YAZARLAR

Kuyu

Yavru köpeğe “Kuyu” ismi verilmesi, hepimizin ortak itirafı aslında. O köpek artık bu ülkenin vaziyetini adında taşıyor. Fakat onun kuyudan çıkması için günler ve geceler boyu dilek tutanlar aynı dileği kendileri ve “başkaları” için de tutmalı, hepimizi kör kuyulara mahkum edenlere karşı ses çıkarmalı. Ses çıkaran olmazsa, kuyudan çıkış da yok. Kuyu kurtuldu. Sıra bizde.

10 gün boyunca çapı 30 santim, derinliği 70 metre olan bir kuyuda mahsur kalan yavru köpeğin kurtarılışı, her kesimden vicdanlı insanlarda ortak bir sevinç yarattı. Üstelik belki de ilk kez bu ülkenin kötücül güruhu sevinenlere dil uzatamadı. Çünkü Kuyu’nun “neden oraya düştüğünü” soramazlardı. Annesinin “ihmalkârlığından”, köpek cinsinin “aptallığından”, kendi yavrularını ulu orta sahipsiz bırakışından dem vurup nefret dillerini piyasaya süremezlerdi. “Burada ne işi vardı, kendi ülkesinde kalsaydı” diyemezlerdi. “Zaten bunlar yollu, su testisi su yolunda kırılır” imasında bulunamazlardı. “Ailesi şu örgüte yakın”, “sicili kabarık” gibi haberler yapamazlardı.

Elbette “bunca acı varken bir köpek yavrusu için bu kadar didinenlere” laf eden kötücüller çıkmıştır, ama sanırım kimse onları görmek istemedi. Zaten sevgide, vicdanda buluşanlar bir kar topu gibi büyüdüğünde kötücüller korkakça bir köşeye saklanır. Nitekim her gün ortalığa nefret tohumları ekenlerin kahir ekseriyeti Kuyu’nun kurtarılış sürecinde sükut etti. “Konuya” mümkün mertebe girmediler.

Kurtarılışından hemen sonra Kuyu, hükümete yakın bir TV programına çıkarıldı. Programın sunucusunun kurtarma ekibine yönelik sorularından biri günlerdir kafamda dolanıp duruyor: “Peki mesela bir insan olsaydı bu, Kuyu değil de, böyle bir çalışma yapılabilir miydi?” Sunucunun sorusu, benim anlatmak istediğimden farklı bağlamda olsa da, son derece yerindeydi.

KUYU BİR İNSAN OLSAYDI

Sahi, Kuyu bir yavru köpek değil de bir insan olsaydı, böyle bir “çalışma” yapılabilir miydi? Sunucunun kurtarma tekniği bağlamında “çalışma” dediğine gelin biz “ortak duyguda buluşma” diyelim. Kuyu, Türkiyeli bir insan olsaydı, muhakkak bir “kimliği” olacaktı. İşte o kimlik, 10 günlük kurtarma çalışması boyunca farklı kutupların “buluşmasına” engel olacaktı. Bu faraziye değil, kaç zamandır deneyimlediğimiz kötücüllük ikliminden yaptığımız bir çıkarsama.

Bu ülkede yakın zamanda sayısız insan yavrusu katledildi. Örneğin, 10 Ekim 2015’te Ankara’daki IŞİD katliamında öldürülenlerden biri 9 yaşındaki Veysel Atılgan’dı. Konya’daki bir futbol müsabakasında binlerce taraftar, oyuncuların saygı duruşunu bile ıslıklar ve tekbirler eşliğinde “protesto” edebildi. İsimlerini tek tek anmayacağım, ama son iki yılda öldürülen onlarca çocuğa yönelik nefret dilini biliyoruz. Cezaevlerinin nasıl kör kuyulara dönüştürüldüğünü duyuyoruz. Mültecilerin, egemen etnik ve dini aidiyetin dışında kalanların nasıl bir kuyuda var kalmaya çalıştıklarına şahidiz.

Herkesin herkese düşman edildiği bu siyasi iklimde Kuyu’nun bu kadar sahiplenilmesinin tek bir nedeni vardı: Nefret söyleminin hedefi haline getirilebilecek bir kimliğinin olmayışı. Hınçla bezenmiş kesimlerin düşman bellediği bir aidiyetten olmaması.

ASİT KUYULARI

Şimdi başka bir “kuyudan” söz edeceğim. Tam 10 gündür, Nusaybin’in 70 hanelik bir köyü olan Xerabê Bava’da (Kuruköy) operasyon yapılıyor. Ancak bu operasyonun sebep ve sonuçlarına dair hükümet kamuoyunu bilgilendirmiyor. Orada neler olup bittiğini, köyde yaşayanlar bile bilmiyor!

Nitekim telefondan ulaştığım bir Xerebê Bava köylüsü ürkek bir sesle şöyle anlatıyor: “Kurban, biz evde, içerideyiz. Köyde ne olup bittiğini bilmiyoruz. Köyün içi (askerlerle) dolu. Tuvaleti dışarıda olanlar, tuvalete bile çıkamıyor. Dokuz gündür bu durumdayız. Dokuz gün önce çatışma oldu köyde. Askerler her gün evlere geliyor. Aramalarını yapıyorlar, telefonlarımıza, attığımız mesajlara kadar bakıp bizi sıkıştırıyorlar. Çocukları sıkıştırıyorlar. Psikolojimiz bozulmuş durumda. ‘Terörist öldürdük’ diyorlar, ama öldürülenlerin sayısını, kimliğini, köylü olup olmadıklarını bilemiyoruz. Hangi evde hasta var, kimin ne kadar erzağı kaldı, bilmiyoruz. Ama bizim evin erzağı bitmek üzere. Açıkçası sizinle konuşmaktan da korkuyoruz. Nasıl olacak bilemiyoruz.”

Köylünün “sıkıştırıyorlar” dediği ilkokul çağındaki çocukların o kuyuda nasıl sorguya çekildiğini 1990’ları yaşayan bizler çok iyi biliyoruz. O yıllarda beyaz Toros’lara tıkıştırılıp götürülenlerin asit kuyularına nasıl atıldığını ise artık herkes biliyor.

Xerabê Bava’daki (Türkçesi “babaların harabesi”) çocuklar, yaşlılar, hastalar için herhangi bir çaba yok. Devletin yılmaz bekçisi yargı, “Yeni yıldan ülke adına yeni beklentilerim oluştu; asit kuyuları, tit, toros, vb…” diye yazanlar hakkında kılını kıpırdatmıyor.

Yavru köpeğe “Kuyu” ismi verilmesi, hepimizin ortak itirafı aslında. O köpek artık bu ülkenin vaziyetini adında taşıyor. Fakat onun kuyudan çıkması için günler ve geceler boyu dilek tutanlar aynı dileği kendileri ve “başkaları” için de tutmalı, hepimizi kör kuyulara mahkum edenlere karşı ses çıkarmalı. Ses çıkaran olmazsa, kuyudan çıkış da yok. Kuyu kurtuldu. Sıra bizde.


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.