YAZARLAR

Her yer karanlık...

Sabah uyanıyoruz, karanlık. Giyiniyoruz, karanlık. Evden çıkıyoruz, karanlık. Yürüyoruz, karanlık. Çocuklar okula gidiyor, karanlık. Büyükler işe gidiyor, karanlık.

Sesim güzel olsaydı, bu aralar her sabah, güne “Makber” söyleyerek başlardım. Avazım çıktığı kadar, makamlı makamlı söylerdim hem de. Mecazi anlamdaki çeşit çeşit karanlıkların üstüne, gerçek karanlık da eklendi çünkü.

44 yıldır kesintisiz uygulanan “kış saati”nin Eylül başında, hop diye bitirilmesine karar verildi. Saatler geri alınmadı, kullandığımız zaman dilimi değişti.

Bizimle birlikte bu zaman dilimini kullanan ülkelere bakalım:

Suudi Arabistan, Irak, Etiyopya, Tanzanya, Somali, Sudan, Madagaskar, Kuveyt, Yemen, Katar, Batı Rusya, Beyaz Rusya, Kenya, Cibuti ve Uganda.

Sabah uyanıyoruz, karanlık. Giyiniyoruz, karanlık. Evden çıkıyoruz, karanlık. Yürüyoruz, karanlık. Çocuklar okula gidiyor, karanlık. Büyükler işe gidiyor, karanlık.

Sonra yavaş yavaş güneş doğuyor, hava aydınlanıyor. Çocuklar, çoktan okula girdikleri için güneşi pek göremiyorlar ama olsun. Böylece, sabah sabah gözleri kamaşmıyor. Gece uyurken bıraktıkları yerden, hayatlarına devam ediyorlar. Ne şanslılar.

Güneşi göremeden işe gelen büyükler için de zaten her iş yerinde, birkaç beyaz floresan (ya da aynı sinir bozuculukta aydınlatan ama tipi daha havalı lambalar) vardır mutlaka. Güneşe gerek yok.

Bu konuda hemen vır vır şikayet etmeden önce, çok düşündüm. (Hem de bu düşünme seansımı, bir öğle saatine denk getirdim ki, güneş tepede olsun, sinirim tepemde olmasın.)

Dedim ki, Türkiye'nin en batısı ve en doğusu arasında, 76 dakika (evet, 1 saat 16 dakika) zaman farkı var. 44 yıldır, doğuda güneş çok erken doğuyordu, saat 11’de de öğlen oluyordu. Şimdi oraların biraz rahatlamış olması lazım. (Iğdır’da ve Edirne’de güneşin doğma saatiyle ilgili karşılaştırmalı bir örnek vererek, bu konuda daha açıklayıcı olmak isterdim ama istemiyorum.)

Sonra dedim ki, bu kış saati uygulamasının kalkmasının kesin bütün memlekete bir yararı vardır. Yoksa bir devlet, neden ülkenin yarıdan fazlasındaki çocukların okula gece yolculuğu yaparak gitmesine razı olsun? Neden insanların güneşsiz sabahlara uyanmasına göz yumsun? İnsanların işleri aksarken, öylece dursun?

İşte bu sorularıma cevap ararken, İstanbul Teknik Üniversitesi’nden konukların katıldığı bir haber program izledim.

Bu iş, İTÜ’nün yaptığı “Yaz Saati Uygulaması Güneş Işınımı, Güneşlenme Süresi ve Elektrik Tüketim Verilerine Bağlı Olarak Analizi ve Modellemesi Projesi” sayesinde olmuş.

İTÜ Rektörü dedi ki; “Biz uzun zamandır bu konuyu konuşuyorduk. Yaklaşık 8 yıldır, aramızda sohbet ediyorduk. Yeni bakanımız işe başlar başlamaz, bu projenin yapılmasını istedi, yaptık.”

