Savaşla yaşamak
Savaş sadece insanları öldürmüyordu. Umudu öldürüyordu. Sokaklar ıssızlaşıyordu.
Lübnan’da 1960’ların sonunda bir fotoğrafçı vardı. Turizm rehberi için Beyrut’tun hava fotoğraflarını çekmişlerdi. Çatışmalar başladığında önce bazı günler açamıyordu dükkânı. Sonra bazı günler açabildi ancak. Daha sonra dükkân başka bölgede kaldığından yıllarca sonra ancak geri dönebildi. Fotoğrafların negatiflerinin bazı bölümleri asitlenerek bozulmuştu. Sonra hava fotoğraflarını eline alıp çatışmalarda yıkılmış binaların üzerine asit dökerek bozmaya başladı. İç savaş devam ettikçe Beyrut’ta bombalanan yıkılan yerleri asitledi. ‘Kara’ bir fotoğraf sanatıydı. Beyrut’un yok edilişini anlatıyordu.
Asitle bozulan yerlerden beş-altısından kurtulan biriyle Beyrut’ta konuşuyorduk. Yetmişini geçmişti. Deniz kıyısında sarp bir kayanın üstünden olta atmıştı aşağı. Kaya bahçem sayılırdı. Hemen arkasında bir yerde kalıyordum. Gece okyanus bahçeye vurup odanın camını yalayıp içeri giriyordu. Deniz kokuyordu oda. ‘Her evimin yıkılışı ayrıdır.’ diyordu. ‘Uçakları, bombaları, yıl yıl yenilenen modelleriyle roketatarların patlayışlarını, duvarları kemirir gibi oyan Kalaşnikofları, herkesin ellerinde dolaşan fabrika ve el yapımı bombalarla yıkılışlarını anlatıyordu. Hava kararırken gidiyordu. Bir gün sonra devam ediyordu. Çoktu yıkılan yer ve çoktu öldürme biçimleri…
Savaş sadece insanları öldürmüyordu. Umudu öldürüyordu. 'Sokaklar ıssızlaşıyordu. Önceleri ışıklar kısılıyor, sonra kapanıyor, sonra pencerelere tahtalar çakılıyordu. Barikatlarla ayrılıyordu kent, saldıranlar ve kendini koruyanlar ya da bir daha ki sefer saldıranların kendini korudukları, kendini koruyanların saldırdıkları. Herkes birbirinden korkuyor, herkes birbirinden nefret ediyor ve herkes intikam alıyordu.’ Diktatörlüklerin, iktidarların muhtaç olduğu kudret, paranoya kenti asitler gibi imha ediyordu.
‘İnsanlar sayılara dönüşüyordu. Her sabah ‘bizden ve karşıdan’ ölen sayısı üst üste yazılıp birbirinden çıkartılıyor, hangisi çok ise diğeri o gün kazanmış oluyordu. Bu yüzden iktidarlar yanlış sayılar veriyorlardı. Her şeyleri yalandı zaten. Ölmek üzerine methiyeler düzüyor ama nedense kendileri ölmüyorlardı. Öldürmekle yetiniyorlardı.’
Savaş aralarında, yıkılan binalar yeniden yapılıyordu. Canlı bir savaş ekonomisi vardı. Müteahhitler kazanıyordu. Asitle yok edilen fotoğraf negatifleri, ölenler, kadınlar, çocuklar ve hiçbir zaman ölüden sayılmayan erkekler yapılamıyorlardı. Sayı olarak kalıyorlardı.
Nedense aklıma geldi bu günlerde anlattıkları…