Barış müzakerecisi Padraig O’Malley ile barış umudunu konuştuk (1)
IRA’nın barış müzakerelerinde görev almış, Mandela’yla uzun yıllar mesai yapmış, ve üniversitelerde ‘çatışma çözümleri’ üzerine dersler veren 74 yaşındaki Padraig O’Malley ile Ankara’da buluştuk.
Dünyanın en enteresan insanlarından biriyle bir “peacemaker”la yani ‘barış müzakerecisi’ ile konuştuk. Adı, Padraig O’Malley. Aslen İrlandalı ama tüm dünya onun evi. İşi, çatışmalı bölgelerde tarafları masaya oturtmak. İlginç yöntemleri ve bir o kadar önemli tespitleri var.
IRA’nın barış müzakerelerinde görev almış, Mandela’yla uzun yıllar mesai yapmış, Filistin’den Irak’a birçok yerde çatışmaları çözmek için çalışmış ve farklı üniversitelerde ‘çatışma çözümleri’ üzerine dersler veren 74 yaşındaki Profesör Padraig O’Malley ile Ankara’da buluştuk. Onu buraya hangi rüzgârın attığı sorusunun cevabı, yarınki yazıda. Önce O’Malley’in bizde en çok iz bırakan sözüne kulak verin, “O masaya bugün ya da 20 yıl sonra mutlaka oturulacak. Fark eden tek şey ölen insan sayısı olacak.”
Söyleşide katkısı bulunan Şeyda Sever de tıpkı söyleştiğimiz O’Malley gibi bir dünya vatandaşı. O yüzden aynı dilden konuşulan bir sohbet oldu. Sever, kâh Somali’de kâh Hindistan’da sivil toplum örgütleriyle buluşarak insanlığın güzel yarınları için çalışan özel bir insan. Kendisi O’Malley’in Duvar’ın sorularına verdiği yanıtlarda ‘tarafsız’ sıfatını sonuna kadar hak eden üslubuna hayran kaldı, bense memleketimiz için hâlâ barış umudu var mı diye ipuçları aradım ve ortaya bu söyleşi çıktı.
“TÜRKİYE’NİN AB ÜYELİĞİNİ GÖREMEYECEĞİM”
Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu size özetleyeyim mi? Neler biliyorsunuz Türkiye hakkında?
Uzun zamandır Türkiye ile ilgileniyorum ve Türkiye’yi bildiğimi düşünüyorum. Türkiye’nin AB üyesi olması gerektiğini, Asya ile Avrupa arasında bir köprü olabileceğini, Türkiye’nin Asya ile Avrupa arasında dengeleyici, arabulucu bir rolü olacağını düşünüyordum ve bunların olmaması beni büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. AB’nin müzakereleri dondurma kararı da… Sanırım Türkiye’nin AB üyeliğini hayatım boyunca göremeyeceğim. Görebileceğimi umut ediyordum ama göremeyeceğimi anlamak bende büyük bir hayal kırıklığı yarattı.
Kürtlerle ve PKK ile yaşanan meselelerde Hükümetin tavrını da biliyorum. Hükümetin, Suriyeli Kürtlerin sınırdaki bazı bölgeleri ele geçirmesinden duyduğu rahatsızlığın da farkındayım ve daha büyük problemlerin yaklaştığını da görüyorum çünkü Erdoğan, Suriye sınırındaki bir Kürt devleti fikrini kabul etmeyecektir. Amerika’nın buradaki politikası ve PYD’yi desteklemesi… Amerika Suriyeli Kürtleri destekliyor ve IŞİD’le mücadelede onları müttefik olarak görüyor.
“İKİ TARAF DA BİRBİRİNİ YENEMEYECEĞİNİ ANLADIĞI ZAMAN…”
O zaman hemen konuya girelim. ‘Müzakere için en doğru zaman en zor zamanlardır’ diyorsunuz. Türkiye işin şu an mümkün mü böyle bir ihtimal?
Benim bu sözüm daha çok Kuzey İrlanda meselesiyle alakalıydı. İki taraf da birbirini yenemeyeceğini anladığı zaman birbirleriyle konuşmaya başladılar. O zaman barış müzakereleri başladı. IRA İngilizleri yenemedi, İngilizler de IRA’yı yenemedi. O noktadan itibaren gidebilecek hiçbir yol kalmamıştı ve barış müzakereleri başladı. Savaşın devam ettirilmesinin hiçbir sonucu değiştiremeyeceğini anladılar.
“GENÇ İŞSİZLİK, PKK’YE KATILMA SÜRECİNİ HIZLANDIRIYOR”
Bu açıdan bakınca Türkiye için umut var mı?
Ben her zaman umutluyumdur. Bu sürdürülebilir bir durum değil Türkiye için de. Burada ek bir sorun daha var. Türkiye’de genç işsizliğinin yüksek olması konuyla ilgili olarak büyük bir sorun yaratıyor. Özellikle genç Kürt erkekleri ve kadınlarında işsizliğin yüksek olması, kaybedecek bir şeyleri olmaması. Bu durum Kürt gençlerinin PKK’ye katılma sürecini hızlandırıyor ve PKK’nin onlara yaklaşımını da etkiliyor.
Bu İrlanda’da da oldu. Batı Belfast’ta. İşsizliğin ve yoksulluğun çok yoğun olduğu ve IRA’nın çok güçlü olduğu bir bölgeydi Batı Belfast ve bu gençlere IRA çok kolay yaklaştı, onlar da çok hızlı biçimde örgütün içine katıldılar. Hayatı boyunca kendisinin önemli olduğunu düşünmeyen bu işsiz kitle hayatına bir anlam kazandırıyor ve kendisini önemli hissediyor, ülkesinin özgürlüğü için savaştığını düşünüyor. Türkiye’de de Kürtler için eğer hayatında kaybedecek bir şey yoksa kendi bölgesinde bağımsız bir yapı için mücadele etme hissiyatı önemli bir şeye dönüşüyor.
Türkiye’deki Kürtlerin gelecekteki durumuna ilişkin tahminde bulunmak gerçekten çok zor çünkü Kürtler, Kuzey İrlanda’dan farklı olarak Türkiye’nin her yerindeler. Hatta Suriye’de, İran’da da varlar ve Irak’ta bağımsız bir bölgeleri var.
En olası, Irak’ta bağımsız bir Kürt devletinin olmasıdır çünkü Kürtlere bağımsız bir ülke sözü verildi 1923’te. Birinci Dünya Savaşı sonrası imzalanan anlaşmada Kürtlere bağımsız bir ülke sözü verilmişti.
Kürtlerin farklı liderleri var. Farklı ülkelerdeki liderleri bölünmüş durumda. İran, Suriye, Irak, Türkiye’deki Kürtlerin ortak bir liderleri yok ve bir araya gelme ihtimalleri düşük.
“İÇ SAVAŞ BİR ÜLKENİN BAŞINA GELEBİLECEK EN KÖTÜ ŞEYDİR”
Türkiye’de özerklik isteyen Kürtler PKK ile aynı çizgideler. Suriye’deki PYD de öyle.
Buna katılıyorum ama birleşik bir Kürt liderliği anlamına gelmiyor bu çünkü bütün bu ülkelerdeki Kürt hareketlerinin talepleri farklı. Bazıları bağımsızlık, bazıları özerklik istiyor.
Bu İrlanda’da da oldu. 1922’de. Bir grup bağımsız ülke statüsü istedi, bağımsız bir ülke olacağız ve Kraliçeyi kabul edeceğiz dedi. Diğer grup Cumhuriyet istiyordu. Dolayısıyla Kraliçeyi kabul edenlerle Cumhuriyet isteyenler arasında İrlanda’da iç savaş yaşandı. İrlanda’daki iç savaşta İngilizlerin öldürdüğünden daha fazla İrlandalı birbirini öldürdü. Aslında bir iç savaş bir ülkenin başına gelebilecek en kötü şeydir.
“BUGÜN VEYA 20 YIL SONRA MÜZAKERE BAŞLAYACAK TEK FARK DAHA FAZLA İNSAN ÖLMÜŞ OLACAK”
Bizim de en büyük korkumuz o. Hayatı boyunca barış için mücadele etmiş ve sizinle yaşıt olan Ahmet Türk şu an cezaevinde. Kendisi müzakere edilebilir son kuşak biziz, yeni kuşakla konuşmanız çok zor olacak demişti, öyle de oldu. Daha genç nesil yaşananlardan sonra barış demiyor artık. Bunları nasıl aşacağız?
Türk Hükümetinin bir sonuçla gelmesi lazım. Ne kadar çok Kürt’ü, ne kadar uzun süreli hapse atarsanız atın sorunu çözemezsiniz. Kürtleri hapse atmak çözüm değildir tam tersi sorunun daha da çözümsüz hale gelmesidir. Hükümetin bunu kabul etmesi lazım. Türk halkının da Kürt halkının da iki tarafın da birbirleri üzerinde uyguladıkları şiddet ne kadar artarsa artsın bunun çözüm olmayacağını kabul etmesi gerekir. Bugün ya da 10 yıl sonra veya 20 yıl sonra mutlaka müzakereye başlayacaklar. Aradaki tek fark 20 yıl sonra daha fazla insanın ölmüş olacağıdır. Bu gerçeği her iki taraf da kabul etmeli, bu gerçeği görmeli.
SRİ LANKA, SORUNUN ÖLDÜREREK ÇÖZÜLEMEYECEĞİNİN ÖRNEĞİ
Türkiye’de ‘şehitlik’ kavramı var. İslami bu kavram devlet adına savaşıp ölenler tarafından kabul görüyor, ölüm yüceltiliyor. PKK seküler bir örgüt olmasına rağmen aynı kavramı o da sahiplenmiş durumda. Tüm çatışma bölgelerinde şiddet bir şekilde kutsanıyor mu?
Saddam Hüseyin Hükümeti ile Kürtler arasında benzer bir durum vardı. İki taraf da bu çaba içerisinde ölmenin kutsal olduğunu ve böyle bir ölümün sonunda cennete gidileceğini söylüyordu.
Bir sorunu sonlandırmanın sadece iki yolu var. Ya tamamını öldürürsün, Sri Lanka’da böyle oldu. Herkesi öldürdüler. Tamil militanlarının tamamını öldürdüler ve kazandılar ama sorun orada bitmedi. Kazananlar hiçbir zaman bu işin içinden çıkamadılar çünkü bir sürü şiddet vardı. Gerilla olmayan Tamil halkı için orada yaşamak çok zordu. Onlara bağımsız bir yönetim şekli verilmediği durumda yeni gerillalar ortaya çıkacaktı. Sorun bir süreliğine çözülmüş gibi oldu ama problemin kökenleri yok olmadı çünkü halk oradaydı.
“HERKES KENDİ SORUNUNUN ÇÖZÜLEMEZ OLDUĞUNU ZANNEDER”
Birbirinden çok farklı çatışmalı bölgelerde çalıştınız. İrlanda’dan Güney Afrika’ya, Filistin’den Irak’a… Peki hepsinin ortak özelliği nedir?
Hepsinde sivillerin dâhil olduğu bir çatışma vardı. Gittiğim bütün ülkelerde herkes kendi sorununun dünyanın başka bir yerinde olmayacak kadar özel ve önemli olduğunu düşünüyordu. Bizim kendimize has sorunlarımız var diyorlardı. Sorunların çok büyük ve çözmenin mümkün olmadığı yönünde herkes hemfikirdi bütün ülkelerde. İkincisi de bundan daha iyisi ya da daha kötüsü olmaz hissiyatı vardı her yerde. Her iki taraf da diğerinin kendisinden daha fazla hakka sahip olduğunu iddia ediyordu halklar arasında.