Projenin başındaki öğretim üyesi dedi ki; “Meslek olarak meteoroloji mühendisi olduğumuz için, gözlem yapma yeteneğimiz var. Bu yeteneğimizle baktığımız zaman, uzun yıllardır tasarruftan söz ediliyordu fakat gözlemleyince, bir tasarrufun olmadığını hemen anlıyorsunuz. Kış aylarında çalışanlar, karanlığa doğru itiliyorlardı. İnsanlar bir saat fazla uykuya yönlendiriliyordu. Mesainin akşam saatlerine ulaşmasıyla beraber, bir tasarrufun olmadığı, aşikâr olarak ortaya çıkıyordu.” (Evet, tam olarak böyle dedi.)

Eski uygulama, elektrik fiyatının en pahalı olduğu saatlerdeki (17.00 ve 22.00 arasındaki) tüketimi çok artırıyormuş. Şimdi, evler ve sanayi tesisleri çok daha avantajlı olacakmış. Şu anda sabahları her yerde cayır cayır ışıkların yanması, elektrik kullanılması da hiç sorun değilmiş çünkü sabahları elektrik daha ucuzmuş. (Bence, bu hesaptan hiçbir şey anlamadığımı söylemek zorunda değilim.)

Bu sene, Konya’nın yıllık toplam elektrik tüketimine eşit, enerji tasarrufu yapacakmışız. (Konya, elektrik harcamasıyla ünlü bir şehir mi, neden Konya örneği verildi, orayı tam anlamadım.)

Ayrıca, saatlerin geri alındığı dönemlerde, çalışmaya bir saat geç başlayan ve eve hep karanlıkta dönenler için de şimdi çok iyi olmuş; öyle dediler. Psikolojik ve biyolojik ritim yönünden, son derece olumlu (ve şaşırtıcı) şeyler söylediler. Saatler yılda iki kere, bir ileri bir geri alınınca, insanlar adapte olamıyormuş. (44 yıldır adapte olmuşlar ve bu sene mi sorun çıkmış, burayı pek anlamadım.)

Sonuç: “Güneşi daha fazla göreceğimiz ve enerjiyi daha tasarruflu kullanacağımız yeni bir dönem” başlamış.

İşte tam bu noktada kafam karıştı... Sabah karanlıkta uyanan (yani bir türlü uyanamayan) insanların çoğu, işten akşam çıkıyor ve zaten bütün gün güneşi göremiyor ki... Onlar işteyken güneş doğuyor ve batıyor. Nerede, kimlere daha fazla görünüyor bu güneş?

Sanırım, tam bu sorumun cevabı verilecekti ki, program bitti.

Bence, karanlıkta servis bekleyen; korka korka okula giden çocuklara, mutsuz insanlara, son aylarda sabah trafik kazalarındaki artışa da sıra gelecekti ama maalesef program bitti.

Belki program bitmeseydi, kafayı yiyen elektronik aletlerden, telefonlardan, bilgisayarlardan da bahsedeceklerdi.

Bakışlarından anladığım kadarıyla, küresel borsalarla iş yapmanın zorlaşması, uluslararası şirketlerle iş yapan, ihracat yapan insanların hayatının kararması hakkında açıklamalar yapmaları da an meselesiydi ve şansa bakın ki, program bitti.

Belki de çok abartıyorum, büyük resmi göremiyorum. Sadece 1 saat fark için, bu kadar yaygara kopardığıma inanamıyorum. Bu ülkede yaşayıp, karanlıklara hâlâ alışamamış olduğuma ise, hiç inanamıyorum.


Reyya Advan Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 13 yıl, İstanbul’da çeşitli uluslararası reklam ajanslarında, reklam yazarlığı yaptı. Çocuk hikâyeleri ve masallar yazdı. İstanbul’un trafiğine ve nem oranına daha fazla dayanamayarak, Ankara’ya geri döndü. 2009’da, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Reklamcılık, yazarlık, sunum teknikleri gibi alanlarda dersler veriyor. Kurbağalara olan abartılı ilgisi dışında, normal bir insan.