YAZARLAR

Köftesi bile içli diyar ve Pisa...

‘Öğrenci misin sen, artist mi?’ başkaydı elbet. Öğrencilik ya da artistlik! Demek, ‘artistlik’ okula lüzum olmayan işlerdendi sayın muavinin kafasında. Ya da ‘hakiki mürşidi’ kaybetmiş adamdı artist.

Amin Maalouf, Ortadoğu insanına, ‘Her şeye üzülen ama hiçbir şeyle ilgilenmeyen insanlar’ demişti. İçli köfte tutkunu caz sever olarak üzerime alındım. 'Nasılsın' diye soranlara, 'Türkiye gibiyim' diyorum.

Olay sonrası, iki adımlık mesafeye elli lira fiyat çeken taksicinin fırsatçılığıydı belki ruhumuzda patlayan!

Ne oluyordu gerçekte, patlayan tam olarak neydi? Yanan mahallede saç tarayan şuursuzluk mu? El kadar sabilerin eline idam ipi veren nefretin tohumu muydu patlayıp filizlenen?

Haşlanmakta olan kurbağanın, aniden artan sıcaklıkla sonunu idrak etmesindeki gibi panikteyim. Sonunu düşünen ve asla kahraman olamayacak kurbağa! Kahramanları ve güç figürleri bol olan coğrafyamızda, kimsenin kurbağalara acımadığı yerde.

Ne olduğumuzdan çok, nasıl göründüğümüzle ilgilenmeye devam ederken…

‘İmaj maker’ lar, elleri nasırlılardan daha çok kazanırken…

Ajanslar, Pisa’daki sürünmelerimizi haber veriyordu. Pisa, Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı. Matematik, bilim ve okumada 72 ülke arasında ellinci olmuşuz. Önceki dönemden bile daha geriye düşmüşüz.

Her şeyin en doğrusunu bilen güç figürlerimizin gölgesinde, düşünceli ve  mahcubuz. Yine o güç figürlerinden sadece biri olan müdür muavinlerinin gölgesinde yetişen neslin bu kötü karnesi ise tesadüf değil. Böyle olacağı belliydi...

Yarı insan ömrü kadar geriye gidelim. Güçlü figürler ve ağır gölgeler dönemiydi yine. Kapıda durup saç keserdi. O zamanlar uzun saçla ilim ve fen yapılamıyordu! Sıradan seçerdi seni:

- ‘Gel lan buraya!’

diye höykürdüğünde, dağlanarak damgalanan koyunlara acırdın. Kıldan sebeple, göze batacak kadar ayrışmıştın sürüden. Darp edilmiş memlekette böyle lakaytlıklara yer olmazdı netekim! Başıbozuk sivillerin memleketi ne hale getirdiği ortadaydı zira! Eğitimse her zamanki gibi çok önemliydi.

Adeta okulun kurmayı olan muavin, ceket iç cebinden makasını çıkarır ve azarla küfür arası tonda;

- ‘Öğrenci misin sen, artist mi?’ diye buyururdu.

Ve makas!...  'Zıbıpsz!...'

Sanki 'sebep?' der gibi. Makinelerin, gereçlerin, aletlerin, sorguladığı ne zaman görülmüştü ki? Araç-gereç olmanın mutluluğu içinde işini yapıyordu hiyerarşik! Ve yine kırkılan koyunlar kadar üşürdün. Üstelik makasını evde unutan muavin de görmemiştin. Diğerlerine dönüp, ‘fazla makası olan var mı?’ dememişlerdi.

‘Öğrenci misin sen, artist mi?’ başkaydı elbet. Öğrencilik ya da artistlik! Demek, ‘artistlik’ okula lüzum olmayan işlerdendi sayın muavinin kafasında. Ya da ‘hakiki mürşidi’ kaybetmiş adamdı artist.

Hele hele favoriler! Uyuz olurdu. Çekip çekip, çağdaş eğitim düzeyine ulaştırırdı. 'Yukarıda' bi şeydi sanırım çağdaş eğitim. Ruhun favorinden çıkardı. Favori ölüm!

Darbeden kalma işkence tekniğiydi herhalde. Hafifçe bir kuvvet uygulayarak, hoop, yukarı çıkardın bu teknikle. Ayak parmak uçlarından favorisine kadar uzayan, muavin koluna asılmış idamlık. Bazen sağdan, bazen de soldan! Tek favoriye yüklenmeyecek kadar adillerdi.

Üzerindeki sabah mahmurluğunu alırdı bu esnetme. Partneri uyandığında izlesin hanımlar, kolları çapraz biçimde esneyen erkekler o günlerden kalma.

Saç meselesi hep sıkıntılı olmuştu. Fazla sivil oluyorduk uzun saçla. Çavuş görse var ya eğitim hayatımızı yakardı! Ya da buna yakın bi şeydi. Bizim zamanımızda kuaförlük becerisi olmayanı müdür muavini yapmazlardı. Saygı duyardık bu çok yönlülüğe ve nerede görsek ceket iliklerdik.

Ölmüşlerin kabrine varıp makas mı koysak ne?

Madem nasıl göründüğümüz ne olduğumuzdan daha önemli...

Ne kadar içli insanlar olduğumuzu bir nebze olsa göstermiş olur muyuz?

Esas soru şu:

Köftesi bile içli diyara imaj maker neylesin?


Özkan Özgür Kimdir?

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünden mezun. 'Soğanın Cücüğü' adlı stand up gösterisi yapıyor. İletişim ve bireysel gelişim alanlarında danışmanlık yapıyor, eğitimler veriyor.