Bilim din politika fark etmez ataerki her yerde dipdiri
Dört koldan her cepheden saldırı altında kadınlar. Bilim kılıfındaki ataerki de sermayenin hizmetinde, dev sigorta sektörünün kar marjını gözeterek anne bebek ölümlerini özleyen bilimsel (!) buluşlara imza atmış.
Kasım ve Aralık ayları siyasal haklardan şiddetle mücadeleye uzanan geniş bir yelpazede kadın sorunlarının ele alındığı günlerle yüklü. Mevcut kanunların bile uygulanmadığı, dahası çocuk istismarı yasasında olduğu gibi kadın ve kız çocukları açısından gerçekleştirilmiş iyileştirmelerin bile geri alındığı ortamda eylemler, toplantılar, törenler, mesajlar birbirini kovaladı. Yaklaşık 200 yıllık feminist mücadelenin kazanımlarını, devletlerin kadınlara ihsanı gibi sunan siyasi akıl, eşitlik vurgusu içermeyen kutlama mesajlarının mevcut eşitsizliği değiştirmek yerine pekiştirdiğinin farkında mı, bilinmez. Ancak yerleşik önyargılar ve ayrımcılıklar, eşitlik kavramının göz ardı edilişinden beslenip güçleniyor. Nitekim bilimden dine, sokaktan medyaya dünyada ve bizde kadın karşıtlığı yüklüydü geçen hafta.
İlkin 25-26 Kasım tarihlerinde gerçekleştirilen Kadın ve Adalet zirvesinde sn. Bakanın yaptığı eşitlik karşıtı konuşmadan bir alıntıyla başlamak isterim:
“Zirvede konuşan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya: “Verdiğimiz mücadelenin gayesi, coğrafyamızda acı ve gözyaşına boğulan kadınlarımızın elinden alınan onurunu yeniden kazandırmaktır. Eşitlik kavramının dar ve yetersiz anlamı içine sıkışmadan, kadının kendi hakikatine uygun bir saygınlık kazanması bu alandaki en önemli hedefimizdir. Kadını bilgiden, üretimden, aileden ve çocuktan bağımsız gören anlayış, telafisi olmayan bir toplumsal çöküşe zemin hazırlamıştır. Kadını her alanda hak ettiği yere taşımaya çalışırken, onun aile içindeki rolünü görmezlikten gelemeyiz. Modern dünyanın başlıca yanılgılarından biri budur” diye konuştu.”
Kadına onurunu yeniden kazandırmak gibi kadını her alanda hak ettiği yere taşımak gibi üsttenci söylem ciddi bir eleştiri hak ediyorsa da zaman ve enerji tasarrufu adına eşitlik kavramının “dar ve yetersiz” bulunuşunun nelere yol açtığını bir başka alıntıyla göstermek isterim:
“Kadının yuvasında ve yavrusu ile meşgul olması, ilim tahsil etmesine ve sosyal aktivitelerde bulunmaya mani değildir. Kadının en masum ve tatlı meşguliyeti; yavrusu ile meşgul olmasıdır” Kaynak: Hükümetin kadını çalışmaya teşvik etmesi aile hayatını zayıflatıyor"
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sn. Dr. Ayşe Betül Sayan Kaya ve pek çokları eşitlik kavramını açıkça ret ettikleri için kadını çalışma hayatından uzak tutmayı önerenler güç ve cesaret buluyorlar. Kişisel görüşlerini din gibi sunanların son örneğini ilahiyatçı Ebubekir Sifil’in açıklamalarında görüyoruz. Kadın ve erkek insan olma onuruyla eşit kabul edilmediği sürece ve eşitliği kurmak için somut tedbirler alınmadığı sürece ataerkilliği din gibi sunanların önüne geçilemeyecektir. Ataerki, su gibi girdiği her kabın şekline alıp kendi kimyasını sürdürmekte… İslam’ın özünde var olan kadının ekonomik özgürlüğünü yok sayıp ev dışı varoluşunu sosyal aktivitelere indirgemeyi din gibi sunuyor işte ataerkil zihniyet. Allah’ın dinini ataların dinine dönüştüren bu ataerkil zihniyeti besleyen de soyut bir adalet kavramına sığınarak eşitliğin yok sayılması. Kadın ve Adalet Zirvesine kaç kadın örgütü davet edildi, katılanlardan kaçı hak temelli derneklerdi, kaçının tüzüğünde kadının insan haklarını savunmak amacı açıkça yazılıydı, konuşmacılardan kaçı eşitlik ve adalet arasındaki doğru orantıyı yüksek sesle dile getirdi, bilemem. Gerçekten “kadın için adaletin izini sürmek” ise niyet, bilinmeli ki adaletin izi, tozu, yolu eşitlikten geçer. Önce eşit olduğunu kabul eder ancak ondan sonra adaleti tecelli ettirmenin yollarını arayabilirsiniz. Aksi takdirde müphem, muğlak isimlendirmelerle “hak ettiği saygınlık” denilen şeyi başkaları çocuk bakımından ibaret hale getiriverir.
Dört koldan her cepheden saldırı altında kadınlar. Bilim kılıfındaki ataerki de sermayenin hizmetinde, dev sigorta sektörünün kar marjını gözeterek anne bebek ölümlerini özleyen bilimsel (!) buluşlara imza atmış.
Gazete Duvar'ın, 6 Aralık 2016 tarihli haberi, Avusturya’daki Viyana Üniversitesi’nde yapılan araştırmayı konu almış. Habere göre, Viyana Üniversitesi’nden Doktor Philipp Mitteroecker, sezaryen müdahalesi olmasaydı dar kalça geninin sonraki nesillere geçmeyeceğine dikkat çekerek, “Modern tıbbi müdahale olmasaydı, bu tür sorunlar ölümcül hale gelecekti. Evrimsel açıdan, doğal seleksiyondan söz ediyoruz. Dar kalçalı kadınlar 100 yıl önce hayatta kalamazdı. Şu an kalıyorlar ve dar kalça genini kendi kızlarına aktarıyorlar” demiş. Tuhaf şey antibiyotikten kalp piline, kanser tedavisinden organ nakline kadar ölümcül hastalıkları tedavi eden onca sağlık hizmeti doğal seleksiyonu olumsuz etkilemiyor da ille sezaryen, insanlığın geleceğini tehdit eden. Avusturya da Türkiye ve pek çok başka ülke gibi nüfus teşvik politikaları uyguluyor. Kadınların doğurmasını, çok doğurmasını istiyor ama hangi yöntemle doğuracağı kararını kadına bırakmıyor. Bu yeterli mi tabi ki değil bir de doğururken ölmeleri elzem. Böyle buyuruyor sermayenin hizmetindeki sipariş bilimin içine sızmış ataerki.