Arda Turan Jamaikalı olsaydı...
Elbette ki bir kötü hamle diğer bütün iyilikleri geride bırakır ve hep kötüyü anımsarız. Fakat ben Arda'nın 3 Eylül 2011'de Kazakistan maçından sonra söylediği sözleri her zaman yaptığı her şeyin önüne koydum.
Spor dünyasında 70'li yıllar ve sonrasına bakıyorum da bir gün Pele alırmış eline gitarı, bir gün Beckenbauer'i stüdyoya sokup eline bir kağıt verip şarkı okuturlarmış. Van Basten ve Gullit'in birlikte kaydettikleri plak vardır mesela. Farklı dallarda uzman kişilerin müzikle ya da resimle olan ilgileri hep hoşuma gitmiştir. Futbol plakları serim yok ama 82 Dünya Kupası öncesi Almanya Milli Takımı'nın Michael Schanze ile kaydettiği plağı görür görmez heyecanlanıp 5-10 Türk Lirası'na indirmiştim cebe.
Bugünlerde bu tür resmi kayıtlı girişimleri çok fazla göremiyoruz. İnternette bazı canlı kayıtlardan belki. Mesela ABD'li Clint Dempsey'nin var bir kaç albüm/şarkı çalışması. Dani Alves'in iyi gitar çaldığını söyleyebiliriz. Petr Cech'in davuldaki yeteneği dillere destan. Eh Slaven Bilic geçti bu ülkeden onu da es geçmeyelim. Muhteşem sesi olan tek futbolcu da herhalde sadece Julio Iglesias'tır.
Yılbaşı akşamı 'Acun Abi' yine güzel bir şov yapmış. Nüfusunu kullanıp Burak Yılmaz ve Arda Turan'ı sahneye almış. Bağlama çalma konusunda ustalaşma yolunda ilerleyen sesi de Burak'tan daha dinlenebilir olana Servet Çetin'i çağırmasını beklemiyorduk tabii ki. Burak kamplarda bile dinlenmeyecek sesiyle "Haydi Söyle" şarkısını seslendirdi İbrahim Tatlıses'ten. Sibel Can muhtemelen 'İbrahim Bey'e sevgisinden döndü, Murat Boz ve Athena ikilisi de merakından muhtemelen. Şarkı sonunda ise sahneye Arda Turan baskını geceyi şenlendirdi. Jüriye koşup yüzünü dönmeyen Hadise'nin düğmesine basıp "Sen nasıl dönmezsin?! Burak Yılmaz burada!" tavrı da tam onluk bir hareketti. Özlediğimiz samimi sporcu hamlesi.
Şimdi bir dakikalığına gözünüzü kapatıp sahnedekinin Burak Yılmaz değil de, Asafa Powell olduğunu, güzel bir reggae şarkıyla şovunu bitirdikten sonra arkasından gizlice Usain Bolt'un gelip sahneye daldığını düşünün. Sonra da gidip Shaggy'nin jüri koltuğundaki düğmeye basıp aynı jestleri yaptığını hayal edin. Muhtemelen tepkiniz/tepkimiz, "Ya işte dünya yıldızı, sempatik, herkesin neşesi yaa..." olacaktı. Bunu Arda yapınca çok da sempatik bulmadığınıza eminim. Neden böyle oluyor? Acaba Arda Turan Jamaika'lı olsa daha mı sempatik gelirdi bize?
Usain Bolt bize uzakta. Ona dair hep güzel şeyleri görüyoruz. Şarkı söylüyor, partiliyor, dans ediyor, arkadaşlarına şaka yapıyor vesaire. Belki kötülenecek bir yanı da yoktur fakat hoşuma gitmediğimiz politikacılarla, devlet adamlarıyla hoşuma gitmeyecek bir şekilde ilişki içinde olabilir. Bunu bilemiyoruz ama yine de sevip başımızın tacı, odamızın bir duvarının neşe saçan bölümü olabiliyor. Arda Turan'a bakınca sempatikliği, güleryüzlülüğü, içtenliği, samimiyeti açısından çok şey sayabiliriz. Ben çok şey sayarım en azından. Hadise'nin koltuğunu döndürmesinin yanında, Acun Ilıcalı'ya yöneltilen, "Acun'un paralı elemanları" var eleştirilerini de, "Acun abi sağolsun bu sene de parayı yatırdı ben de geldim" sözleriyle alaya alışını ekleyebilirim.
Mehmet Ağar'la olan ilişkisini, Recep Tayyip Erdoğan'a dair açıklamalarını tasvip eden de çok etmeyen de. Bu ilişkilerinden hoşlanmayanlardanım. Eğer Luis Cesar Menotti ya da Carlos Caszely değilseniz ülkedeki hükümdarın elini sıkmama cesaretini gösterebilirsiniz. Türkiye'de bu ilişkilere sırtını dönebilen pek kimse görülmedi. Arda da mevcut rüzgarda bu ilişkilerini devam ettirip hayatını devam ettirmeye çalışıyor diyebilirim en saf yaklaşımla. Elbette ki bir kötü hamle diğer bütün iyilikleri geride bırakır ve hep kötüyü anımsarız. Fakat ben Arda'nın 3 Eylül 2011'de Kazakistan maçından sonra söylediği sözleri her zaman yaptığı her şeyin önüne koydum.
Kazakistan karşısında galibiyeti getiren golü attıktan sonra, "Golü Türkiye Cumhuriyeti’ndeki bütün halkların şehit olan evlatlarına armağan ediyorum. Bunca zaman bir arada bu topraklarda hep beraber yaşadık. Ve barış içerisinde yaşadık. Bütün bu ölümlerde ocaklar yanıyor. Ben kimsenin ocağı yanmasın, kimse ölmesin istiyorum. Söylemek istediğim bu." cümleleri (açıklamanın tamamı: http://spor.milliyet.com.tr/-insanlar-olmesin-ocaklar-yanmasin-/spor/spordetay/04.09.2011/1434476/default.htm) hâlâ herhangi bir sporcunun ağzından kolayca çıkabilmiş değil. Bu açıklamadan sonra eline tutuşturulmuş ve okumak zorunda bırakıldığı özür anı da hep aklımda. Arda'nın o günden sonra bu konuda giriştiği ilişkilerden çok 2011 yılında henüz 24 yaşındayken maç sonu heyecanıyla tüm saf ve içten duygularıyla söylediği sözlere inanıyorum. Çünkü o yaşlardaki insanların savaşa dair duyguları hep daha içten, daha temiz, daha saf, daha cesur. Ve ülkenin savaşa karşı sokaklarda ses çıkaranların yaşının da çoğu 20 bilemedin 24. Saf, içten ve cesur duygularla sokaklardalar. Bir intihar saldırısında ölene dek...