Artık bu memlekette gazeteci yok, terörist 'algı ekibi' var!
Son gözaltına alınanlarla birlikte içerideki gazeteci sayısı 150'yi aşıyor, 200'e doğru tırmanıyor. Yandaş medyaya göre son gözaltına alınan altı kişi gazeteci değil, 'algı ekibi'. Halkın gerçekleri öğrenmesinden korkuyorlar. Bu yüzden sosyal medyaya erişimi kısıtlıyorlar.
Diyarbakırda gecenin 04.00'ü. Özel harekat polisleri Kayapınar'da gazeteci Ömer Çelik'in evini basıyor.
Annesi ve eşiyle birlikte kapıyı açıyor Ömer Çelik.
İçeri dalan özel harekatçılar annesini ve eşini yere yatırıyor.
Çelik'i önce salona, ardından evin balkonuna götürüyorlar. Yarım saat boyunca darp, hakaret ve küfür ediyorlar.
Haberde ilginç de bir ayrıntı var.
Bir yandan Çelik'i döverken diğer yandan da "Sen haber yazıyorsun ha! Hadi şimdi de yaz. Siz Ermeni p.çisiniz. Hadi şimdi de haber yaz" deyip küfrediyorlar.
Sonra anne Çelik'in başına silahı doğrultuyor polisler, hakaretler arasında soruyorlar:
"Sen niye oğlunu gazeteci yaptın? Niye izin verdin?"
Evdeki herkesin cep telefonuna, kitap ve flash belleklere el koyuyorlar. Gazeteci Çelik'i de kelepçeleyip götürüyorlar. (Kaynak:Dihaber)
Sabah haber hızla yayılıyor ama dosyada gizlilik kararı olduğu için önce anlaşılamıyor Diyarbakır'daki gazeteci Çelik'e yapılan operasyonun nedeni.
Sonra başka kentlerden gelen haberlerle anlaşılıyor ki o gece gözaltına alınan sadece Ömer Çelik değil.
Meğer yakın zamana kadar Diken'in editörü olan Tunca Öğreten'in evine geceyarısı saat 03.00'de gitmişler. Adı da "eş zamanlı operasyon". Tunca Öğreten'le birlikte Birgün'den Mahir Kanaat'ın, ETHA'dan Derya Okatan'ın, DİHA'dan Metin Yoksu'nun, yine gazetecilerden E.S.'nin de gözaltına alındığını öğreniyoruz.
Bu arada Fatih Yağmur, Deniz Yücel gibi gazetecilerin de arandığı, ancak yurtdışında oldukları için bulunamadıkları haberleri geliyor.
Herkes, "N'oluyor, bu toplu operasyonun anlamı" ne diye birbirine soruyor. Ancak dosyada gizlilik kararı var, avukatlarıyla görüşmeleri beş gün yasaklanmış.
Akşama doğru, saat 16.48'de "iktidar bülteni" Sabah'ın internet sitesine düşen bir haber işin rengini ortaya çıkartıyor. Başlık; "RedHack'in algı ekibine operasyon".
Haberin flaş cümlesine bir bakın, acaba anlayabilecek misiniz neden bu memlekette geceyarısı baskınlarıyla gazetecilerin gözaltına alındığını:
"İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, RedHack isimli yasadışı hacker grubu ile irtibatları tesbit edilen ve grup adına kamuoyunda algı yöneten 9 isme yönelik operasyon başlattı. Başsavcılığın talimatı ile hareket geçen İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri 5 ismi gözaltına aldı. Hedef 3 ismin yurtdışında olduğu anlaşıldı. 1 ismin ise halen arandığı öğrenildi. Şüphelilerin RedHacak isimli hacker grubunun gayri yasal bazı faaliyetlerinin sosyal medyada propagandasını yaptıkları ve algı yönettikleri öğrenildi. Şüphelilere yönelik suçlamalar, terör örgütü üyeliği ve kişisel verilerin kaydedilmesi, yayılması."
Aranan bir kişinin de ETHA'dan Derya Okatan olduğu ve daha sonra gözaltına alındığını öğreniyoruz.
Ama haberin bu aşamasına kadar gözaltına alınan beş kişinin gazeteci olduklarına ilişkin en ufak bir iz, hatta ima bile yok.
Oysa Ömer Çelik'in evini basan polis bile bir gazeteci evine operasyon yaptığını biliyor, "Sen haber yazıyorsun ha!" diye darp ediyor. Annesinin başına silah dayayıp "Sen niye oğlunu gazeteci yaptın" sorgusu yapıyor. Ama ne hikmetse Sabah'ta "gazeteci taklidi" yapanlar haberi "gazetecilere operasyon" diye değil de, "algı ekibine operasyon" başlığıyla veriyorlar.
"Kim olduklarını bilmiyorlar" diye bir savunma da geliştirmek imkansız. Çünkü haberin sonuna doğru gözaltına alınanların isimlerini tek tek yazmışlar.
"4 ilde başlatılan operasyon kapsamında 9 şüpheliden; Fatih Yağmur, Deniz Yücel ve Alican Duman'ın yurtdışında bulundukları belirlendi. Ömer Çelik, Metin Yoksu, Tunca Öğreten, Eray Sargın ve Mahir Kanaat gözaltına alındı."
O zaman anlaşılıyor altı gazetecinin gözaltına alınma nedeni; damat-bakan Albayrak'ın ortalığa saçılan mailleri...
Hepsini tanımasam da önceki gece gözaltına alınanların büyük bölümüyle birlikte habercilik yapmış insanlarız. Gazeteci olarak isimleri de biliniyor. Ama Sabah'ta haberi yapanlar tek bir "gazeteci" sözcüğü geçirmiyorlar metinlerinde.