“AKADEMİSYENLER İKİ TARAFA DA ÇAĞRI YAPMALIYDI”
Her iki tarafa da eşit yaklaşıyorsunuz ama bir tarafta devlet var. Bir örnek vereceğim. Türkiye’de ‘Barış Akademisyenleri’ bir metne imza attılar ve şöyle dediler, “Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini talep ediyor, bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyoruz…”
Bence iki tarafa da çağrı yapmalıydılar. Eğer şiddetin durmasını istiyorsanız ikisine birden çağrı yapmanız gerekir. Sadece çatışmanın sona ermesi de yetmez. Çözüm sürecinin başlaması üzerine de bir çağrı yapmalısınız. Bunu yapmazsanız çatışmanın durması, Hükümetin kazandığı algısını yaratır.
Barış akademisyenlerinin metninde müzakerelerin başlaması çağrısı da vardı. Ancak devletle PKK’yi eş değer gördükleri gibi bir algıyla Hükümetin hedefi haline geldiler. İşlerinden oluyorlar, haklarında soruşturmalar açılıyor. ‘Terör örgütü propagandası yapmak’la yani PKK propagandası yapmakla suçlanan çok sayıda öğretmen, kamu çalışanı işinden atıldı/atılıyor.
İki tarafta da şiddet var hem Türk Hükümeti hem de PKK tarafında. Dolayısıyla PKK görüşmelerin başlaması için çatışmaları durdurması gerektiğini fark etmeli. Bir tarafın çatışmayı durdurmasını beklemek çözüm değil.
Ben bu örgütlere terörist organizasyon demekten hoşlanmıyorum çünkü öyle demek hükümetin diliyle konuşmak anlamına gelir. Onlar kendilerine bağımsızlık ordusu diyorlar. İngiliz Hükümeti onlara terörist dedi ama İrlanda’da IRA’yı, şiddeti desteklemeyenler bile onlara terörist demedi çünkü İngiliz sömürgelerinde de hükümete karşı verilen bağımsızlık mücadelesi özgürlük getiren bir şeydir ve ulvi bir mücadeledir.
“O MASAYA MUTLAKA OTURACAKLAR”
Hükümet müzakere sürecini Abdullah Öcalan’la yürüttü. O görüşmelere HDP’li bir grup parlamenter de katılıyordu. Ancak bir süredir Öcalan’la avukatları dahi görüştürülmüyor. Sizce devlet yetkilileri Öcalan’la görüşüyor mudur?
Belki parlamento üyeleri olmayabilir ama bence Türk Hükümeti de Öcalan’la sık sık konuşuyor, bunda hiçbir şüphem yok. Birbirleriyle savaşırken bile IRA ve devlet hâlâ başka bir platformda görüşüyordu. Abdullah Öcalan, bence Kürtlerin Mandelası. Mandela hapisteyken beyazların hükümeti onunla konuşuyordu.
Savaşırken de görüşülebilir. Güney Afrika’da da böyle oldu. Bu görüşmeler daha çok o örgütün üyeleri arasından değil örgütü temsil eden ama örgüt üyesi olmayan başka insanlar tarafından yürütülüyordu.
Hükümetin bütün PKK’yi yok ettiğini düşünsek bile bu çok kısa süre için sorunu çözer ama asıl sorunu hiçbir zaman çözmez. Şu anda çatışmayı durdurup masaya oturabilirler ya da masaya 20 sene sonra oturabilirler ama o masaya mutlaka oturacaklar.
Yarın: Türkiye’nin diğer çatışmalı bölgelerden farkı ‘kimlik’ sorunu…