Bazen sadece ‘Hayır’ demek lazım
2003’ten sonra Melbourne çıktığı ilk final maçının sonucunu mu merak ediyorsunuz? Ne önemi var ki! Kazanmak ya da kaybetmek değil mevzu. Direnmek, isyan etmek, ‘Hayır’ diyebilmek sana inanmayanlara ve aynı zamanda kadere.
Bazen sadece ‘Hayır’ demek lazım hayata. Sizi bastıran sakatlıklara, itinayla kurguladığınız kariyerin bitme aşamasına gelmesine, geri dönemez diyenlere, kazanmak imkansız diyenlere, mücadele etmeyenlere ‘Hayır’ demek zorundasınız. Çünkü gördüğünüz en dip aynı zamanda büyük bir fırsattır. Ne kadar sert basarsanız ayaklarını o en karanlığa, o kadar yukarı yükselebilirsiniz. İsyan etmek bunun en büyük yardımcısıdır.
Nerden mi biliyoruz. Venus Williams’tan. Bir dönem kadınlar tenisinin en dominant oyuncularından biriydi. Kardeşi Serena henüz ortalığın bu kadar hakimi değilken o vardı. Kadınlar tenisinin şeklini değiştirdi aslında. Onunla başlayan süreçte -tekniğin ölmesi eleştirilerini de kayda geçirerek- teknik oyunun yerini güç ve atletiklik aldı. 1 Şubat 2002’de kadınlar tenisinde dünya 1 numarası olan ilk Afro Amerikan olarak da tarihi geçen Venus, toplamda 3 kez ve 11 hafta zirvenin sahibiydi. 2000’de Wimbledon’la başlayan seride koltuğunun altına tam 7 Grand Slam şampiyonluğu sığdırmayı başardı. Biri tekler, üçü çiftlerde olmak üzere 4 Olimpiyat Oyunları altın madalyasını boynuna geçirdi.
NE SENDROMLAR NE SAKATLIKLAR
Ama Venus için rüzgar hep aynı yönden esmeyecekti, esmedi de. Onu sanki kortta uçuyormuş gibi gösteren uzun bacakları, yüzünden hiç eksik olmayan gülümsemesi, üst üste gelen sakatlıklar sonrasında yavaş yavaş soldu. Yaşadığı sakatlıkların üstüne bir de bağışıklığı ona darbe vurdu. 2011 Ağustos'undan 2012 Mart'ına kadar bağışıklık sistemini etkileyen Sjögren Sendromu, Venus’ün yıllarca ilmek ilmek ördüğü kariyerini tehdit ediyordu. O kadar ki kortların kraliçesi unvanın sahibi Venus Williams, artık WTA sıralamasında ilk 100’ün dışında kalmıştı.
Aklı 2009’daki finalde kalmıştı. Zira gördüğü son Grand Slam finali, kardeşine karşı bu tarihteydi. Geri gidişin miladı bu tarihti. Kaybetmişti ama daha da önemlisi artık bacakları onu taşımıyor gibiydi. Üst üste gelen mağlubiyetler karnesine yazılıyordu Venus’ün. Artık umutsuzluk dağları sarmaya başlıyordu. İlk 100 dışında kalmak, bütün ömrünü tenise adamış, hep zirvelerde dolaşmış bir sporcu için yıkımla eşdeğerdi. Bir zamanlar amiyane tabiriyle herkesin önünü iliklediği ABD’li oyuncu artık turnuvalarda bile saygı görmüyordu. Çocukluğunda kariyer hedefim dediği, sonrasında da ulaştığı Wimbledon’da ise en büyük darbeyi yemişti. 5 defa şampiyon olduğu turnuvada, maçları artık Ana Kort’da değil 3 Numaralı Kort’a taşınmıştı.
VAZGEÇMEK Mİ? ASLA
Organizatörlerin gerekçesi, Venus’ün ilk turlarda turnuvaya veda ediyor olmasıydı. Wimbledon’da yaşadığı tavır, Fransa Açık ve hatta ABD Açık’ta da ordaydı. Ama hayır. Tüm yaşadıklarına karşın pes etmek onun ruhunda yoktu. Sakatlıklara, kariyerini tehdit eden Sjögen Sendromu’na, ‘Başaramazsın, geri dönemezsin’ diyenlere isyan etmesi gerekiyordu. İşte tam o sırada kendi kendisine hep şu cümleleri tekrarladı: “Ben bu oyunu oynamak için doğrum. Sevdiğim işi yapabildiğim için de çok şanslıyım. O zaman vazgeçmek mi? Asla. Direnmeye ve mücadele etmeye devam.”