İki ihtimal var.
Birincisi, bu yazdıkları isimlerin gazeteci olduğunu bilmiyorlar. Eğer böyleyse bu durum bile haberi yazanın, redakte edenin, editörlerinin gazeteciliğini tartışmalı hale getirir.
İkinci ihtimal de, haberi yazanlar, koyanlar sözkonusu isimlerin gazeteci olduğunu biliyor ama kasten gizliyor. İşte bu da gazeteciliklerini değil tartışmalı hale getirmek, onları direkt "algı ekibi" durumuna düşürür.
Gerçekte "algı ekibi" gözaltına alınan gazetecilere değil, bu haberi yapanlara denir.
HER GÜN DOKUZ KULLANICI TUTUKLANIYOR
Aslında yaşadığımız bu durum büyük bir korkunun ifadesi. AKP iktidarı gerçek gazetecilerden korkuyor. Bunun nedeni de aslında halkın gerçekleri öğrenmesinden duyulan korkudur.
Son yaşadığımız birkaç olay bile gerek yurtiçinde, gerekse de sınırların ötesinde yaşananları bu ülke insanı öğrenmesin diye AKP iktidarının büyük bir gayret sarf ettiğini gösteriyor.
Zaten ortalıkta birkaç muhalif gazete kalmış, televizyonların hepsi neredeyse kapatılmış.
Şimdi iktidarın hedefinde çok az sayıda kalmış muhalif yayın ile Twitter, Facebook ve Youtube gibi sosyal medya siteleri var.
Hatta yandaş yazarlar sosyal medya için iktidara "ka-pat, ka-pat" diye tezahürata başlamış bile.
Gören de; bu ülke halkını idam cezasının geri getirilmesiyle, gazetecilerini de sosyal medya ağlarının kapatılması özlemiyle yatıp kalkıyor sanır.
Türkiye'de insanların, özellikle de muhaliflerin seslerini yaygın olarak duyurabileceği tek bir alan kalmış, o da sosyal medya.
O da günlerdir kısıtlı erişim nedeniyle neredeyse kullanılamıyor.
Çünkü El Bab'da IŞİD'in iki Türk askerini diri diri yaktığını gösteren görüntüden bu ülke halkının haberdar olmasını istemiyorlar. "Cumhurbaşkanlığı görünümlü başkanlık" sistemini getirecek anayasa değişikliği için günlerdir Meclis'teki komisyonda bir komedi oynanıyor. AKP iktidarının "Saray'a başkanlık kaçırma" oyunundaki hileleri insanların bilmesini istemiyorlar.
Bu yüzden sadece sosyal medyaya erişimi engellemiyorlar, aynı zamanda sosyal medyada büyük bir "insan avı" yapıyorlar.
İçişleri Bakanlığı verileri açıkladı önceki gün. Twitter, Facebook ve Youtube gibi sosyal medya sitelerinde "terör örgütü propagandası yapan" kişilere yönelik son altı ayda gerçekleştirilen operasyonlarda tam 3 bin 710 kişi hakkında işlem yapılmış.
Bunlardan 1656'sı tutuklanmış. 1203'ü adli kontrol şartıyla serbest bırakılmış.
Son altı ayda kimlikleri tesbit edilerek Cumhuriyet Savcılıklarına intikal ettirilen 10 bin kişi hakkında da soruşturma sürüyor.
Yani bu vahim tablonun bize söylediği şu:
Son altı aydır, yani 180 gündür, ortalama olarak günde 23 kişi gözaltına alınmış, savcılığa, mahkemeye çıkarılmış.
Her gün yaklaşık 9 kişi çıkarıldığı mahkemece tutuklanmış.
180 gündür ortalama olarak günde 55 kişi hakkında savcılıklar soruşturma açıyor.
Böylesine ağır tabloya karşın bu ülkede hala sosyal medya kullanılıyorsa buna ancak "Bu ne cesaret" ya da "Bu millette deli cesareti var" diye şapka çıkartılır.
Türkiye bitirmekte olduğumuz 2016 yılında, en çok gazeteci hapseden ülke olarak dünya şampiyonluğunu elde etti. Çin'i, Mısır'ı bile geride bıraktı.
Önceki gün son yapılan operasyonla birlikte gözaltına alınan altı gazeteciyi de sayarsak şu anda içerdeki gazeteci sayısı 150'yi aşmış, 200'e doğru gidiyor.
Halbuki 2016 yılına başlarken, 6 Ocak'ta Saray'da yaptığı Büyükelçiler Konferansı'nda Cumhurbaşkanı Erdoğan bu ülkenin "basın özgürlüğü"yle övünüyordu:
"İddia ile konuşuyorum. Ne Avrupa'sında ne de diğer ülkelerinde, Türkiye'deki basın kadar özgür bir medya yoktur."
"Basın özgürlüğü" açısından bu sözlerle başladığımız 2016'yı nasıl bitirdiğimiz ortada.
İçişleri Bakanlığı'nın sosyal medyadaki "insan avı" ile ilgili verileri açıklanınca yandaş medya çok "yaratıcı" bir başlık atmıştı:
"10 bin klavye teröristi hakkında soruşturma."
Çoğu muhalif olan bu kişiler yandaş medyaya göre "klavye teröristi"ydi.
Hala gözaltında tutulan altı kişi de yandaş medyaya göre zaten gazeteci değil, terörist "algı ekibi".
O zaman işin adını koyalım; bu ülkede sosyal medya kullanıcısı muhaliflere "klavye teröristi", gerçekleri yazan gazetecilere de "terörist algı ekibi" denir.