Marş, sol-ki-üç!
Marşlar bir dönem en iyi yaygınlaştırma aracı ancak sonrasına kalmamasının en önemli sebeplerinden biri, çoğunun kayıt altına alınmamış olması. Hepsinin notası var ancak neredeyse hiçbirinin ses kaydı yok. Bunun içindir ki, “10 Yıl Marşı” bile Kenan Doğulu yorumuyla hafızalarda.
Dün, cumhuriyetin 93. yılı kutlandı. “Kutlandı” demek ne denli doğru, bilmiyorum gerçi. Bir dönem büyük (ve zaman zaman şatafatlı) törenlerle kutlanan Cumhuriyet Bayramı -ki “en büyük bayramımız” denilirdi okullarda- son birkaç yıldır sessiz geçiyor. Her yıl yeni bir şey bahane edilerek törenler yasaklanıyor. Kimileri, bunu cumhuriyet karşıtı bir durum olarak algılıyor, oradan ilerliyor. “Törene ne gerek var, cumhuriyet içimizde” diyenler de var. “En büyük bayram”, artık “büyük” değil. Hatta belki “bayram” bile değil.
Çocukluğumda şahit olduğum ya da bizzat katıldığım törenlerde, başrol hep marşlarındı. Cumhuriyet marşlarla geldi, marşlarla bugüne taşındı, marşlarla kutlandı. Yapılan yenilikler, o dönemde hep marşlarla tanıtıldı. İlerleyen yıllarda sadece “bayram” değil, marşlar da unutuldu. 93. yıl vesile olsun, bir marş mesaisi yapayım, unuttuğumuz marşları hatırlatayım…
Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan Türkçe sözlük, marşın karşılığını şöyle veriyor: “Ritmi, yürüyen bir kimsenin veya topluluğun adımlarını hatırlatan müzik parçası.” Bunun dışında iki anlam daha var: “Bir topluluğu simgelemek için düzenlenmiş müzik parçası” ya da “askerlikte yürüyüşe geçmek için verilen komut” -ki attığım başlık, buna işaret ediyor. Oradaki “sol” lafına kanmayın; sözü edilen, yürürken atılan ilk adım. Bütün askerler yürüyüşlerine soldan başlıyor.
Marşlar, genellikle “askerî hizmete mahsus” ancak sivil marşlar da var. Okul marşlarından düğün marşına, cenaze marşından kurum marşlarına uzanan bir repertuvardan söz ediyorum: Girersek çıkamayacağımız, içinde kaybolacağımız bir derya… Bunun için, bugün, cumhuriyet döneminde “halkı bilgilendirmek” amacıyla yazılmış/yazdırılmış marşlardan söz etmek isterim.
Cumhuriyetin ilk yıllarında, en büyük yaygınlaştırma aracı, müzik. Radyo var ama bugünkü gibi yaygın değil, evlere girmemiş. Televizyon derseniz, cumhuriyetin kurulduğu yıl icat edilmiş ancak ilk görüntünün alınmasına daha üç yıl var… Böylesi bir ortamda, müziğin rolü büyük. Müzik dediğim, taş plaklara kaydedilen ya da bandolar tarafından canlı icra edilen marşlar… Yeni rejimi ve yeniliklerini halka sevdirmek, benimsetmek, onların görevi. Bunun içindir ki, çoğu bizzat Atatürk’ün emriyle olmak üzere, pek çok marş besteleniyor.
Elbette ilk bestelenen marşlardan biri, prozodisi ve müziğiyle zaman zaman tartışılan “İstiklal Marşı”. ‘90’lı yılların sonunda, Erkin Koray, “İstiklal Marşı’nın bestesi değiştirilmelidir” minvalli bir çıkış yapmış, yeni bir beste yapmaya talip olduğunu açıklamıştı. İstiklal Marşı Derneği’nin başkanı İsmet Özel, birkaç yıl önce bu marşı “Taleal Bedru Aleyna” ilahisi üzerine söyledi ve bunun “daha doğru” olduğunu önerdi. Tartışmalar sürüyor, sürecek. Mehmet Akif Ersoy’un “kahraman ordumuza” ithaf ettiği, 12 Mart 1921’de alkışlarla ve heyecanla kabul edilen şiir, başta Ali Rıfat Çağatay’ın Acemaşiran makamındaki alaturka bestesiyle seslendirildi; sonradan Osman Zeki Üngör’ün bugün bildiğimiz “Batılı” bestesi devreye girdi. 9 Eylül zaferinden etkilenerek yapılmış sözsüz bir beste aslında bu. Bestecisi, “Türk atlılarının İzmir’e girişini tahayyül ederek meydana getirdim” diyor. Şiir, sonradan üzerine giydirildi. Prozodi bozukluğu, biraz da bundan.
