'Sen karanlığı istiyorsun' ve 'ben hazırım'
Leonard Cohen’in bu şarkıya duygusunu ve gücünü de veren "hazırım" deyişi, bu "yaşlanmış gerçekler" mefhumunu hatırlattı bana. Bazı gerçeklerin "herkes için gerçek" olana kadar biraz yaşlanmasını… Ulusların ve toplumların tarihlerinde de böyle 'an'lar var.
7 Kasım’da ölmüş. Biz üç gün sonra öğrendik. Bizim 90’lar gençliği, aşık (ve bu yüzden genellikle mutsuz) olduğunda onun şarkılarına sarılırdı. Kalın ve pürüzlü bir metal boruda yuvarlanan koca bilyelerden çıkar gibi, titreşimli, tok bir sesle söylediği şarkılara… Amaçsız ve ümitsiz bir çöküntü gibi değil de “yeterince anlaşılmış” acı verici bir deneyimin durgunluğuyla söylediği…
Leonard Cohen…
Ölmeden bir ay önce 14. ve son albümünü çıkarmıştı: You Want It Darker… Albüme adını veren şarkıyı, 82. doğum günü olan 21 Eylül’de yayınladı. Kendi son doğum gününde dünyanın geri kalanına bıraktığı bir armağan… (İmkanı olan okuyucularımız, yazının kalanını okurken aşağıdaki linkten bu şarkıyı dinleyebilir.)
Tanrıya, “Sen karanlığı istiyorsun” diyen bir sitem, hatta meydan okumaydı bu şarkı. “I’m ready my lord” diyordu, “Hazırım tanrım”… Bu şarkıyı yayınladığı 82. doğum gününden kısa bir süre sonra müzik dergisi Rolling Stone'a “Ölmeye hazırım. Umarım bu çok rahatsız edici olmaz” demişti. “You want it darker” şarkısının nakaratına yerleştirdiği İbranice “hineni” sözcüğü de böyle bir meydan okuma anlamına geliyor: “Bak buradayım”, “işte buradayım ve bir yere gitmiyorum” ve “[her ne ise ona] hazırım”… Bir meydan okuma.
Cohen, Musevi köklerinden de beslenen uhrevi bir meydan okumayla, ölümün karşısına aylar öncesinden çıkmıştı. Ergen aşıklara ilham veren bir ozandan öte, yaşamın en acımasız hakikatine, onun bizzat zıddı olan ölüme meydan okuyan bir bilgelikle.
Ölüm karşısındaki bu kayıtsızlık sadece “nihilizm” midir? Yaşamın bir anlama sahip olmadığını düşünen; yaşamaktan, artık onu umursamayacak kadar uzaklaşmış bir münzevinin teslimiyeti mi? Yoksa, onca yaşanandan sonra, yaşamayı bu kadar iyi tanıyorken, ve 82 yaşı da geride bırakmışken, doğanın gücü karşısında barışık ve huzurlu bir ‘uzlaşma’ mı bu? Yaşayan biri ölüme nasıl ‘hazır’ olabilir? Yeterince yaşamış ve yeterince ‘anlamış’ olduğu için mi?
En zorlu hakikatler karşısında böylesi bir mağrur duruş, teslimiyeti değil de ‘anlama’nın gücünü gösteriyor belki de… Bazı gerçeklerin yaşlılar tarafından daha kolay kavranması, ya da “yaşlanmış gerçeklerin” herkes tarafından daha kolay kabullenilmesi gibi…
Leonard Cohen’in bu şarkıya duygusunu ve gücünü de veren “hazırım” deyişi, bu “yaşlanmış gerçekler” mefhumunu hatırlattı bana. Bazı gerçeklerin “herkes için gerçek” olana kadar biraz yaşlanmasını… Ulusların ve toplumların tarihlerinde de böyle ‘an’lar var. Kahramanlarına tarihsel bir ‘an’ olarak görünen ama herkesçe öyle anlaşılması için bir parça ‘tarihe’ ihtiyaç duyan ‘an’lar. Lenin’in 1917 Nisanı’nda Petrograd’daki Finlandiya İstasyonu’na gelişinde kendisini karşılayan orta ölçekli bir kalabalığa konuştuğu ‘an’ gibi mesela… O istasyonu dolduran ama küçümsenen işçilerin, ölümsüz bir tarihi an’a tanıklık ettikleri, dahası onu kurmakta oldukları yarım senede anlaşılacaktı.
Bizim de ‘günümüzden’ iki fotoğrafımız var, belki bazılarının o fotoğraftaki ‘gerçeği’ görmeleri için biraz ‘yaşlanmaları’nı bekleyeceğimiz.
İlki Diyarbakır’da tutuklandıktan sonra askeri helikopterle Edirne'ye götürülen Selahattin Demirtaş’ın fotoğrafı… Ülkenin öbür ucundaki bir futbol sahasına, gece karanlığında inmiş bir helikopterden inen Demirtaş, elinde küçük bir bavul ve etrafında iki polisle görünüyor; “hazırım” diyen bir duruşla. Bu tuhaf anı yeterince ‘anlamış’ ve onu garipsemiyor, belli ki. “Bu görüntüyü satarız” diye filme çeken iki Edirnelinin kaydından görüyoruz bu fotoğrafı. Bu fotoğraftaki “gerçeğin” anlaşılması için bu iki Edirneli şahsında memleketin ne kadar “yaşlanması” gerekeceğini göreceğiz.
İkinci fotoğraf dünden…
İzleyicilerin salona girmesine izin verilmeyen HDP grup toplantısından. 10 milletvekili tutuklanmış ve yasama faaliyetlerini durdurmuş HDP’nin grup toplantısında parti sözcüsü Ayhan Bilgen ve gazetecilerden başka kimse yok. Boş sıraların önünde omzundaki kamerayla dolaşan bir kameraman ve sıraların arkasında sabitlenmiş öteki kameralar. Ayhan Bilgen, -sanki son iki yılda daha hızlı- ağarmış saçlarıyla arkadan görünüyor. Boşaltılmış bir salona ‘gelecek’ten bakar gibi…
Hakkı Özdal Kimdir?
1975 yılında doğdu. İTÜ Malzeme ve Metalurji Mühendisliği'nden mezun oldu. 1996'dan itibaren, Evrensel Kültür dergisinde, Evrensel, Referans ve Radikal gazetelerinde editörlük ve yazarlık yaptı. Halen Yeni E dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yapıyor.
Türkiye’nin ‘anlık’ görüntüsü: Xiaomi-Salcomp’ta sendika direnişi 17 Eylül 2021
Menderes’in elini yakan büst 10 Eylül 2021
28 Şubat ‘intikamı’: Güç değil, zayıflık alameti 24 Ağustos 2021
Köylüler ve ‘beyaz etçi’ler: Halk ve sermaye 06 Ağustos 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI