Bütün zulümlerin sonu bir utanç müzesi olacak
Saddam döneminin 'Amna Süraka'sı yani 'Kızıl Emniyet'i Kürtlere yapılan zulmün merkezi, soykırımın son durağıyken şimdi 'utanç müzesi' olarak bir döneme tanıklık ediyor. Saddam'ın Bölge Emniyet Müdürlüğü olarak yaptırdığı Federe Kürdistan Bölgesi'nin Süleymaniye kentindeki binanın her köşesi ayrı bir işkence, bambaşka bir zulüm için tasarlanmış 'kötülük mimarisi' anıtı sanki. Aynı zamanda zalimlerin kulaklarına küpe olacak kadar da öğretici bir mekan...
Duvarlarda on binlerce kırık ayna var. Tavandaki binlerce ampulün ışığı koridor boyunca duvarlardaki kırık aynalardan yansıyor.
Sanki çılgın bir dekoratör gerçek üstü bir deneme yapmış gibi...
Aslında hiç de öyle değil.
Duvarlardaki 182 bin kırık ayna, Saddam'ın 1980'lerin sonuna doğru Kürtlere yönelik yaptığı bir soykırım girişimi olan Enfal operasyonunda yaşamını yitiren 182 bin kurbanı simgeliyor. Bu aynaları aydınlatan ampüllerin sayısı 4 bin 500. Her bir ampül Saddam'ın Enfal operasyonu sırasında yıktığı 4 bin 500 köyden birini ifade ediyor.
Bu kırık aynalı koridorun ilerisinde, kalın duvarların arkasında her bir köşesinde ayrı bir işkencenin uygulandığı, zulmün sınır tanımadığı bölümler, odalar, hücreler var.
Ama bu bina, yani Saddam'ın bölge emniyet müdürlüğü "Amna Süraka" yani "Kızıl Emniyet" ayrıca Irak'ta Kürtlerin son ayaklanmasının da simgesi olmuş. Duvarlarındaki her bir kurşun izi; bir diktatörün zulmüne, soykırıma kalkışmasına, binlerce insanı öldürmesine karşı bir halkın önlenemez isyanının en anlamlı işareti olarak aynen korunmuş.
Kürtlerin Saddam'a bu isyanını anlamak için dönülebilecek en yakın tarih Enfal operasyonu.
El-Enfal... Arapça'da yeniden fethetme, ganimet... Kur'anda bir sure...
'KÜRTLERİN BÜTÜN EVLERİ YIKILACAK'
Saddam yönetimindeki Baas Partisi yönetiminin Irak'ta Kürt sorununu bir defada ve sonsuza dek çözmek üzere devletin tüm kaynaklarını seferber ederek giriştiği kanlı bu kanlı operasyonun resmi adıdır Enfal.
Kerkük'te bulunan Baas Partisi Kuzey Bürosu'nun başına Mart 1987'de Ali Hasan el-Mecid'in yani namı diğer "Kimyasal Ali"nin atanmasıyla planlanmaya başlanır bu soykırım operasyonu.
1988 Şubat'ı sonunda başlanan operasyonun bütününü altı ayrı coğrafi bölgede, birbirinin devamı olarak tasarlanmış toplam sekiz askeri saldırı oluşturuyordu.
Bölge yöneticilerini, komutanları Kerkük'te toplamıştı "Kimyasal Ali". Erbil, Duhok, Süleymaniye, Kerkük valileri ile Birinci ve Beşinci Kolordu komutanları, Baas Partisi üst düzey yetkilileri katılmıştı toplantıya. Öfkeli bir ses tonuyla konuşmuştu Ali Hasan el-Mecid:
"Erbil ovasındaki Kürt köylerinde yıkılmamış tek bir ev bile kalmayacak. Yalnızca Arap köyleri kalacak. Ben gelip denetleyeceğim ve dokunulmamış tek bir ev görürsem, bundan oradaki birliğin komutanını sorumlu tutarım."
Enfal operasyonu 23 Şubat sabahı Sergeli köyüne yapılan saldırıyla başlamıştı. Hava Kuvvetleri, Cumhuriyet Muhafızları uçaklarla, tanklarla, toplarla saldırıyordu. Saldırının hedefinde sadece YNK ve KDP peşmergeleri yoktu. Karargah kurulan köyler, peşmergelere destek veren köylüler de hedefteydi. Halk dağlara doğru kaçıyordu. İran'a doğru uzanan dağlar karla kaplıydı. Açlıktan, yorgunluktan, soğuktan yaşamını yitiriyordu insanlar.
16 Mart sabahı saldırının hedefinde Halepçe vardı. Yıllardır süren İran-Irak savaşı nedeniyle top seslerine alışkın olan halk yaşamın rutinine dönen bir saldırıyla karşı karşıya olduğunu sanmıştı. Her zaman olduğu gibi evlerinin altına yapılan sığınaklara girmişlerdi. Ancak bu kez hardal ve fosfordan oluşan kimyasal gazlar atılıyordu. Beş bin insan yaşamını yitirmişti bu saldırıda.
Artık Baas yönetimi her yerleşimde Kürtlerin üzerinde kimyasal silah kullanıyor, bütün coğrafyada yaşamı köküne kadar kurutuyordu.
Görgü tanıkları yaşadıklarını "Bu saldırı çok farklıydı. Bombalardan çıkan duman yükselmiyor, arazinin üstüne çöküyordu. Hoş bir nane kokusu yayılıyordu. Yaralananların ağzından beyaz köpük çıkıyordu. Vücutlarıysa yanmış gibi kapkaraydı" diye anlatıyorlardı.
Soykırımın ilk aşamasında kimyasal silahlarla saldırılıyor, sonra sağ kalanların ortadan kaldırılması için "süpürme harekatı" yapılıyordu.
İşte bu Enfal operasyonu sırasında Saddam'ın kimyasal silahlarından kaçan yüz binlerce Kürt, Türkiye sınırına dayanmıştı.
ZULME KARŞI BÜYÜK İSYAN
Bazı sağ yakalananların getirildiği yerlerin başında da Süleymaniye'de bulunan Amna Süraka geliyordu.
Bunlardan biri de çok küçük yaşta yakalanıp Süleymaniye'ye getirilen Salih Rüstem Namık:
"Bir gece askerler geldi, beni yakaladılar. Bana Hacı Şukür'ü sordular. Keler karakolunda üç gece tuttular. Bir elimi yanımdaki karyolalardan birine, diğerini de başka bir karyolaya bağlamışlardı. Hareket etme imkanım hiç yoktu. Üç günden sonra beni Süleymaniye emniyetine naklettiler. Orada gözlerim bağlıydı. Beni merdivenin önüne götürüp, merdivenden attılar. O gün çok kötü bir gündü, hayatımın en kötü günüydü. Çocuktum da, öyle birşey hiç görmemiştim. Beni geniş bir salona götürdüler. Bir duvarın dibinde dediler 'burada otur, hareket etme'. Ben de çok açtım. Gözlerimin bağını biraz kaldırdım, gözlerim kararıyordu. Baktım önümde bir çöp tenekesi. Çöpün içine baktım, bir sabun parçası buldum. Aldım onu yedim. O kadar açtım. Sonunda beni hapse attılar. Aynı hücrede 250-300 kişi vardı. O hapiste 18 gün kaldım. Bitler üzerimizde karıncalar gibi yol yapmıştı. Hepimize bit girmişti. İnsanlar hayatlarındaki en kötü günleri yaşadılar."
İşte bu zulüm ve soykırım sürecinde saptanabilen 182 bin kişi yaşamını yitirmişti.
Çok geçmeden Saddam'a karşı 5 Mart 1991'de "Raperin" dedikleri ayaklanmayı başlattı Kürtler.
Daha ikinci günündeyken isyan, 7 Mart'ta işte Süleymaniye'deki Amna Süraka'yı, yani dış cephesinin renginden dolayı verilen adıyla "Kızıl Emniyet"in çevresini kuşatmıştı binlerce Kürt.
Saddam'ın Süleymaniye'deki askerleri, polisleri, subayları, işkencecileri bu binaya sığınmıştı.
Mermileri bitene kadar ateş etmişlerdi binayı kuşatan halkın üzerine. Yüzlerce Kürt yaşamını yitirdi bu kuşatmada. Ama sonunda Saddam'ın tam 846 adamının sığındığı Kızıl Emniyet'i ele geçirdiler. İçeridekilerin hepsini öldürdüler.
'ZULÜMLE ABAD OLANIN...'
"Kızıl Emniyet" binasının önünde Saddam döneminden kalan tanklar, toplar, zırhlı araçlar, makineli tüfekler var. Bir zamanların "ölüm makineleri" şimdi müzeye dönüştürülmüş bu binaların önünde öyle zavallı duruyor ki...
Binanın inşaatı 30 Eylül 1979 tarihinde başlanmış. Yaklaşık 17 bin metrekare üzerine kurulu.
Yapımı beş yıl sürmüş, 1984'te hizmete girmiş.
İki ana binadan oluşuyor Saddam'ın emniyet müdürlüğü. Bir taraftaki bina emniyetin yönetim yeri. Ofisler burada yer alıyor.
