YAZARLAR

Asya’nın NATO’sunda Türk’ün yeri

Oval Ofis’te kim oturursa otursun NATO’daki bir müttefikin Çin ile ABD arasında kurulan tahterevallide gidip ağırlığını karşı tarafa bindirmesine seyirci kalmaz.

Keşke küresel güç dengesinde Türkiye’nin yerini, nostaljik ve fırsatçı savrulmalar olmadan değerlendirebilseydik. BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinin veto tekelini sorgulamak mesela. Buna kim itiraz edebilir? Ya da AB’nin ikiyüzlülüğünü yüzüne vurmak. Buna da eyvallah. Veyahut Türkiye’nin sadece bir bloğa mahkum olmadığını göstermek. Alternatif çıkışı olan bir ülkeye kim ‘Hayır’ diyebilir.

Mesele, güçler dengesinde özgün ve bağımsız bir pozisyon alınmasıysa sorun değil. Ama durum başka. Mesele, dış politikanın şahsileştirilmesi ve bir kişinin istikbali için sürüklenmeye açık hale getirilmesidir.

Kısa sürede Türkiye’nin NATO ve AB kurumlarındaki yeri tartışılır hale geldi. Şimdi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin AB’ye mahkûm olmadığı ve Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİO) girebileceği tezini işliyor.

Bunu 'blöf' olarak yorumlama eğilimi yüksek. Sonuçta Türkiye dış ticaretinin neredeyse yarısını AB ile gerçekleştiriyor.

Fakat durum giderek ciddiyet kazanıyor. Tek adam rejimine dönüşüm, siyasi baskılar, tutuklamalar, sivil toplum ve bağımsız medyanın susturulması gibi sonsuz kötülük silsilesiyle AB’yle ortaklık nereye kadar yürüyebilir?

Beri tarafta Şanghay cenahı temel haklar, özgürlükler ve demokratik değerler adına buyurgan değil. Haliyle orası tek adamlık oyunlar için daha cazip.

AB yol ayrımına geliyor. Aralık'taki liderler zirvesi kritik önemde. Yine de AB’nin Türkiye’yi dönüşü olmayan bir sürüklenmeye bırakmayacağı beklentisi hakim.

ŞİÖ özünde terörle mücadele, sınırların güvenliği ve istikrarı temin adına kuruldu. AB ise ekonomik entegrasyon ve Avrupa değerlerine göre sistemin standardizasyonu hedefiyle şekillendi. Mevcut halleriyle ikisi birbirine alternatif olamaz.

***

Ankara’nın tutarsız tutumlarından bağımsız olarak ŞİO’nun yeni küresel düzen açısından ne ifade ettiğini anlamak durumundayız. Sonuçta burası ‘otoriter rejimler kulübü’ diyerek geçiştirilecek bir ittifak değil.

Çünkü burada hegemonik güç dengeleri yeniden kuruluyor. ŞİO’un yeni küresel düzende bir karşılığı var.

Rusya, ABD’nin bütün çelmelerine rağmen 1990’lardaki büyük çöküşten sonra uluslararası arenaya yeniden döndü. Çin de Ortadoğu’dan Afrika’ya geniş bir alanda ekonomik ağ ördü. ABD ayrı ayrı tehdit olarak gördüğü bu iki gücün şimdi ŞİO çatısı altında cepheyi büyütmesinden kaygılı.

Projeksiyonu Ortadoğu’dan geriye açılıp daha geniş tuttuğumuzda 'büyük oyun'un nasıl şekillendiğini afallayarak görebiliyoruz.

ABD’nin saldırgan politikalarla Rusya ve Çin’i bloke etme çabaları netice vermedi. Renkli devrimlerle eski Sovyet coğrafyasında Rus nüfuzunu temizleme hamleleri ters tepti. Gürcistan’da Mihail Saakaşvili gibi Amerikan oyununda rol alanlar artık kendi ülkelerinde bile yaşayamıyor. Ukrayna, CIA’in kışkırtmasıyla Rus nüfuzunu tırpanlamak isterken Kırım’ı kaybetti. Doğu Ukrayna da gitti gidecek. Orta Asya da yeniden Rusya’ya dönüyor.

