Resimüstü
Kurt Hutton'la Leica Gallery'de çıktığınız yaşam sergisinde "resimaltı" değil, resimüstü şeyler bile görebilirsiniz. Hayatınızı siyah beyaz fotoğraflarla pekalâ renklendirebilirsiniz.
İstanbul'daki tarihi Bomonti Bira Fabrikası içinde yer alan Bomontiada'da kısa süre önce açılan Leica Gallery, yeni yılı 11 Mart'a dek devam edecek "Strazburg'dan Londra'ya - Hübschmann'dan Hutton'a" isimli sergiyle karşılıyor.
Yasemin Elçi idaresindeki galeride Getty Images Londra'nın (Hutton ve Picture Post Arşivi) katkılarıyla izlenen sergi, İngiltere'de foto muhabirliğin kurucularından sayılan Hutton'ın Türkiye'de açılan ilk sergisi olma özelliğini de taşıyor.
Leica'nın özel "Ara Güler Edisyonu" ve Güler'in Orhan Pamuk'la yaptığı bir video söyleşinin de refakat ettiği galerideki sergi, hareketli ve kelebek ömürlü kısa bilgi/imgelerin göz/söz açıp kapayıncaya dek gittiği şu incecik zaman dilimlerinde, hayata dair en kalın, lezzetli zaman dilimlerini, halis bir akıl ve yürek damıtıklığıyla 'kaşarlanmış' bir benzersizlik içinde bizlere sunuyor.
Çıkışında yanınızda götürmeden duramayacağınız baskı kalitesi ve kesilip asılası içeriğindeki kitapçığıyla da sevindiren sergi, İkinci Dünya Savaşı sırasında eşiyle Almanya'dan kaçarak İngiliz vatandaşlığına geçerken korunma amaçlı olarak ismini değiştiren Hutton'a ait 40'ın üzerinde çalışmayı buluşturuyor.
Hutton'ın 35 milimetre objektifinde siyah beyaz bir sanatsallık ve nostaljiyle damıttığı hayatın haber merkezi, tanıklık ettiği 'yaşam'ın ta kendisi. Fotomuhabirliğin sinemayla, onun plastik sanatlarla flört ettiği kareleriyle Hutton 'Resim Postası' (Picture Post) dergisine de kuruluşundan itibaren katkıda bulunmuş biri. Fotoğraflı makale sayısı 900'ü aşan Hutton, kendi karelerinden şu dersi çıkarmış:
"Bir fotoğrafçı için fotoğrafını çektiği kişilerin kendisine bir anlam ifade etmesi gerekir, işte o zaman o kişilerin kendileri adına konuşan bir fotoğrafını çekebilecektir."
11 Ağustos 1893 doğumlu Hutton, bir modern zaman tanığı. Aslan burcunda. Gördüğü gördük, ilkeli. Almanya'nın o dönemki faşist ve insanlık dışı Nazi rejimine değil, hani bir umuttur demiş, hayata çevirmiş objektifini. Gelecekten yana umudu olan, vaktiyle dünyanın tüm pusula yönlerinin kendisini şaşırmadığı zamanlardan geliyor Hutton. Karelerinde İngiliz işçi sınıfındakiler de, romantik bohemler de, benzinci güzelleri, izmaritçiler, çoğu umarsız hıncahınç plaj kalabalığındaki yardım gönüllüleri ve teskin edilemeyen afacanlar da belki de bundan olacak, nezdimizde hep eşit göz hakkı taşıyor.
Hayat bir haber merkezi ise, o merkezin felek çemberine bir çok kişi sığdırıyor Hutton. Empatik bakıyor. Kimi zaman New York'a umutlarla ulaşan bir geminin güvertesini, kimi zaman Los Angeles Hollywood Bulvarı "Mısır Sineması"nın Edward Hopper'vari gişesini, kimi zaman ise insanı okumaya acıktıracak bir iştahla sayfaları sessizce yutan iki ergen kızın kütüphane sırdaşlığını bizlerle bölüşüyor. Hutton'un zaman dilimlerinde yaşam vitamini var. Dilimlendikçe şekerleniyor. İnsanın sevinç ve hüzünden (meyveler bitiyor diye) çocukça gözleri sulanıyor.
RESSAMLIK YAPIYOR...
Bir bakıma ressamlık yapıyor Hutton. Nesneyle özneyi negatif ve pozitiften geçirmece oynuyor, taşla eti, manzarayla sureti hınzır bir zekâ ile, göz açıp kapayıncaya dek, deklanşöründe "tıpatıplayıp" birbirine macunluyor. Bir süre sonra hangisi negatifmiş, hangisi pozitifmiş, yok efendim hangi ressama gönderme yapmış, hangi yönetmene öykünmüş, sizi hiçbiri ilgilendirmiyor. Resimler mıknatıslaşyor.
