm’ dedi küçük prens. Ama biraz düşündükten sonra: ‘Evcil ne demek?’ diye sordu. ‘Bu pek sık unutulan bir şeydir. ‘Bağ kurmak’ anlamına gelir.’ ‘Bağ kurmak mı?’ ‘Evet. Örneğin, sen benim için sadece küçük bir çocuksun. Diğer küçük çocuklardan hiçbir farkın yok benim için. Sana ihtiyacım da yok. Aynı şekilde, ben de senin için dünyadaki yüz binlerce tilkiden biriyim sadece. Bana ihtiyaç duymuyorsun. Ama beni evcilleştirirsen eğer, birbirimize ihtiyacımız olacak Sen benim için tek ve işsiz olacaksın, ben de senin için… Sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin’ dedi tilki. “İnsanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. Her şeyi dükkândan hazır alırlar. Ve arkadaşlar dükkânlarda satılmadığı için de, hiç arkadaşları olmaz. Eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni!’
BAĞLAYICI KIYMETLİ KELİMELER
Evcilleştirilecek olan şu bizim büyük yalnızlığımızdır aslında. Ve elbette kayıtsızlığımızdır. Çünkü bağ, bir ömürlük sorumluluk dayatır. Bağı olmayanlar siyaset yapar, bağ kuranların davası vardır. Derdi, tasası, verilecek mücadelesi, anlatacak meramı vardır. Bağ, her seferinde sıfırdan kurulan ve her varlık için özgün diliyle ortaya çıkandır. Geçtiğimiz günlerde cezaevinden Evrensel’in sorularını yanıtlayan yazar, dil bilimci, iflah olmaz barış mücadelecisi Necmiye Alpay’ın dediği gibi, kıymetli kelimelere ihtiyaç duyandır: “Eskilerin ‘realite terbiyesi’ dedikleri ilkeyi yeniden içselleştirmeliyiz. Kıymetli kelimeler dediğiniz de bence realite (gerçeklik) terbiyesine uygun olmalı. Hepimiz batılıların ‘büyük laf’ dediği klişelere başvurmaktan kendimizi alamıyoruz, ‘vicdan’, ‘demokrasi’ ‘insanlık’ gibi. Bunları daha iktisatlı kullanmakta yarar var. Somut olguları vurgulamak, yinelemelerden kaçınmak, hukukun temel kavramlarına sahip çıkmak, ‘en kıymetli kelimeler’ onlar. Mesele onları yinelemeden kullanmak! Fazla yineleme, anlam yitimine yol açar.”
Çocukken yemek masası toplandıktan sonra gider yeşil dosyamı getirirdim. Hazine sandığımı. Üzerine sevdiğim şarkıcıların, bende hatırı olan filmlerin çıkartmalarını yapıştırmıştım. İçi de kalbime değmiş şarkı sözleri, küçük notlar, beni o evin duvarlarından dışarı ışınlayan diyarların, insanların fotoğraflarıyla doluydu. O dosya benim dünya içindeki dünyam, bağlandığım şeylerden müteşekkil tarifsiz özgürlüğümdü. Sonra hayatın bir noktasında o dosyamı kaybettim. Dantel işi bağlarım da örümcek ağına benzedi giderek. 'Seni seviyorum'un içi boşaltıldığında başladı galiba ilmek çözülmeye.
Esas mesele kopardığımız göbek bağının yerine kendi özgür irademizle hayat ipleri kurmak. Sonra da o iplere tutunmak. Güvenmek. İtimat etmek. Nasıl zor değil mi? Hayat bağıyla başlarsın ama yaşamaya. Bir anlam bulma gayretiyle. Değer bir şeyler bulmak için bu hayatta tutunmaya.
Bundan sebep hâlâ inanırım bağlara. Önce kendime bağlanırım. Malûm gedikleri diker, çözülen ilmeği bağlarım sıkıca. Sonra bakarım yine bir ipe tutunmuşum. Bir mecraya, bir işe, bir insana bağlanmışım. Joker Harley Quinn’in kulağına fısıldar: “Tutku teslimiyete dönüşür, teslimiyet de kudrete.” Bağımlı değil bağ kuran olmanın sırrıdır bu. Teslimiyetin özünde insanı güçlendirdiğini, bağ denenin birbirine teslim olmuşlar arasında yaşanabileceğini bilmektir. Ötesi sadece büyük oyalanış. Ötesi sadece zaman doldurma.