Duymanın ilk coşkusu yahut Cohen üzerine başıbozuk notlar
Şimdi, gene dünyada birçok şey oluyorken, canlarımıza ot tıkanıyorken, herkesler herkeslerden korkuyor ve ürküyorken, bu adamın öldüğü haberi geliyor. Bunu mu yazacağım yani, diye düşünüyorum kendi kendime.
Eski Türkçeden, “tuymak” ile gelmiş. Hissetmek, anlamak, fark etmek manasına geliyor; sonradan daralıyor ve günümüzdeki standardına ulaşıyor. Kulağa gelen sesleri algılamak. Oysa “duygu” kelimesinin yakın akrabalığını düşünmek gerekiyor.
‘80 sonrası Yeşilçam’ında seks filmi furyasının dışında “gidenlerin ardından” kalan bir sinemacı kalabalığı vardır. Mehmet Açar’ın Çok Uzaklarda Bir Yaz romanındaki isimsiz karakter bu “ara kuşağın” dertlerini çok güzel anlatır. Ne kahraman olabilmişlerdir, ne flaneur. Bir önceki kuşak dövüşmüş, düşmüş, cezaevlerine girmiş, bağırmıştır. Onlar gençken teknoloji gelişmiş, bir sonraki kuşak bambaşka yeteneklerle donanmıştır. Abilerine özenmiş, kardeşlerini izlemiş bir kuşaktır o ara kuşak. Birçoğu gazetelerde, reklam ajanslarında, akademide ama kabaca “kültür sanat işleri”nde çalışmıştır. Ajitatif tiyatro darbeden sonra yeraltına çekilmiş, sol siyasetlerle ilişkili her şey adeta yeraltında üretilen muzır neşriyat muamelesi görmüştür. Sinema bu aşamada nefes alınacak yerlerin başında gelir. Hem fiziki olarak sinema salonları, hem de sinema için üretmek.
Sol akıl içinde büyümüş, özgürlük fikriyle “zehirlenmiş” ve gidenlerin ardından dünyada kalmış bu insanlar sinemaya bohemi getirdi. Sanatla ilgilenen, mümkünse yazan, değilse kamerayla uğraşan bu kuşağın kimi filmlerinde yeni sesler duyulurdu. Yeni bir müzisyen, yeni bir şair, o günlerde dünyayı meşgul eden bir düşünür...
Cohen’in adını ve arkada usul usul çalan şarkıyı işte bu filmlerden birinde duydum ilk. “Famous Blue Raincoat” idi çalan. “Ev buluşmaları” mecburiyetinin izdüşümüdür görünen. Elinde kadehlerle mahmur kalabalık şarkıyı dinlemektedir ve aralarından sakallı olanı (şairdir gerçekte) “Bence Cohen bir müzisyen değil, bir şairdir” der.
Aradan yıllar geçer. Bülent Somay’ın Şarkı Okuma Kitabı’ndaki Cohen yazısı. O arada şu dizeleri yazmışımdır “şair” Cohen’in “Famous Blue Raincoat”unu dinleye dinleye: “Çankırı’nın eldivan diye bir ilçesi varmış ben bunu bugün öğrendim/ utanmasam, “gece: büyük lâciverdî bahçe” diyeceğim sonra belki bir yağmur/ - lacivert kelimesinin nitelediği ama belirtmediği “yağmurluk”tur öğretmenim!” Nihayet, Somay’ın yazısında bahsi geçen “brother”a dair çok şey öğrenirim. Cohen, şarkıda “kardeşim, katilim” diye sesleniyordur birine. Jane’e ve o belirsiz birine.
Teyzemin düğünü öncesi. Ailede adım müzikten anlayana çıkmış, -en azından çekirdek ailedeki şanımın keyfini sürüyorum. Dans müziği soruyor. Kilitleniyorum; ona bak şuna bak, bu olur mu şu olmaz mı, buna damadın ailesi ne der, berikine bizimkiler burun kıvırır mı derken “Dance me to the end of love”a varıyorum. Onunla dans ediyorlar, bir iki homurdanan oluyor ama sorunsuz atlatılıyor. Sonradan öğreneceğim; meğer birçok insan düğün dansını bununla yaparmış. Sık yapılmış bir şeyi kendi kendime bulduğum için gururlanıyorum içimden. Küçük gururlanmalar: Söylesen karşındaki güler ama kendini kötü hissettiğinde imdada yetişir. Modern müsekkin.
Sonra şehre Cohen’in geleceği haberi yayılır. Artık yaşlanmış Cohen’i izlemek mümkündür belki de. Düşünürüm, ben ne kadar biliyorum Cohen’i? Suzanne tamam, Meşhur Mavi Yağmurluk tamam, Hallelujah tamam (kızının Jeff Buckley versiyonuna, babasının versiyonundan daha çok hürmet etmesi bile tamam hatta), I’m your man tamam, belgeseli de izledim o da tamam ve elbette Görkemli Kaybedenler de tamam. Ama biliyor muyum Cohen’i? Buradaki ama peşimi bırakmadı ve gidip görmedim Cohen’i. Muhtemelen o sıra dünyada olan başka bir şey bana daha görkemli göründü; orada olmazsam ayıp olacak diye düşündüğüm bir nümayiş oldu, okuduğum kitabı anlamak daha tutarlı geldi yahut cebimdeki parayı köfte dürüm ayran ikilisine vermem gerektiğine ikna oldum. Hepsi olabilir, hiçbiri olmayabilir de. Belki tembellik ettim. Meşhur tembelliğim diye de, şarkıya kendi içimde gönderme yapıp hafif tebessüm bile ettim kendime.
Şimdi, gene dünyada birçok şey oluyorken, canlarımıza ot tıkanıyorken, herkesler herkeslerden korkuyor ve ürküyorken, bu adamın öldüğü haberi geliyor. Bunu mu yazacağım yani, diye düşünüyorum kendi kendime. Ben ne anlarım Cohen’den, diyorum; anladığımı vehmettiğim şeyler üzerine yazayım diyorum. Hepsi, birden kıymetten düşüyor. Çünkü Famous Blue Raincoat’u açıyorum. Ve o kısma geliyor şarkı. “My brother, my killer.”
Evdeyiz, yalandan dans ediyoruz. Dans ediyormuş gibi yapıyoruz. Dans edemesek de devrim, devrimdir. Diyoruz. Ve “la la lala la la la” kısmını söylüyoruz sakince. Dans etmesek de olur. Ama ediyoruz.
Katilimize teşekkür edelim. Bize Cohen yazdırdığı için kara günlerde.