Fakat engelleri büyüktü. Zaman da onun aleyhine çalışıyordu. Yıllar geçtikçe yaş alıyor, o uzun bacakları yavaşlıyor, insanlar onun adını unutuyordu. Fakat bir savaşçıydı o. Mücadele etmek ruhunda vardı. Adının üstü yavaş yavaş tozlanırken derin bir nefes aldı. Her zaman olduğu gibi en zor zamanlarında da yanında yine kız kardeşi vardı. Omuz omuza verip 2012 Olimpiyat altınını boyunlarına geçirdiler. İyi bir moraldi bu ama yine de bireysel bir zafere ihtiyacı vardı Venus’ün. Zira bu altın sonrasında da sırt problemleri baş göstermişti. Hem rakipleriyle hem de vücuduyla mücadele etmek zorundaydı. Ama tırnaklarıyla kazıdığı kariyerini kurtarmak için yine iğne ile kazdığı bir şampiyonluk şansı bulmalıydı. Buldu da: 2014 Dubai Turnuvası. ‘Bitti’ diyenlere ‘Hayır’ demek için oldukça önemli bir fırsattı. Rakip Alize Cornet’ydi. Kazanmak Venus’ün ışığının yeniden parlaması anlamına gelecekti. Kazandı da. Hem de sadece 3 oyun vererek. Kanada’da kaybettiği iki finalden sonra çok iyi gelmişti doğrusu.
SELİN ÖNÜNÜ ALMAK ZORDUR
Artık vites arttırma zamanıydı. WTA Listesi’nin 49. sırada girdiği 2013’ten sonra ritmik bir şekilde ilerliyordu zaten. Bu şampiyonluk ve kaybettiği 3 finale karşın sıralamada adı artık 19’uncu basamaktaydı. Tanıdığı, aşina olduğu ve alıştığı noktaya doğru yolculuk başlamıştı bir kere. Selin önünü almak zordur. Hele ki başında Venus Williams varsa. 2015’te Auckland’da gelen ASB Classic Turnuvası şampiyonluğu bunun göstergesiydi. Ama bu kez yılı tek kupayla noktalamaya niyeti yoktu. Ayrıca hedefi yeniden Grand Slam ana tablosunda yer almaktı. Her ikisi de oldu. 2015, Venus karşısında eğilmişti. Avustralya Açık’a katılmakla kalmayıp çeyrek finale kadar yükselmesi, Wimbledon’da yenildiği kardeşine ABD Açık çeyrek finalinde bir kez daha kaybetmiş olmasına karşın eski günlerine döneceğinin sinyallerini veriyordu. Zaten sezonu Çin’de kazandığı şampiyonluk ve dünya 7.’si olarak kapması da bunun göstergesiydi.
Yeniden tenis dünyasına, Williams’ların sadece Serena’dan oluşmadığını, hatta canından daha çok sevdiği kardeşinin yolunu kendisinin açtığını göstermeye başlamıştı. Ama yaşlı da artık 35’i bulmuştu. Kortta hareketleri eskisinden daha yavaştı doğal olarak. Ama hırsı. Hayır, o eskisinden daha az değildi. Yeniden bir Grand Slam Turnuvası’nda final oynamak hatta kazanmak istiyordu.
DİRENDİ, İSYAN ETTİ, ‘HAYIR’ DEDİ
2016 Wimbledon’da yarı finalinde, yükselen yıldız Angelique Kerber’e çarpmasaydı, Serana’nın yolundan gelip Elena Vesnina’yı bulsaydı, belki hedeflerine daha erken ulaşacaktı. Olmadı lakin güç Venus’teydi artık. 2017’de kendisinden emeklilik bekleyenlere inat korttaydı. Ve işte hedefine ulaştı. 13 numaralı seribaşı olarak girdiği 2017 sezonunun ilk Grand Slam’ine damga vuranlardan biri oldu. Sadece 1 set vererek, en son 2009 Wimbledon’da olduğu gibi yine adını finalde kardeşi Serena Williams’ın karşısına yazdırdı. Yani geri dönmeye başladığı ilk anda koyduğu hedefi tutturdu Venus Williams.
2003’ten sonra Melbourne çıktığı ilk final maçının sonucunu mu merak ediyorsunuz? Ne önemi var ki! Kazanmak ya da kaybetmek değil mevzu. Direnmek, isyan etmek, ‘Hayır’ diyebilmek sana inanmayanlara ve aynı zamanda kadere. Umutsuzluğa kapılmadan en karanlık günde, verdiğin mücadelenin ardından arkana yaslanarak geleceğine inandığın ve hatta bildiğin o zafer anın keyfine varabilmek önemli olan. Gerisi lafügüzaf.
Son not: Çok merak edenler için Venus, kardeşi Serena’ya finalde kaybetti. Ama dedim ya en karanlık günde bile inanmanın ve mücadele edebilmenin zevki ona yetti de arttı bile.