Gişede ‘orta gelir tuzağı’
Her yıl vizyona giren film adedi ve sinema salonu sayısında artış olsa da gişe rakamları üç yıldır yerinde sayıyor. Sinema pazarı ekonomistlerin ‘orta gelir tuzağı’ dedikleri sorundan mustarip.
DUVAR - Ekonomistler, bir ekonominin hızla gelişme sağlayıp, belirli bir kişi başına gelir düzeyine ulaştıktan sonra orada sıkışıp kalması halini ‘orta gelir tuzağı’ olarak tanımlıyorlar. Bu durumun aşılabilmesi içinde yapısal reformların hayatı geçirilmesi gerektiğinin altını çiziyorlar.
Türkiye sinema endüstrisinin içinde bulunduğu durumu da ‘orta gelir tuzağı’ ile tanımlayabiliriz. 2005 yılından itibaren yükseliş gösteren gişe rakamları, 2010’da 40 milyonu geride bırakmıştı. Yükseliş ilerleyen yıllarda da devam etti. 2014’e geldiğimizde artık yılda 61 milyondan fazla bilet kesilen bir sektörden söz ediyorduk. Ancak, bir sonraki yıl bu gelişme durdu ve yaklaşık bir milyonluk bir seyirci kaybı yaşandı.
2016 yılının 16 Aralık tarihi itibarıyla sinemalarda kesilen bilet adedi yaklaşık 55.5 milyon civarında. Yılsonu itibarıyla 2015’in 60.2 milyonluk rakamını yakalayıp yakalayamayacağı merak konusu. Yani bir anlamda Türkiye sinema sektörü doyma noktasına ulaşmış görünüyor. Bu rakam da 60 milyon civarına tekabül ediyor.
Deniz Yavuz’un 53. Antalya Film Festivali için hazırladığı “Türkiye Sinemasının Dijital Serüvenindeki Son Beş Yıl” başlıklı çalışmaya göre 2012- 2016 yılları arasında ülke genelinde 65 adet sinema kapılarına kilit vurdu. Bu sinema işletmelerinin toplam perde sayısı 221, koltuk sayısı ise 24.512 olarak belirtiliyor çalışmada. Aynı dönemde açılan sinema kompleksi adedi ise 171. Bu komplekslerde 962 perde bulunurken, toplam koltuk kapasitesi 112 bin 196 adet oldu. Yani özetle sektörde son beş yıl içerisinde sinema yatırımlarında 971 yeni perde ve 87 bin 684 koltuk artışı söz konusu.
İşletmecilerin son üç yılda artan salon ve perde yatırımlarına karşılık seyirci sayısında dikkat çekici bir artış olmaması, salonların seyirci ortalamalarının da giderek düştü anlamına geliyor. Özellikle yerli yapımlar incelendiğinde seyirci ortalamasındaki düşüş oldukça çarpıcı.
Boxoffice Türkiye sitesinde yer alan verilerden oluşturulan bu tablodan da anlaşılacağı gibi, 2012 yılında vizyona giren 59 yeni yerli yapım için film başına 325 bin adet bilet düşerken, bu rakam 16 Aralık itibarıyla bu yıl vizyona giren 127 yeni yerli yapım için 211 bin adede düşmüş durumda. Yani hem toplamda vizyona giren film sayısı, hem de yerli yapım sayısı hızla artıyor. Buna paralel olarak sinema salonu ve perde sayılarında da önemli artışlar var. Ancak seyirci artmıyor.
Tam da bu noktada biraz da seyirci sayılarını bazı ülkelerle karşılaştırmakta yarar var. 80 milyon nüfusa sahip olan Türkiye, 60 milyona sıkışan sinema seyircisiyle kişi başı bir bilet ortalamasını bile tutturmaktan uzak. Oysa son yıllarda kan kaybı yaşamasına rağmen dünyanın birçok ülkesinde bu rakamlar Türkiye’nin çok üzerinde.
Görüldüğü gibi Türkiye’de kişi başına düşen sinema bileti adedi Avrupa ülkelerinin henüz çok gerisinde. Amerika’ya ulaşmak ise şimdilik bir hayal. Yukarıdaki tabloda ABD dışındaki verilere de kaynaklık eden Avrupa Görsel-İşitsel Gözlemevi Raporu’na göre Avrupa Birliği ortalaması ise 1.8. Bu durum bir yandan Türkiye sinema sektörünün istenilen düzeyde olmadığını gösterirken, diğer yandan da sektörün gelişebilme potansiyeline işaret ediyor. Zaten 2004-2013 yıllarını kapsayan söz konusu raporda Türkiye’nin Rusya’nın ardından sinema sektörü en hızlı büyüyen ülke olduğuna dikkat çekiyor ve yakın bir gelecekte 100 milyon adet bilet satışına ulaşılabileceğini belirtiyor.
Sorun tam da burada başlıyor. Sektör bileşenleri bu büyüme potansiyelini nasıl değerlendiriyor. Neden yukarıya doğru her yıl ivme kazanması gerekirken olduğu yerde sayıyor. Bunda son bir yılda ülkede yaşanan siyasal gelişmelerin, terör eylemlerinin yarattığı tedirginlikle insanların toplu mekânlara gitmedeki çekincelerinin, ekonomik göstergelerin kötüye gidişinin de payı var hiç kuşku yok ki. Ama asıl sorun sinema sektörü seyirciye değil, filme ve salona yatırım yapıyor ve bunda ısrar ediyor.
İrrasyonel bir şekilde, demografik ve tüketim özellikleri dikkate alınmadan açılan sinema salonları; seyirciye tuzak kuran ve giderek birbirine benzemeye başlayan filmler bu büyümenin önündeki en büyük engeli teşkil ediyor. Film sayısı artmasına rağmen seyircinin seçenekleri giderek azalıyor. Bazen on salonlu bir sinema kompleksinin 5 salonunda aynı film oynarken, birçok yerli yapım vizyona girebilmek için salon bulmakta zorlanıyor.
Sinema sektörünün hâkim güçleri seyircinin beğenilerini çeşitlendirmek, sinema zevkini yukarılara çekmek ve farklı seçenekler sunmak yerine birbirinin aynısı filmlerden medet umuyor. ‘Halk böyle seviyor’ diye seri üretimle ortaya çıkarılan kopya filmlerin büyük bir kısmı ise gişede hayal kırıklığı yaratıyor. Tıpkı 2014 yılında seyircinin 11 milyon artarak 61 milyonu aştığı zaman yapıldığı gibi konjonktürel başarılarla değirmen döndürülmeye çalışılıyor. Ama seyirci aynı teveccühü bir sonraki yıl göstermiyor.
Sektör 2016’yı da büyümeden ve ‘orta gelir tuzağı’ndan kurtulamadan bitirecek. Bu durağanlığın aşılması için seyirciye yatırım yapılması gerektiği gerçeği bir yana bırakılacak ve tesadüfen 2017’de vizyona girecek Şahan Gökbakar, Mahsun Kırmızıgül, Cem Yılmaz, Ahmet Kural-Murat Cemcir filmlerinin yaratacağı hava ve getireceği seyirciyle görece yükselmesi muhtemel gişe rakamlarına bakarak ‘sektör patladı, patlıyor’ diye durum geçiştirilecek. Ertesi yıl her şey yine başa dönecek…