ABD, Baltık ülkelerine büyük güç yığınağı yaparak da Avrupa’yı Rusya’nın füze menziline soktu.

Neticede ambargolar ve yaptırımlar Rusların canını yaksa da işe yaramadı. Dahası Rusya, Batılı yaptırımların etkisini azaltmak için Çin’le enerji alanında devasa ortaklıklar kurdu. Gazprom, 2014’te Çin Ulusal Petrol Şirketi ile 400 milyar dolarlık doğalgaz anlaşması imzaladı. Ayrıca Rusya birkaç yılda Çin’in bir numaralı petrol tedarikçisi haline geldi. Doların hakimiyetini kırmak için de Asya Pasifik ülkeleri arasında ticaretin kendi para birimleriyle yapılması yönünde eğilim güçleniyor.

Suriye’deki kirli savaş da Rusya’nın Ortadoğu’ya bütün savaş takımlarıyla dönmesinin önünü açtı.

Çin’e gelirsek; oradaki manzara çok daha çetrefilli. “Çin’i nasıl durdururuz?” sorusu Amerikalıların beynini kemiriyor olmalı. ABD, Asya’nın uyanışını ciddiye alıyor ve stratejik ağırlık merkezini Ortadoğu’dan Doğu’ya kaydırıyor. 2011’den itibaren donanma kuvvetlerinin üçte ikisi Asya ve Pasifik’te konuşlandırıldı.

ABD, Avustralya’dan Japonya, Güney Kore, Filipinler ve Tayland’a; Afganistan’dan Pakistan ve Hindistan’a yüzlerce üsle Çin’i kuşatmış durumda. ABD sadece Güney Çin Denizi değil tanker ve yük gemilerinin geçtiği Malakka Boğazı’nda Çin’e nefes aldırmamak için elinden geleni yapıyor.

Ya Çin? Pek ürkmüşe benzemiyor. Aksine emin adımlarla kuşatmaya karşı sadece ticari değil askeri olarak da küresel mobilizasyon yeteneğini konuşturuyor. ABD’nin küre üzerindeki 272 savaş gemisi ve denizaltısına karşın Çin donanmasının sulara indirdiği gemi ve denizaltı sayısı 300’ü geçti.

Çin’in son yıllarda en fazla ağırlık verdiği konu İpek Yolu’nun yeniden diriltilmesi. Ne var ki bu hatların geçtiği güzergâhlar ABD’nin döşediği mayınlarla dolu. ABD, 2001’den bu yana tam da İpek Yolu’nun kolları üzerinde açtığı savaşlara 4.8 trilyon dolar harcadı.

Çin’in hareketleri tek düze değil. Pekin, ŞİO’daki ortaklarıyla ikili zeminde ilişkiler geliştiriyor. Bu ilişkinin dikkat çekici boyutlarından biri Çin’in alternatif kredi kaynağı haline gelmesidir. Mesela Gazprom’a 2.1 milyar dolar, Arktik bölgesindeki Yamal LNG’ye de 12 milyar dolarlık kredi açtı. Pekin krediler karşılığında ikili ticareti ve yatırımları artırmaya yönelik şartlar koşuyor.

Bu hamlelerle Rusya ve Çin ABD’ye “Artık küresel köyün tek bekçisi sen değilsin” diyor. Ruslar, 25 Ekim’de güç dengesinin yeni ağırlıkları olan Şanghay İşbirliği Örgütü, Ortak Güvenlik Anlaşması Örgütü, Bağımsız Devletler Topluluğu temsilcilerini BM Güvenlik Konseyi toplantısına çağırarak BM’nin bu örgütlerle işbirliği yapmasını istedi. Batı’nın kontrolündeki kurumların tekelini kırmaya yönelik bir hamleydi. Tabii ABD taş koydu.

***

Özetle güç dengesi batıdan doğuya kayıyor. Oyunun ölçeği çok büyük. Şanghay İşbirliği Örgütü’ne 2017’de Hindistan gibi büyük bir potansiyelin yanı sıra Çin’in son yıllarda stratejik ortaklıklar geliştirdiği Pakistan da giriyor. Gözlemci statüsündeki İran da kapıda bekliyor. Amerikalıların korktuğu kadar var: Asya’daki dev harbiden uyanıyor.

***

Peki, burada Türkiye’nin yeni nedir? Türkiye, Batı’dan kopmadan doğu yakasındaki bu muazzam güç birikimi ile nasıl bir ortaklık kurabilir?

Evvela şunu vurgulayalım: Şanghay’a giden yol sadece Rusya’dan geçmiyor. Çin seddini de aşmak gerekiyor.

Rusya ve Çin, Türkiye’nin eksen değiştirmesini pekâlâ memnuniyetle karşılayabilir ama onlar da Türk hükümetinden emin değiller. Bir kere kendine yeni bir eksen arayan ülkenin öngörülebilir olması gerekiyor. Her halde iş ciddiyete bindiğinde hem Çin-Rus ekseni hem de Batı kanadı aynı soruyu soracaktır:

“ABD’nin komutasındaki NATO ile Amerikan hegemonyasına karşı gelişen ŞİO’da aynı anda nasıl olacaksınız?”

Pekin’in olası tutumuyla ilgili bir husus daha var: Çinliler, Doğu Türkistan’daki radikal İslamcı meydan okuma nedeniyle epeyce kaygılılar. Çin, Türkiye’nin bölge politikasından dolayı mutsuz. Çinliler, Uygurların Suriye’de IŞİD ve Nusra’nın saflarında savaşa katılmasından dolayı da Türkiye’yi sorumlu tutuyor. Eğer Pekin, Türkiye’ye yeşil ışık yakacaksa terörle mücadele çerçevesinde özel bir fasıl açacaktır.

Çin fazla göze batmadan Suriye ile askeri ilişki geliştiriyor. Çinliler burada sadece Ortadoğu denkleminde olma amacıyla değil yarın kendilerini evde vuracak tehdidi Suriye’deyken bertaraf etme beklentisiyle hareket ediyorlar.

Şanghay perspektifinin ABD ile ilişkileri nasıl etkileyeceği de çok önemli. ABD’de iktidardaki iki parti yer değiştirir ama Asya-Pasifik siyaseti kolay kolay değişmez. Yeni Başkan Donald Trump, Japonlar ve Korelilere, “Sizi koruyacaksam benim çıkarım ne olacak” diyerek tüccar kesilse de ABD’nin Çin’i baskılama stratejisinden vazgeçemez. Yani buna izin vermezler.

ABD’nin 1991’den beri izlediği temel strateji Batı Avrupa, eski SSCB toprakları ve Güney-Batı Asya’da bir devleti küresel güce kavuşturacak kaynaklara erişimini engellemektir. Kafkasya, Orta Asya, Doğu Avrupa ve Ortadoğu’daki Amerikan müdahaleleri bu stratejiden bağımsız ele alınamaz. O yüzden bu hedefe göre Trump’a da bir ayar çekilecektir.

Ankara bir tarafta Trump döneminde Atlantik’le yeni bir başlangıç hayali kuruyor. Diğer tarafta ABD’nin öncelikli tehdit saydığı iki güçle saf tutuyor. Oval Ofis’te kim oturursa otursun NATO’daki bir müttefikin Çin ile ABD arasında kurulan tahterevallide gidip ağırlığını karşı tarafa bindirmesine seyirci kalmaz. Yani Şanghay yolu görünenden hayli uzun ve taşlı.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.