10 maddede işsizlikle yaşama sanatı ve Yılmaz elektrik
Kapı çalıyor, vergi memuru geliyordu. ‘Verginizi ödememişsiniz’ diyordu. ‘Hayır’ diyordu kadın ‘Ben vergimi hep ödüyorum. Her gün kek pişirip, meydandaki evsizlere dağıtıyorum. Size vermiyorum çünkü siz savaş çıkarıp, silahlara harcıyorsunuz.’
Son yazıma devam ediyorum ve eminim ki kısa da olsa geçen bu günlerde daha çok okurum işsiz kalmıştır. İspanyol yönetmen Fernando León’nun geçen hafta da yazıya fotoğraflarını koyduğumuz ‘Güneşli Pazartesi’ filmine ilişkin dedikleriyle başlamak istiyorum: ‘Bana kahramanların değil sıradan insanların filmini yaptığımı söylüyorlar. Hayır, benim filmim işsizler üzerine, buna rağmen yaşamayı sürdürenlerin, yani hepsi birer kahraman olanların üzerine’ diyordu. Şimdi bu 10 maddede işsizlikle yaşama sanatına, kahramanların sanatına devam ediyoruz.
7- Gemi batarken önce safraları atmak gerekiyor. Bu yüzden Arjantin’de, ekonomik kriz sırasında insanlar önce vergileri dışarı atmaya başladılar. Arjantin Pezosu bir yandan her gün hızla değer kaybederken bir de kimsede para olmayınca, insanlar ‘Troque-Takas’a başladı. Birisi bahçesinde yetiştirdiği elmaları getirdi, bir diğeri ineğinin sütünü. Çok kısa bir sürede, insanların ürettiklerini değiştirdiği koca bir Troque-Takas pazarı oluşmaya başladı. Birbirleri ile o hafta değiştirecek bir şeyleri yoktu bazen ama ihtiyaçları devam ettiğinden arkadaşlar birbirlerine ödünç vermeye başladılar. Fakat giderek çok kalabalıklaştılar ve birbirlerini tanımayan insanlar gelmeye başladı. Bu sefer bir Troque defteri tutuluyordu; ‘Metin-15 kilo elma, Zeynep-20 ekmek’ gibi. Verdikleri ürünler kadar pazardan ‘kredi’ alacakları oluyordu ve bunu ihtiyaçları olduğu zaman kullanıyorlardı. Bir süre sonra bu değişimi sağlamak için kağıt ‘kredi’ çıkardılar. Böylece herkes deftere gerek görmeden Troque-Takas yapabiliyordu. Fakat Pazar o kadar büyüdü ki sahte krediler basılmaya başlandı. Bu yüzden ‘filigranlı kredi’ basmaya başladılar. Krizin en üst boyutlara vardığı zamanlarda Troque pazarında bu kredilerle avukat tutabilip, doktora gidebiliyor ve mesela otomobil satın alabiliyordunuz. Büyünce her şey gibi suyu çıkmasına rağmen, hiç yoktan vergi safrası dışarı atıldığı için ekonomik krizde milyonlarca insan yaşamlarını sürdürebiliyordu.
Aşırı ahlakçı arkadaşlarım için bir başka film parçasını anlatmam gerekebilir. Kapı çalıyor, vergi memuru geliyordu. ‘Verginizi ödememişsiniz’ diyordu. ‘Hayır’ diyordu kadın ‘Ben vergimi hep ödüyorum. Her gün kek pişirip, meydandaki evsizlere dağıtıyorum. Size vermiyorum çünkü siz savaş çıkarıp, silahlara harcıyorsunuz.’
Uruguay’da Eski Politik Tutsaklar Sendikası ile konuşuyordum. Eski politik tutsaklardan birinin, mesela çatısı akıyorsa sendikayı arıyordu. Ben gidip çatısını tamir edip 50 kredi alıyordum. Sonra benim çocuğumun, mesela İngilizce dersi alması gerekiyordu; ben sendikayı arıyordum. Bir başkası çocuğuma İngilizce dersi veriyor, kredilerimi orada kullanıyordum. Sendika başkanı, benim eski bir politik tutsak olduğumu biliyordu. Konuşmamız bitince bana sordu; ‘Siz de ne kadar eski ‘politik tutsak var? Kaç sendika var?’ Herkese örgütlenmesi gerektiğini anlatan politik tutsakların kendilerini örgütleyememesi çok trajik değil mi? Kim inanır bize…
8- İspanya’nın Komünar belediyesinin, Marinaleda’nın belediye başkanı ve arkadaşları bir ulusötesi markete giriyorlardı. ‘Vamos-Hadi’ diyordu belediye başkanı Gordillo, hep beraber temel ihtiyaçları market arabalarına doldurup, para ödemeden dışarı çıkıyorlardı. ‘Nasıl ki bir fırtınada dağda kalmış bir insan ihtiyacı için bir evin içine girip ihtiyaçlarını alabiliyorsa, ekonomik kriz sırasında da insanlar ihtiyaçlarını para ödemeden alabilmelidirler. Bu ekonomik krizin sorumlusu biz değiliz.’ diyordu. O zaman bizim nehirlerimizden, çıkartırlarken işçilerimizin yaşamlarını kaybettikleri kömürden, ‘Vatanın kutsal topraklarından’ elde edilen değerlerle, ödediğimiz vergilerle elde edilen elektriğe, suya neden para ödemeliyiz?
Güney Afrika Cumhuriyeti’nin gecekondularında sosyal hareketler ‘U’ şeklinde boru dağıtıyordu. Şirketlerin su saatini geçip tekrar hatta bağlanabiliyordunuz. Yakınlarda bildiri dağıtmak yerine ‘U’ borusu dağıtan, yoksulların ‘su hakkını’ pratiğe geçiren bir siyasal hareket biliyor musunuz?
Rahmetli arkadaşımız Yılmaz, çok akılcı ve hiç ortaya çıkarılamayan yöntemlerle, elektrik saatini atlatıp temel bir ihtiyacın karşılanmasını sağlıyordu. Biz arkadaşlar yanımızda yabancılar varken birbirimize, mesela ısıtıcıyı çalıştıracaksak ‘Yılmaz elektrik mi?’ diye soruyorduk…
Yine aşırı ahlakçı okurlarım için yazmalıyım: ‘İki ay önce, bir önceki ay, bu ay Osmangazi Köprüsü’ne kaç para ödediniz? ‘ O köprüden hiç geçmedim. Hiç para ödemedim. Zaten hiç kimse geçmiyor.’ derseniz yanılıyorsunuz. Köprünün yapımı sırasında şirkete her ay 40.000 araçlık geçiş garantisi verildiğinden ve en kalabalık yaz aylarında bile, en fazla 10-15 bin araç geçtiğinden en az 25.000 aracın parasını siz ödüyorsunuz, ister geçin ister geçmeyin. Yani ‘Yılmaz elektrik’ ‘enformel’ bir direniş biçimden başka bir şey değildir.
Gene uzadı. Bir başka yazıda iki maddeyle devam etmek üzere. Halkın temel ihtiyaçlarından birine ulaşabilmesini sağlayan arkadaşımız, ‘Yılmaz’ı saygıyla anarak…