Köylere götürülen hizmetleri anlatan Bedri Akalın’ın “Köycülük Marşı” ya da çiftçilere güzelleme yapan Ziya Aydıntan’ın “Çiftçi Marşı”, cumhuriyetin ilk yıllarında bestelenmiş enteresan marşlara iki örnek. Yanlarına, Ahmet Adnan Saygun’un bestelediği iki marşı koyalım: “Toprak Marşı” ve “Ziraat Marşı”. Cevat Memduh Altar bestesi “İktisat Marşı”nın Aka Gündüz tarafından yazılan son dizeleri, şöyle: “Türk ne demek? Sonsuz emektir / Yerli malına gönül vermektir”. Aynı tarihlerde, Halit Ozan bir “Ekonomi Marşı” bestelemiş. Dahası da var: “Dosta Dostuz Marşı”, “Gezinti Marşı”, “Güven Marşı”, “İzciler Marşı”, “Kavak Marşı”, “Sanat Marşı”, “Sporcu Marşı”, “Trakya Marşı”, “Yeşilay Gençlik Marşı”, “Zafer-Sulh-Saadet Marşı”… Tek tek isimlerini sıralamak bile dönemi anlamak için yeterli. Bahsi, en eğlencelilerden biriyle kapatayım: “Bu yaz gezdim / Çok şenlikler sezdim” sözleriyle başlayan “Yurtta Gezi Marşı”.
Askerî marşlar ya da kahramanlık destanlarının da bunlardan aşağı kalır yanı yok. Kore savaşından sonra yazılan “Kore Gazileri Marşı”, hamasi durumun iyice abartıldığı “Korkak Yunan Marşı” ya da Kemani Faik Bey imzalı “İzmir Gelin Marşı”, bu “destan”lara örnek. Sonuncu, şöyle başlıyor: “İzmir gelin, yüzünde tül / Diyor, varmam Yunanlıya!” Milli Mücadele sırasında, Kazım Karabekir’in, “Türk Yılmaz Marşı” gibi marşlara imza attığı biliniyor. Bestesi, Orhan Veli Kanık’ın babası olan Veli Kanık’a ait “Yaşamak Zevki Marşı”, bu didaktik marşlar arasında naifliğiyle diğerlerinden sıyrılıyor. Naif demişken, Tarsus’un denize indirilmesine istinaden yazılmış “Tarsus Gemisi Marşı”nı unutmayayım.
Marşlar bir dönem en iyi yaygınlaştırma aracı ancak sonrasına kalmamasının en önemli sebeplerinden biri, çoğunun kayıt altına alınmamış olması. Hepsinin notası var ancak neredeyse hiçbirinin ses kaydı yok. Bunun içindir ki, “10 Yıl Marşı” bile Kenan Doğulu yorumuyla hafızalarda.
Cumhuriyetten söz ederek girdim mevzuya, onunla çıkayım… Cumhuriyetin 50. ve 75. yıllarında iki yeni marş bestelenmişti. İlki o dönem söylendi, 12 Eylül sonrasında bir kere daha parlatıldı ama “10. Yıl Marşı” kadar popüler olamadı. İkincisi döneminde de söylenemedi, kayboldu. 100. yıla yaklaşırken, yeni bir marş bestelenip bestelenmeyeceğini bilmiyoruz. “Hedef 2023” diyenler, çoktan yeni bir tarih belirledi bile: 15 Temmuz. Başarısız darbe girişiminin birinci yılında yeni ve coşkulu bir marş besteleneceği, iktidar kanadınca dillendiriliyor. 29 Ekim, kendiliğinden “bayram”dı, 15 Temmuz zorlamayla “bayram” yapılacak. Marşlar derseniz, yakında repertuvara yenileri eklenecek gibi duruyor…