İlhan Mimaroğlu’nun sokakları
Besteci İlhan Mimaroğlu’nun New York sokak sanatı fotoğrafları DEPO’da. Küçük ama doyurucu bir sergiyle karşı karşıyayız.
Besteci, müzik programcısı ve müzik yazarı kimlikleriyle tanıdığımız İlhan Mimaroğlu bursla gittiği New York'ta belki de sadece bir yabancının dikkatini çekecek bir şey yapar ve sokak sanatlarını fotoğraflamaya başlar. Mimaroğlu’nun yıllar boyunca ve şehrin farklı bölgelerini dolaşarak oluşturduğu fotoğraf serisinden bir seçki “New York Kapı Dışı Sanatı” sergisiyle DEPO’da açıldı. Serinin tamamını görmek isteyenler içinse 2002 yılında Yapı Kredi Yayınları’nda yayımlanan kitabın ikinci baskısı yapıldı.
'MÜZİKTEN GELDİM. HEP ORADAYDIM ASLINDA'
Bugüne kıyasla prestiji neredeyse sıfıra yakın olan sokak sanatı o dönem yeni yeni şekilleniyor ve arayışçı bakışların olduğu bir halde. Mimaroğlu da bu dönemi kitabında "Mağara adamı duvarı bulmak zorundaydı. Müzeler, galeriler, sanat uzmanları ve sanata yatırım yapanlar yoktu. Bugün bütün bunlar ve bu kişiler olduğu için duvarın yeniden bulunması gerekti" diye tanımlıyor. Kitap boyunca yapılan kısa röportajlarda sanatçıların sokak sanatını tanımlama ve anlamlandırma konusundaki çekincelerini ve kararsızlıklarını görüyoruz.
Peki bu müzik adamını New York sokak sanatını fotoğraflamaya iten neydi? Kitabında görüştüğü bir sokak sanatçısı röportajı tersine çevirip “Nereden geldiniz buraya?” diye Mimaroğlu'na sorar. "Müzikten geldim. Hep oradaydım aslında. Besteciyim. Hem de oraya buraya bakmak hoşuma gider. Baktığım sıralarda, görme yetimin işitme yetimden daha az olduğunu anladım. Böylece, çocukken en sevdiğim oyuncağımı yeniden ele almak istedim" diye cevaplar Mimaroğlu.
Sokak sanatı trendleşmesi çok yeni bir olgu. Özellikle “ilişkisel estetiğin” açtığı yolda daha katılımcı bir hale dönüşen sokak sanatına olan ilgi tabii ki her zaman öyle değildi. Sanatın bir mekan içinde olması gerekliliği düşüncesi Mimaroğlu’nun fotoğraflarını çekmeye başladığı dönem yeni yeni sorgulanıyordu. “Ama ne varsa sokaklarda, olanı görmesi gereken yeterince insan da var. Ne ki kapıların dışındaki sanat sokaktaki adamın gözüne çarpmıyor pek. Alışkanlıklar gereği, değerlendirilmesi için sanatın, kurumlaştırılması gerek. Müzelere, galerilere gitmenin törensel bir yanı var. Kapı dışı sanatının, göze çarpmak için, kendi törenini kurması gerek. Sokak, şimdilik görkemsiz bir yer” diye tarif ediyor bu dönemi Mimaroğlu.
'OLABİLDİĞİNCE ÇOK...'
Mimaroğlu’nun kitap boyunca bir yandan da New Yorkluların bu sanatla olan ilişkisini sorguluyor. Sokakta yapılanın daha fazla kişi tarafından görülmesini bekleriz. Bir yandan da sanatı kitlelerle buluşturmanın önemli bir aracı olarak sokakta yapılan sanata önem atfedilmesini... “Amaç, olabildiğinde çok insanın yapılan resimleri görebilmesidir. ‘Olabildiğince çok’ dediğimizin, kapı dışı sanatı alanında, müzelere ve galerilere gidenlerden çok daha yüksek bir sayıyı tutturması gerekir. Ne de olsa koskoca bir kentten, milyonlarca insanın yaşadığı bir kentten, New York'tan söz ediyoruz. Bütün o sokaklardan gelip geçenlerden, tam anlamıyla ‘sokaktaki adam’dan.”
Ancak devamında Mimaroğlu tam tersi bir durumla karşılaştığını ekliyor. “Yayımlanmadan önce, bu kitapta yer alan ve almayan çoğu fotoğrafı New York'ta oturan ya da geçici olarak New York'ta bulunan birçok kişiye gösterdim. Hepsi, önemli sanat yapıtlarıyla karşılaşmış gibi davrandılar; ama pek azı, bunları (ya da başka sokak resimlerini) kentin o ya da bu sokağında, şu ya da bu duvarında görmüş olduklarını söylediler. Nasıl görmemiş olabilirlerdi bu tür resimleri? Kentin seyrek uğranan bölgelerinde yer alıyor değildi çoğu. Görmüş olmalıydılar. Görmeden bakmış olmalıydılar belki de.” Görmekle önem atfetmek ve bakmak arasındaki ince çizgiye dair bu küçük tespitler Mimaroğlu’nun bakışına dair önemli şeyler söylüyor.
Mimaroğlu’nun çalışması en başta belgeleyici bir değere sahip. Ancak Mimaroğlu’nun bakışına da ayrı bir önem atfetmek gerek. Sadece karşısına geçip belgelemiyor Mimaroğlu, bazen detayları fotoğraflıyor, bazen de üst üste binmiş, yırtılmış, parçalanmış işlere odaklanıyor. Bir anlamda yeniden yorumluyor.
Ahmet Tonak ve Nevzat Sayın'ın hazırladığı sergiye aynı zamanda Serdar Ateşer'in "fon müziği" de eşlik ediyor. Küçük ama doyurucu bir sergiyle karşı karşıyayız.