Sizi Nürnberg Mahkemeleri'nden Fransız defilelerinin sahne arkasına taşıyacak başdöndürücülükteki Kurt Hutton sergisinin özellikle "altını çizdiği" profesyonel bir detay daha var: Resimaltları. Galeride ilkeselleşen besleyici eser künyeleri en az bu imgeler kadar okunmayı ve üzerinde düşünülmeyi gerektiriyor. Öyle ki, kimi zaman bir fotoğrafa baktıktan sonra okuduğunuz künyeyi, fotoğrafı sindirirken bir iki kere daha okumak çok keyifli ve verimli olabiliyor. Çünkü bu künyeler size zamanın ruhunu habercilik tarafsızlığıyla aktardığı kadar, imge ve onun 'nüfus kâğıdı' üzerine, iletken düşünmeyi de tetikliyor.
Hutton'un bir mürekkep ve dolmakalem sadakatiyle kullandığı Leica ve Contax makineleri ile, Sonnar ve Elmar lensleri sayesinde, siyah beyaz fotoğrafın ürettiği grafik bereketin gözlerinize adeta yağdığı sergide, beni memnun eden bir detay daha var: Eserlere verilen isimler. Her birinde "Sinema Filmi" veya "Edebî metin" demi var. İkisinin birleşmesinden, "Haber başlıkları"da sık sık doğabiliyor. İşte, size birkaç iştah açıcı örnek: "Islak Tutku", "Oyunbaz Papaz", "Arsız Slip" ve "Koltukaltı Bakışı".
Birleşik Krallıklar "Royal Photography Society" Akademik Üyesi Matthew Butson, "Muhabirliğin gerçekliğini fark etti," gibi çok güzel bir tarif getirdiği Hutton için "Öncü bir Ruh" olarak başlık attığı metninde, şunları vurguluyor:
"Seyahat ederken, mümkün olduğunca az yük taşımayı tercih etti. Hutton, mümkün olan her yerde doğal ışıkla çalıştı ve nadiren flaş kullandı. Dışarı çıkmadan önce nelerin fotoğrafını çekeceğini nadiren planlardı. Fotoğraflı makinelerinde işlediği konular, gerçekten de ilgilendiği konulardı, sezgileriyle fotoğraf çekmeye yatkındı. Pozlama değerlerini fotoğrafı çektikten sonra nadiren kontrol ederdi. Kendisi bunu çok önemsemese de, teknik olarak daima kaliteli işler ortaya çıkartması, onu ayrıştıran özelliklerinden biriydi. İnsanî durumlara karşı hassasiyeti ve kompozisyonlarının doğallığı, Hutton için en önemli şeylerdi; "sunî fotoğraf" diye adlandırdığı olgudan ise nefret etti. Fotoğraflarını "Hayatın olağan ve olağanüstü yanlarıyla objektif bir resmini" sunmak olarak tanımladı; bu da zaten Picture Post dergisinin en belirgin özelliği olmuştu."
Hutton sergisi dolayısıyla, Leica Gallery bünyesindeki Leica Akademie'de, sanatçının arşivini ortaya çıkaran Ernst Schlogelhofer, 28 Ocak'ta İstanbul'a gelerek, Leica Akademie'de Hutton için özel bir seminer verecek. Kendisi, galeri direktörü Elçi'ye ilettiği özel röportajda, Ingrid Bergman, Kral IV. George ve Albert Camus gibi ikon-imzaları da görüntüleyen Hutton'u, şöyle tarifliyor:
"...sahip olduğu mizah anlayışından, bir hikâyeyi tek bir fotoğraf karesiyle anlatma becerisinden ve fotoğraflarını çektiği kişilere gösterdiği özenden çok etkilendim. Ayrıca zamanlamasından ve ekonomik oluşundan da.
Meselâ kontak sayfalarından Londra sokaklarında yürüdüğünü ve birinin fotoğrafını çekmek isterse, çoğu zaman yakaladığı dar pencereden sadece 4 veya 5 fotoğraf karesi çektiğini görebiliriz.
Daha önce belirttiğim gibi, fotoğraflarından da ne kadar hümanist olduğunu açıkça görebiliriz. İnsanları önemserdi. Leica/III’ü ile yakaladığı yüz ifadeleri, jestler ve anlar, ister bir film yıldızı ister bir madenci olsun, fotoğrafını çektiği herkese aynı özeni ve çabayı gösteren bir adam olduğunun bir kanıtı.
Hutton bir keresinde gerçekten insanlarla ilgilenmeyen bir fotoğrafçının Londra’da Madame Tussaud müzesinde sergilenen balmumlarını da fotoğraflayabileceğini söylemişti."
Kurt Hutton ile Leica Gallery'de çıktığınız yaşam sergisinde "resimaltı" değil, resimüstü şeyler bile görebilirsiniz. Hayatınızı siyah beyaz fotoğraflarla pekalâ renklendirebilirsiniz.
Ne içindeymişiz, serginin… 09 Ekim 2022
Yüzünde yüzyılı taşıyan ressam: Lucian Freud 02 Ekim 2022
Komet’i kuyruğundan tutabilmenin cüreti 24 Eylül 2022
Varlık ve hiçlik arasından, Godard’a projeksiyon vakti 18 Eylül 2022 YAZARIN TÜM YAZILARI