Irak ve Suriye’de B ve C planları: Türkiye’de rejim değişikliği
Daimi OHAL’de, sürekli darbe halinde itilip kakılıyoruz. Ülkemizi dışarıda dizginleyen iki unsur var. Biri haritadaki yeri: Jeopolitik önemimiz öyle ki müttefiklerimiz bizim hepten harcanmamıza izin vermiyor. İkincisi de NATO çıpası. Ancak bu ahistorik anın çılgınlığında bir de söylenilenler hayata geçirilirse ortak çatımız cumhuriyet kaçınılmaz biçimde kafamıza göçer.
Türkiye’nin TSK eliyle ne El Bab’a ne Musul’a girmesi mümkün değildi. Bu durum esasen olumluydu da. Zira her iki hamlenin de hiçbir askeri ve/veya siyasi getirisi olmayacaktı. Buna karşılık, elde olduğu söylenen B veya C planı seçenekleri zaten yoktu, hiç olmamıştı. İşte o B ve C planları bugün yaşadığımız içeride rejim değişikliği hamleleriydi.
Amaç hasıl oldu. Baştan beri varılmak istenilen menzile artık geldik. Bütün bu hamaset üzerine kurulu dış siyaset ülke içinde bir rejim değişikliğinin yol taşlarını döşemek içindi. Uygulamada iktidara bir faydası “orduyu seferde tutmak” ise, diğeri Türkiye’yi Batı’dan, hür dünyadan hepten koparmaktı.
Dün Cumhuriyet gazetesine darbe vuruldu. Bugün HDP lider kadrosu içeri tıkıldı. Rektör seçimi kaldırıldı. Bağımsız yargı da kalmadı, medya da. Bu halde rasyonel dış politika oluşturulması da onun analizi de mümkün değil. Dış politikanın oluşturulduğu o benim aşina olduğum köhne mutfak da tarumar.
Irak ve Suriye siyasetlerimizi şöyle düşünebiliriz: Arka koltuğunda hep birlikte oturduğumuz araç aslında bir Doğan görünümlü Şahin. Sürücümüz bildik bir taksici esnafı. Ama her nasılsa Monaco Grand Prix’sine girmişiz ve aracımız yokuş aşağı 180km’yi görmüş durumda. Önce Mirabeau, sonra Fairmont virajları derken tam gaz tünele giriyoruz.
Ya virajı alamayıp yoldan çıkacağız. Ya tünel girişinde duvara çarpacağız. Ya aracımız altımızda parçalanacak. Dahası sürücümüze söz geçiremediğimiz gibi, araçtan inemiyoruz da. Tribünde de birtakım insanlar “yiğidim aslanım kim tutar seni daha bas gaza” nidalarıyla coşmuş vaziyette.
Bu karanlığın ne kadar süreceğini henüz bilemiyoruz. Ama bildiğimiz veriler var: ABD Büyükelçiliği Türkiye’deki personelinin aileleri için tahliye kararı aldı. Aynı zamanda IŞİD lideri Ebubekir Bağdadi ülkemizi hedef gösterdi.
Ailelerin, güvenlik kaygısıyla, görev yapılan ülke dışına gönderilmesine bizde “yarım tahliye” denilir ve bu çok ciddi bir karardır. Örnek olarak benim 2003-06 arasında görev yaptığım Bağdat’taki uygulamamız böyleydi.
Halep’in doğu mahallelerinde çatışmasızlık hali Cuma akşam saat yedide son buluyor. Tüm emareler Rusya ile Şam’ın topyekun yıkıcı “Grozni” tarzı nihai bir hava bombardımanına başlayacağını gösteriyor. Musul’un hemen batısında, IŞİD cihatçılarının Suriye’ye çekilme yolu üzerindeki Türkmen kasabası TelAfer’e ise Haşd-ı Şabi’nin gireceği belli.
Haşd-ı Şabi’nin omurgasını İran eğitimli Şii milisler oluşturuyor. Kayıs Gazali’nin Asaib El Hak, Hadi El Amiri’nin Bedir Tugayı, Mehdi El Mühendis’in Kataib Hizbullah’ı hep İran Devrim Muhafızları Kudüs Tugayı bağlantılı. Haşd-ı Şabi işi orada bırakmayıp, Suriye’ye de geçerek rejime destek olacağını şimdiden açıkladı. Kudüs Tugayı komutanı Kasım Süleymani de Tel Afer yakınlarında görüntülendi.
Tahran dış siyaset ve ulusal güvenlik stratejisini ilmek ilmek sabırla örüyor, sükunetle uyguluyor. Sahada yaptıkları, çenesine vurandan çok ötede ve derinde.
Ayrıca PKK’nin silahlı gücü HPG’nin ve PKK eğitimli Ezidi özsavunma kuvveti YBŞ’nin Şengal’den ayrılmadığı ortada. Bunlara yönelik bir tehdit olmadığı gibi, HPG’nin de Tel Afer’e hamle yapacağı iddiası tamamen tutarsız bir hurafe.
Kısacası, Irak ve Suriye’de Enverci hayaller peşinde koşan Ankara için yolun sonunda daha fazla hüsran ve yılgınlık var. Enverci dış siyasetin duvara toslaması, içeride Hamitçi bir istibdat rejimini besliyor. Tarihdışı, kendi içinde çelişik tuhaf bir ana sıkışmış gibiyiz.
Daimi OHAL’de, sürekli darbe halinde itilip kakılıyoruz. Ülkemizi dışarıda dizginleyen iki unsur var. Biri haritadaki yeri: Jeopolitik önemimiz öyle ki müttefiklerimiz bizim hepten harcanmamıza izin vermiyor. İkincisi de NATO çıpası. Ancak bu ahistorik anın çılgınlığında bir de söylenilenler hayata geçirilirse ortak çatımız cumhuriyet kaçınılmaz biçimde kafamıza göçer.
İçeride ise frenler boşalmış, balatalar sıyrılmış vaziyette. Ne Cumhuriyet gazetesine saldırının, ne HDP’ye yönelik gözaltıların akıl ve izanla izahı mümkün değil. Bu yolun sonunda aydınlığa çıkılmasının mümkün olmadığı da “izahtan vareste”.
Aydın Selcen Kimdir?
1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.
Kürt yurttaşların derdine Diyarbakır'dan bir bakış 06 Ekim 2021
Soçi'nin ardından dış politikada dağınıklık sürüyor 03 Ekim 2021
Almanya seçimlerinden bize bakan sonuçlar 29 Eylül 2021
Erdoğan'ın görkemli New York seferi 26 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI