YAZARLAR

Uyanmanın ilk coşkusu

Uyanacaksın ama yatmaya devam edeceksin. Sonra annenin hareketini duyacaksın. Tanıdık hareketlerdir bunlar. Yorganın hışırtısı, ayağa geçirilen terlik, birkaç adım, sana –uykuna– hüzünle eğilmesi ve adını ünlemesi. Senin için üzüldüğünün sezgisi mutlu edecek seni bu sabah da.

“Çırâğa olmasa revgan meded-res / Ne mümkindir ki revgansız uyana” diyor Enderunlu Fâzıl. En uzak ihtimalden başlamak mümkün kelimenin manası için. Bugün kullandığımız anlamıyla çırak, aslında kandil manasının mecazından. Yanarak yetişen kişiye çırak deniyor; dolayısıyla buradaki çırak/çerağ bir kişiden söz ediyor. Bir tarikat ehlinden, muhtemelen bir Bektaşi’den. Çırağa eğer yağ medet olmazsa, kandilin yanmasına yağ yardım etmezse, nasıl mümkün olabilir çırağın uyanması? Buradaki uyanmak, “yanmaya başlamak, yanmak” demek oluyor. Kökünde “od” var zaten kelimenin “odun-mak”tan “uyan-mak”a evrilen bir muhteşem anlam. Biz uykudan uyanmak için söylüyoruz genellikle şimdi. Ha gaflet uykusundan, ha gece uykusundan. Hangi günü gördün akşam olmamış?

Senin de var meded-res’in o zor uyanmalarda. Çok soğuk. Derinin içine işleyen, usulca sızan ve oraya yerleşen, orada yerleşmekle kalmayıp derinin altını dahi buz etmeye devam eden bir soğuk. Dişlerinin birbirine değmesinden yer gök inliyor sana kalırsa. Değil, sadece sen duyuyorsun ama bütün bedenin gidip o diş takırtısına kilitlenmiş gibi. Toprak önünde ikiye ayrılsa, denizler birleşse, çalıda yanan ateşten biri seslense ilgini çekmeyecek. Sadece o diş takırtısı var. O kadar büyük, o kadar görkemli ve bir o kadar yorucu. Sınıfa girip sırtından cılk mavi paltonu çıkardığın âna dek takırdıyorsun. Sonra sınıfın ortasına kurulmuş odun sobasının tanıdık kokusu ve bedenine sakince yayılan sıcaklık. Soğuğun bu kadar erken, sıcağın bu kadar nazlı olmasına kızıyorsun. Kızıyorsun da ne oluyor. Nafile.

O devasa soğuklarda dünyaya gözünü açmak, dünyanın en zor işi senin için. Sınıfa gittiğinde arkadaşlarının gülebilmesi karşısında dehşete düşüyorsun. “Nasıl gülebilirler? Onlar da benim kadar zor uyanmıyorlar mı? Onlar da dehşetle üşümüyorlar mı? Her sabah evden çıkmak onlara da işkence değil mi? Okula doğru attıkları her adım şakaklarının daha da sıkışmasına, dişlerinin daha da takırdamasına sebep olmuyor mu?” Nasıl uyanıyorlar? Nasıl bu kadar kolay gülebiliyorlar? Gerçek bir soru olmadığını bildiğin için soramıyorsun. Cevaplar, gerçek sorular içindir. Henüz üstüne düşünülmemiş bir şeyi sormanın nafile olacağını biliyorsun. “Nasıl uyanıyorsun?” desen, “Hiç, normal,” yanıtını alacağını seziyor, bu sezginin gerçek olmasından kaçıyorsun. Sadece sorulardan değil, cevaplardan da kaçılır.

Odada tik tak tik tak eden bir saat var. Çalacak. Uyanacaksın ama yatmaya devam edeceksin. Sonra annenin hareketini duyacaksın. Tanıdık hareketlerdir bunlar. Yorganın hışırtısı, ayağa geçirilen terlik, birkaç adım, sana –uykuna– hüzünle eğilmesi ve adını ünlemesi. Senin için üzüldüğünün sezgisi mutlu edecek seni bu sabah da. Uyandığın için mutsuz olacağını bilmesinin üzgünlüğünün sendeki sezgisinin mutluluğu. O sıra bunu anlatacak cümlelerin yok. Şimdi var. Uyanacaksın.

Çok soğuk. Dişlerinin takırdamasına sinir olacaksın. Kahvaltıda tandır ekmeği, sert tuzlu peynir, küçücük kırılmış yeşil zeytin, koyu çay ve bir kâse yoğurt vardır. Hepsinden asık suratla tıkıştıracaksın ağzında. Çiğnemenle midene gitmesi arasındaki yolda bile uyumak isteyeceksin. Birkaç defa o anlarda uyumuşluğun da var elinde çatalla. Sonra birkaç yudum çay. Küçücük bir bardaktadır çay. Soğumasına önlem olarak bu bardaklar alınmıştır bütün akraba evlerine sizin evden yayılmış bir moda şeklinde. Uyandığın için, soğuk için, uykuya doyamadığın için, gideceğin okul için, okul yolunda dişlerinin takırdaması için söveceksin henüz çok küçük olan sövgü dağarcığınla. Annen diyecek sonra herhangi bir şey söyler gibi, “Çayını soğutmadan iç,” der gibi.

“Soğuğun seni teslim almasına müsaade edersen, soğuk seni teslim alır. Senden büyük şeylere müsaade edersen, senden büyük şeyler seni teslim almaya devam eder. Soğuk senden büyük bir şey. Sen doğmadan önce de vardı. Senden sonra da olmaya devam edecek. Ona teslim olma. Dişlerine hükmet. Takırdamayacağını düşün, sadece bir dakika takırdamazsa, göreceksin, sonra hiç birbirine vurmayacak o dişler. Soğuğu daha az hissetmeyeceksin ama ona karşı bir şey kazanmış olacaksın.”

Bir daha takırdamadı dişlerin. Odun sobasını gene bekledin, gene insanların kahkahalarına anlam veremedin ama bir şey olsun başardın. Uyandın.

Yıllar yıllar sonra Zafer Ekin Karabay’ı okudun. “Üstelik bilmiyorum hangi gerçek için bölmeliyim uykumu” diyordu. Dünyanın en soğuk kentlerinden birinde kendini asmıştı. Muhtemelen çok üşümüştü.


Mehmet Said Aydın Kimdir?

1983 Diyarbakır. Kızıltepeli. Türk Dili ve Edebiyatı okudu. Üç şiir kitabı var: “Kusurlu Bahçe” (2011), “Sokağın Zoru” (2013), “Lokman Kasidesi” (2019). “Kusurlu Bahçe” Fransızcaya tercüme edildi (2017). “Dedemin Definesi” (2018) isimli otobiyografik anlatısı üç dilli yayımlandı (Türkçe, Kürtçe, Ermenice). Türkçeden Kürtçeye iki kitap çevirdi. BirGün ve Evrensel Pazar’da “Pervaz” köşesini yazdı, Nor Radyo’da “Hênik”, Açık Radyo’da “Zîn”, Hayat TV’de “Keçiyolu” programlarını yaptı. Editörlük yapıyor.