Karşısındaki binada ise nezarethaneler, hücreler, işkence odaları var.
Mimarisi o dönemin Demokratik Alman yani Doğu Alman mimarlar tarafından gerçekleştirilmiş. Ancak binanın içindeki tecrit ve işkence bölmeleri için özel döşemeler ise Saddam rejiminin güvendiği mimarlara yaptırılmış.
Tam bir "kötülük mimarisi" anıtı olarak duruyor karşınızda.
İşkence merkezi olarak kullanılan ikinci binanın girişinde çok çarpıcı bir görüntü karşılıyor insanı. Duvarlara tam 182 bin ayna parçası sabitlenmiş. 4 bin 500 ampülün ışığı da bu binlerce parça aynaya çarpıyor. Bunlar Enfal'deki 182 bin kurbanı ve yıkılan 4 bin 500 Kürt köyünü simgeliyor.
Nezarethane olarak kullanılan bölümde eski ve kirli battaniyeler var. İçeri atılanlar bu bölmelerde üst üste kalırlarmış.
Bir de tek kişilik hücreler var. Öyle dar ki, içeri girip fotoğraf çekerken bile zorlanıyor insan.
Hücrelerin birine bir heykel konulmuş. Kürt bir öğretmen olan Mamoste Ahmet'in heykeli bu. YNK üyesiymiş. İki yıl bu hücrede tutulup daha sonra Bağdat'ta idam edilmiş.
Bir de işkence odaları var. Birinde üç kişinin falakaya yatırdığı bir insanı, bir başkasında Filistin askısına alınmış bir başkasını görüyoruz.
Müzeyi gezdikçe insanın içine büyük bir acı saplanıyor.
Yeni bir bölümde üstü başı yırtılmış bir kadınla yanındaki küçük kızın heykelini görüyoruz. Burası tecavüz koğuşlarıymış. Bir işkence yöntemi olarak çok yoğun kullanılmış Saddam döneminde tecavüz. Temel amaç da rejime karşı dağa çıkan peşmergelerin dirençlerini kırmak...
Kimi duvarın dibinde, kimi merdivenin trabzanlarına kelepçelenmiş heykellere rastlıyoruz.
Nezarethanelerin, koğuşların, hücrelerin duvarlarındaki yazılar özel olarak koruma altına alınmış. Duvarların kaplandığı pleksiglas levhaların altında bir yazı var:
"Ben Kenan Hüseyin. Bir yıldır buradayım. 15 yaşında girdim. Şimdi 16 yaşındayım. Anne baba ben galiba dönemeyeceğim."
"İşkence müzesi"ne dönüşmüş binayla ilgili bilgilere göre yabana atılmayacak bir tanıklığı var Amna Süraka'nın:
"Baas döneminde bina bu korkunç düzenin temel lokasyonu alarak tanımlanmıştı. Birinci kat sorgulama merkezi olarak kullanılmaktaydı. Birinci kata paralel olan diğer iki kat ise tutuklu ve gözaltına alınanlar için ayrılmış durumdaydı. Erkekler, kadınlar ve çocuk tutuklular farklı olarak tutulmaktaydı. Dahası tek kişilik hücreler ve diğer odalardan ayrıştırılmış, izole işkence odaları bulunmaktaydı. Baas zamanında bina vatandaşları izleyen güvenlik operasyon birimlerinin merkez kontrol noktası ve Süleymaniye'deki yazılı basını kontrol eden güvenlik operasyonlarının merkeziydi. Bina Kürt ulusal kimliğinin yükselişine tanıklık etmiş ve yükselişi durdurma eylemlerine öncülük etmiştir."
Gezerken insanın içini daraltıyor Amna Süraka. Dışarı çıkınca derin bir soluk alma ihtiyacı hissediyorsunuz.
Bir "zulüm anıtı" aslında burası. Yaşadıkları soykırımı, Saddam'ın kanlı rejimini, sırf etnik kökenlerinden dolayı gördükleri zalimce işkenceyi unutmasınlar diye 20 yıl önce müzeye dönüştürmüş Kürtler, Saddam'ın "işkence sarayı"nı.
Aynı zamanda zalimlerin değil kulaklarına küpe, burunlarına halka olacak kadar da öğretici bir mekan...
Bir "ibret anıtı" aynı zamanda. Üzerinde koskocaman bir yazı yok ama bütün diktatörlere haykırıyor sanki:
"Zulümle abad olanın akibeti berbat olur."
... ve Amna Süraka'yı yani "Kızıl Emniyet"i görünce başka bir ışık doğuyor insanın içine, artık emin oluyorsunuz; bütün zulümlerin sonu bir utanç müzesi olacak.