Güçlü meclis için: Hayır
Abdülhamit’ten de yola çıksanız, Atatürk’le de devam etseniz bugünkü vasatın tasallutuna, iç bunaltan taşra zihniyetinin tahakkümüne ulaşmıyorsunuz. Dolayısıyla Abdülhamit’i Atatürk’ü karşısına dikmek de içi boş bir çaba.
Barbaros Bulvarı’ndan yukarı çıkarken Conrad Oteli’ne gelmeden sağda Şazeli tarikatının Misratalı şeyhi Muhammed Zafir’in türbesini görebilirsiniz. Türbeyi, Şeyh Zafir’in 1903’teki vefatının ardından kendi henüz şehzadeyken Şazeliyye tarikatına katılmış olan II.Abdülhamit, İtalyan saray mimarı Raimondo d’Aronco’ya “art nouveau” tarzında yaptırmış.
Bu ölçek olarak alçak gönüllü ama bence bir o kadar anlam yüklü (ve zarif) yapının temsil ettiği kültürel çok katmanlılığa, kozmopolitanlığa, kentliliğe, hatta modernliğe bakınız. Sultan’ın bağlı bulunduğu sufi (a) tarikatın Libyalı (b) şeyhine sarayın İtalyan (c) mimarınca dönemin en avangard üslubu “art nouveau” (d) tarzında yapılmış bir türbe. Belki laik bir türbe bile denebilir bu güzel yapıya.
Şimdi bu gösterge yüklü derinliğin karşısına taşra baskıcılığını, tek renkli hışırlığı, İslamcılık diye yutturulan lümpenliği koyun. O noktadan Çamlıca’da süregiden cami inşaatının görülebileceğini sanmıyorum. Ama hemen sırtındaki Conrad Oteli’nin terasına çıkarsanız, rahatlıkla o orantısız heyulayı içiniz sıkılarak temaşa edebilirsiniz.
Atatürk de Harp Akademisi’nden aşağı yukarı aynı tarihte 1905’te mezun olmuştu. Hepimizin bildiği üzere cephe cephe gezip, şairin dediği gibi yenilgi yenilgi büyüyerek, zaferle yani cumhuriyetin kurulmasıyla sonuçlanan bir hayat öyküsü. Masabaşında, kitapların arasında, salonlarda değil ayağı toprak zemin üzerinde, sahada çelik, ateş ve ölümle sınanarak edinilen bir birikim.
O birikimden damıtılan cumhuriyetimizin kurucu “fabrika ayarları” arasında billurlaşan barışçı dış siyaset, soğukkanlı Ortadoğu siyaseti ve laiklik ilkesi. Velhasıl Abdülhamit’ten de yola çıksanız, Atatürk’le de devam etseniz bugünkü vasatın tasallutuna, iç bunaltan taşra zihniyetinin tahakkümüne ulaşmıyorsunuz. Dolayısıyla Abdülhamit’i Atatürk’ü karşısına dikmek de içi boş bir çaba.
Buna karşılık, kravat-ceketlilere, topuklu ayakkabı-döpiyeslilere, karacamlı pahalı arabalardan ya koşar adım ya riyakar gülücüklerle inerek döner kapılara seyirten insanlara bir tepkinin tüm demokrasilerde biriktiği ortada. Bu tepkinin gelip bizde çarpacağı yer de şunun şurasında 60 gün kalan demokrasiyi terk edip başkanlık rejimine geçiş referandumu olacak.
Böyleyse, HAYIR kampanyasında iktidarın buram buram sırıtan popülizmine karşı söylenmesi gereken “büyük Türkiye, güçlü Meclis demektir kardeşim, ülkeni seviyorsan sen de var mısın Meclis’ine sahip çıkmaya, var mısın HAYIR’a” olmalı. HAYIRlara vesile olabilmek dileğiyle.
Aydın Selcen Kimdir?
1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.
Kürt yurttaşların derdine Diyarbakır'dan bir bakış 06 Ekim 2021
Soçi'nin ardından dış politikada dağınıklık sürüyor 03 Ekim 2021
Almanya seçimlerinden bize bakan sonuçlar 29 Eylül 2021
Erdoğan'ın görkemli New York seferi 26 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI