Mutluluğu örgütlemek-Barışarock
Sanat abartır çoğu zaman ama biz de olmaz diyorlar ya, Barışarock’ı bunun için hatırlatmak istedim. Mutluluk vardı ve örgütlendi de daha önce bu ülkede...
Arjantin’de bir işgal fabrikasındaydık. Saat 11 falandı, gece yeni başlıyordu. Fabrikanın büyük presleri bağırarak çalışıyordu. Preslerin huyudur, hep çok gürültü yaparlar ve zaten çok eskiydiler. Küçüklü büyüklü borularından yağ sızdırıyordu. Makine işçileri, yani fabrikanın sahipleri, sızan yağları siliyor, düğmelere basıyor, kolları çekiyor ve önlerinden geçen kadınları, erkekleri selamlıyorlardı. Sıkça da gelenlerle öpüşüyorlardı. Bir Arjantin huyuydu bu. Bu yüzden mitingler bile geç başlıyordu. Presler de o sırada biraz vızıldayarak duruyordu. Makine işçileri ile siyah dekolte elbiseli kadınların öpüşmesini bekliyorlar, sonra bağırmaya devam ediyorlardı. Şık giyinmiş kadınlar ve erkekler, fabrikanın bir başka bölümüne gidiyorlardı. Bu gece tango yapılıyordu orada. Fabrika binaları eğlenmek ve dans etmek için çok güzel yerlerdi. Bir gün önce de heavy metal konseri vardı aynı yerde. İşçiler, yani fabrikanın sahipleri ‘Dans edilmeyen işgal fabrikası mı olur’ diyorlardı.
Beyoğlu’nda bir sokakta oturuyorduk. ABD Irak’ı yeni işgal etmişti. Ragıp, Dilek ve Deniz rastladılar. Coca Cola burada Rock’n Coke festivali yapıyorlar dediler. Bir milyon dolar mı ne harcıyorlardı. Paraları çoktu. Irak’a Amerikan askerlerinin ardından Coca Cola kamyonları giriyordu. ‘Rock’la savaş nasıl bir araya gelebilir ki?’ dediler.
Barışarock’ı örgütlesek ya… Kazım Koyuncu ile zaten konuşmuşlardı. Varım tabii ki, demişti ‘şair ceketli çocuk.’ Barışarock örgütlenmesi başladı. Bir iki gün sonra dolu bir ofis vardı. Kimi afiş çiziyordu, kimi tuvaletlerin yerini belirlemeye çalışıyordu, birisi küçük mutfakta yumurta kırıyordu, çaylar geliyor, çaylar gidiyordu. Kapıdan içeri biri giriyor, henüz ne yapabilirim ki, derken kendini sahneleri nereye kurulacak onu yapmaya çalışırken buluyordu. Taner Öngür, Cahit Berkay, Bulutsuzluk Özlemi, Mor ve Ötesi ve bir çok sanatçı parasız katılmayı kabul ediyordu. Bir Alman kadın arkadaş, beni kapıya koydular, en beter işi bana verdiler, diyordu. Taner Öngür, Erkin Koray’ı aradığında ‘Oğlum bu Amerikalılarla uğraşmayın, kafanıza füze atar ha’ diyordu Erkin. Coca Cola’nın milyonlarca doları vardı, BarışaRock’ın insan solukları…
Herkes Şili’de referandumu anlatan ‘No’ filminden söz ediyor. Bir reklam filmiyle her şeyin değişebileceğini söylemek çok burjuvaca. Hele o günün Şili’deki komik televizyon sayısını gözden geçirince iyice abartı. Sanat abartır çoğu zaman ama biz de olmaz diyorlar ya, Barışarock’ı bunun için hatırlatmak istedim. Mutluluk vardı ve örgütlendi de daha önce bu ülkede.
Son geceydi Barışarock’ta. Bulutsuzluk Özlemi sahnedeydi. Cem Karaca en son çıkıyordu, ‘Ya bu bizim Nejat değil mi’ diyordu. Sigara paketini eline alıp bakarak sahneyi ayırt etmeye çalışıyordu. 20.000 kişi vardı Barışarock’ta. Tıklım tıklımdı. Cem Karaca sahneye çıktığında canlandı. Belki son konseriydi, bilmiyorum. Bembeyaz elbiseler giymişti. Başında beyaz şapkası vardı. Herkes coştu. Sahnenin kenarına ilerledi Cem Karaca. Yüksekti sahne. En az 2 metre vardı. Tam kenardaydım. Birden kafa üstü sahneden düştü Cem Karaca. Seyirci tamamen sustu. Arkada bir ambulansımız vardı. Kaldırıp oraya taşındı Cem Karaca. Beyaz elbisesinden dışarı kanlar çıkıyordu.
Sessizlik içinden bir slogan başladı. ‘Cem baba sen bizim herşeyimizsin’ diye bağırıyordu 20.000 kişi. ‘Ben geri dönücem’ dedi Cem baba. Yok deyince dinlemedi. Sahneye döndü. 20.000 kişi coştu. Pantalonundan kan sızıyordu. ‘Biz hayatta çok düştük ama kalkmasını bildik’ dedi. ‘Cem baba sen bizim herşeyimizsin’ diye bağırıyordu herkes, hep beraber, 20.000 kişi. ‘Bu arada birileri bizim şapkayı götürmüş’ dedi. ‘Şapkaya uzanan eller kırılır’ diye yeni bir slogan başladı. Ortalardan bir yerden, belki on bininci kişilerden, el ele şapka geri geldi. Barışarock çocuklar gibi şendi.
Yani içinde dans edilmeyen bir ‘Hayır’ mı olur ve şapkaya uzanan eller kırılır…