Honduras-cunta seçimi
Seçimde de oy atanların parmağını boyanıyordu. Direnişçiler ise boykotu savunuyordu. Yüzde 65 oy kullanmadı. O gece birlikte büyük şenliklerle konvoylarla sokakları dolaştık. Boyasız parmaklarımızı gösterip, ‘Biz temiziz, cuntaya bulaşmadık.’ dedik.
Honduras’a geçiyordum. Bir gün sonra seçim vardı. Askeri cunta, halkçı devlet başkanı Zelaya'yı sürgüne göndermişti. Bir helikopterle başkent Tegucigalpa’daki Brezilya elçiliğine sığınmıştı Zelaya. Bir gün sonra telefonla konuşmuştuk. O gezemiyordu ama ben Honduras’ta gezerim diye düşünüyordum. Ne de olsa başkan filan değildim. Pek niyetim de yoktu. Ne öyle, salak salak beni dinlemek zorunda kalsın insanlar. Arada alkışlamak zorunluluğu da var. Dinlemek istiyorlarsa, gelen insanlara konuşurdum ancak. Bu yüzden üniversitede ders verirken devam zorunluluğunu kaldırmıştım. Baştan ‘Herkes de geçecek’ diyordum. Yüzde 95 devam oluyordu. Öğrenciler devrim oldu zannediyorlardı.
El Salvador’dan geçiyordum Honduras’a. Daha önce resmi olarak ülkeye girmiş sayılmazdım. Üç kere kaçak girip çıkmıştım. Suç onlarındı. Önceden vize istiyorlardı. Sınır polisleri beni hiç sevmezlerdi. Av köpeği becerisiydi bu. Beni minibüsten dışarı aldılar. Çünkü Venezüella vizem vardı. Venezüella’da Chavez vardı. Vizem olduğuna göre Honduras cuntasına düşmandım. Çok saçmaydı ama sonuç olarak doğruydu. Bu da saçma öyle değil mi? İki yanlış bir doğru ediyordu.
Bir subay geldi. Daha mantıklıydı. ‘Turistim dedim. Nikaragua’ya geçeceğim'. ’Tamam’ dedi. Döviz bırakırım diye düşündü. Beni bekleyen minibüse yetiştim. Minibüstekilerle birlikte hep beraber ‘Tıh tıh tıh’ yaptık. Bir turisti tutmaları çok mantıksızdı. Başkente doğru yola çıktık. Resmi olarak ilk, fiili olarak dördüncü kez geçiyordum Honduras topraklarından. Resmi olarak etrafa bakmak çok değişik göstermiyordu. ‘Görüldü’ işareti yoktu mesela panaromik manzaralarda…
Başkentte direnişçileri bulmam gerekiyordu. Bu arada ülkede cunta vardı. Birkaç telefon numarası ve bir otel adı vardı sadece. ’Orada bulursun’ demişlerdi bana. Telefonlar cevap vermediler. Oteli buldum. Çok lüks bir oteldi. Şaşırdım. Kapıdan girdim. Birileri İngilizce karşıladılar. ‘Seçim için mi geldiniz?’ dediler. ‘Evet’ dedim. ‘Yabancı bir gözlemci, yabancı bir gözlemci’ diye bağırdılar. Hiç ses çıkarmadım. Beni üst katlara götürdüler. Bir ‘observer-gözlemci’ tişörtü verdiler. Bir de kart doldurdular. Ben gülümsüyordum sadece. İspanyolca konuşanlara anlamamış gözlerle bakıp ‘yes’ diyordum. Herkes çok mutlu oldu uzak ülkelerden gözlemci geldiğim için. İlk yanılgı sona doğru domino taşı gibi yürüdüğünden, artık hiç kimse bir şey sormuyordu. Honduras başkentinin en lüks otelinde, Cuntanın seçilmiş gözlemcileriyle şarap yudumlamaya başladık. Verdikleri gömlekle yarın her yere gidebilecektim ve bu kartla hiçbir asker beni engelleyemezdi. Sadece direnişçileri bulmaya kalıyordu iş…
Diğer gözlemciler de beni yürekten kucakladılar. Bir gün sonra seçimin ne kadar ‘şeffaf-transparan’ geçtiğine dair saat 12’de basın toplantısı yapalım, dediler. Henüz seçim başlamamıştı ama ne olacağını biliyorlardı muhtemelen. Sonra Chavez’den konuştuk. Onu nasıl yıkacaklarını anlattılar. ABD’nin onları nasıl desteklediğini. Kafamı sallıyordum. Küçük ve çok çeşitli sandviçler ve şarap vardı. Bir yandan direnişçi telefonlarını arıyordum. Gözlemciler, otelde ‘Hangi odadasınız?’ dediler. ’321’ dedim. Hatırlamak kolaydı ‘bir, iki, üç’ün tersi. Şubede ’silahları nereye gömdünüz?’ diye sorduklarında da benzer adım sayısı vermeyi düşünmüşümdür her zaman. Etkili oldu. Hatta biri, bir gün sonra uyandırmak için odama gelmeyi teklif etti. ‘Süper’ dedim. Çok etkili bir kelime bu. Karşındakini etkisiz kılıyor.
Gece otelden arka kapıdan kaçtım. Odam zaten yoktu ve sandviçler, şaraplar bitmişti. Direnişçilere ulaşmıştım. Bir öğrenci evinde yattım. Başımın altına ‘Observer-Gözlemci’ önlüğünü koydum. Sabah onlarla birlikte dolaştım. Cunta askerleri, gömleğim ve kartım karşısında biraz şaşkın durdular. Ben onların boydan fotoğrafını çektim. En çirkin olanlarını seçtim. Cunta gibiydiler. Herhangi bir başarılı cunta ya da başarısız cunta sonrası cunta gibiydiler. Baskıcı ve işkenceci…
Seçimde de oy atanların parmağını boyanıyordu. Direnişçiler ise boykotu savunuyordu. Yüzde 65 oy kullanmadı. O gece birlikte büyük şenliklerle konvoylarla sokakları dolaştık. Boyasız parmaklarımızı gösterip, ‘Biz temiziz, cuntaya bulaşmadık.’ dedik. Oteldeki ‘tarafsız’ gözlemciler öğlen toplantı yapmışlardı bile. Seçim çok şeffaf-transparan geçti demişlerdi.
Bir gün sonra Türkiye’ye yazı yazdım. ‘Şeffaf-transparan seçimde(!) Yüzde 65 oy kullanmayınca cuntanın kıçı-başı açık kaldı’ dedim.
Sonra yazıyı okudum ki editör ayıp diye ‘kıçı’ kısmını çıkarmış ve böylece cuntanın sadece ‘başı’ açık kaldı…