Afganistan’da bir Kürt devleti – III
Kurd Gelîler, Moğol tehdidi altında iken Herat, Gor ve Kandahar şehirleri ile İndus taşrasını ele geçirmeyi başarırlar.
Horasan ve ötesindeki coğrafyada yaşayan Kürtlerden bahseden pek çok kaynak bulunuyor. Sözgelimi Ahmet Cevdet Paşa, tarih kitabında (1858) şöyle yazar: “Lorlar, Bahtiyariler, Goraniler ve Lekler Kürt olup aynı kökenden gelmektedirler. Bunlar aralarında ayrıca bölümlere ayrılmışlardır. Aslında İran’da oturdukları halde bir bölümü Malatya’ya, Urfa’ya ve Maraş’a gelmişlerdir. Nitekim ünlü Zend aşireti bunlardandır.” H. Rawlinson ise, “Notes on Seistan”da (1873), buradaki yerleşik topluluklardan söz ederken Kürtleri/Bextiyarîleri de sayar.
Mihemed Emîn Zekî Beg, “Tarîxî Kurd û Kurdistan”ında (1931) Belucistan’da nüfusu 300.000’e ulaşan Biraxweyî konfederasyonundan bahseder ve ana unsurun muhtemelen İran’ın doğusundan buraya gelmiş olan Kurd Gelî aşireti olduğunu söyler. Ona göre bunların bir bölümü Hindistan’daki Sind bölgesinde yaşarlar ve nüfusları 48.180’dir.
Afganistan’da kurulan Kürt devleti ile ilgili sınırlı bilgiler söz konusudur. Aynı şekilde bu bilgiler iki farklı kuruluş öyküsü aktarır. Birinciye göre Kerd, Kert, Kurd ya da Kurt adıyla da bilinen bu devletin kurucusunun adı Melîk Kurd’dür. G.N. Curzon, “Persia and Persian Question”ın (1892) ikinci cildinde Kürt ve Kürdistan’ın bir kolu olan Kürt Gelîlerin, Melîk Kurd liderliğinde Gor Hanedanlığını kurduklarını yazar. Bu hanedanlık 1245-1383 yılları arasında varlığını sürdürür.
Horasan Kürtleri ve Kürtçesi hakkında ilk akademik makaleleri kaleme alan W. Iwanov da (1926), “Herat’ın (Afganistan) güneyindeki dağlık bölgede, Miladi 1245-1389'da, ‘Kürt’ adını taşıyan bir hanedanlık yaşamaktaydı. Bugün olduğu gibi, ‘Kurd’ adı ile Kürt etnik kökeni aynı anlamı taşımaktadır” der.
İkinci anlatımda tarihi çerçeve biraz farklıdır ve Melîk Kurd kurucu değil, hanedanlığın adı olarak yansır. Öte yandan Melîk Kurd adı, Evliya Çelebi’nin Melîk Kürdim şeklinde aktardığı ada da çok benziyor. Dönemin tarih anlayışına göre bir tür “mitik ata” olan Melîk Kürdim, söz konusu bölgeye kadar taşınmış olabilir.
H. W. Bellew, 1891 yılında yapılan 9. Şarkiyatçılar Kongresine sunduğu “An Inquiry into the Ethnography of Afghanistan”da Kurd Gelîlerden söz eder. Ona göre Sistan’daki Kurd Gelîler antik dönemde Cordueni/Kardukhi denen Kürdistan Kürtlerinin bir parçasıdır. Melîk Kurd Gor Hanedanlığı, Horasan valisi Şemsuddin Kurd tarafından kurulmuştur. 1245’te Herat’ı başkent yapan Şemsuddin, Moğol imparatoru Hulagu’nun ölümünden sonra daha da güçlenir. Ondan sonra gelen oğlu Ruknuddin, 1280 yılında Kandahar’ı ele geçirir.
E. M. Varlî da “Dîroka Dugelên Kurdan: 600-1500” adlı kitabında (1997) Arap kaynaklarından benzer bilgileri aktarır. Fexruddîn, Xiyasuddîn, Melîk Şemsuddîn ve Melîk Hafiz’dan sonra tahta çıkan Muizuddîn Huseyn, bağımsızlık simgesi olarak kendi adına hutbe okutmaya başlar. Ünlü alim Sadeddin Taftazani, “El Mutewwel” adlı kitabını ona sunmuştur. İlerleyen süreçte Melîk el-Baqir tahta çıkar. Son yönetici olan Xiyasuddîn Pîr Elî lakaplı II. Muizuddîn Huseyn zamanında Timur kuvvetleri bu devlete saldırır ve onunla birlikte diğer ileri gelenleri Semerkand’a götürüp idam eder.
Bellew, 13 ve 14. yüzyıl Afganistan’ında Kürtlerin önemli unsurlardan biri olduğunu söyler. Ona göre Kurd Gelîler, Moğol tehdidi altında iken bile Herat, Gor ve Kandahar şehirleri ile İndus taşrasını ele geçirmeyi ve yönetmeyi başarırlar.
Öte yandan hanedanlığın “kurucu baba”sının Horasan’daki Xunsar ovasının hâkimi Taceddîn Osman olması ve son hanın Huseyn adı ve Pîr Elî lakabını taşıması, Sünnilikten Şiiliğe doğru bir değişim yaşandığını akla getirmektedir.
Peki Afganistan Kürtleri bugün ne durumdalar? Varlî, Afganistan salnamelerine dayandırarak 1920-1925 döneminde Afganistan’ın % 25’inin, Herat ve çevresindeki nüfusun ise % 60-70’inin Kürt olduğunu ileri sürer. Ona göre halen Herat çevresinde 165 Kürt tiresi yaşamaktadır. Xalid Salih, Afganistan’da tamamı göçebe Kürtler olduğunu söylerken, Joyce Blau 200.000 sayısını verir.
Böylece az bilinen bu konuyu kendimce tamamlamış oluyorum. Bundan sonra iş, onlardan kalan seslerin peşine düşene kalıyor.
BİR GÜN
Antalya’daki Mehtap Pavyonunda içine bakarken kırılmış erkeklerin üstündeki parlak floresanlar ansızın söndü. Geniş bir boşluğa asılmış disko topu, varlığının farkına ilk kez varmış gibi daha hızlı dönmeye başladı. Sonra birden üstünde birkaç mum olan pastanın arkasında küçük bir kız, tombul bir kadının dikkatli kollarının ortasında belirdi. Ne zamandır ortada dans ettiğini, daha doğrusu sallandığını bilmediğim kadına doğru gittiler. Kadın pastadan önce kızı gördü. Onu doyasıya öptü. Masanın üstüne konan küçük pastayı, kızı kucaklayarak kesti. Orta boylu garsonlar masalara birer dirhem pasta dağıtırlarken kadına doğru gittim. “U” harfine upuzun bir şapka koyarak, “Hanımefendi” dedim, “bir dansı lûtfeder misiniz!”