Pazar gününün bitişi
Gene köşeye kıstırmadılar mı bizi? Sadece Evet veya Hayır’a ya da aldırmazlık ifadesi oy kullanmamaya sıkışmadık mı? Aldırmamamız ipin kopmayacağı anlamına gelmiyor ki? İşin kötüsü sağ salim referandumdan aşağı inseniz de kuyunun dibi değil mi orası?
Karanlıktı. Tahta bir çıkrık sesi dinliyordum. ‘İp koparsa kollarını bacaklarını aç, kuyunun duvarına tutun ben seni oradan alırım’ demişti. 15 yaşında bir madenci çocuktu. 800 metre kadar yer altında bir gümüş madenindeydik. Bolivya’da Potosi’de. Bu kadarı yetmiyormuş gibi bir de kuyuya iniyordum. Galiba 40-50 metre yükseklikteydi. Sürekli gıcırdayan bir tahta çıkrık ve her an kopabilecek bir ipi vardı. Kısa bir süre sonra aldırmamaya başladım. Zaten pek tutunma şansım yoktu. Yapamayacağım bir şey karşısında ona aldırmamak gibi bir taktiğim vardı. Bu yüzden uçak korkusu olanları anlamıyordum. Size endişe dışında bir şey kazandırmıyordu.
Karanlıktı. Sırtlarında çantaları, üniformaları ve gözlerinde uykuları ile çocuklar vardı. Otobüs durakları hınca hınç uyku mahmurluğu doluydu. Potosi’de bir maden kuyusu değil, İstanbul’du. Bir kompleksin saat ayarlamasına maruz kalmış bir halkın çocukları, öğretmenleri, öğrencileri, muhtelif çalışanları ve iş kazası bekleyen işçileri vardı. Ülke tahta bir çarmıkla bir kuyuya sarkıyordu. İp koparsa tutunacak bir yer var mı bilmiyorum.
Gene köşeye kıstırmadılar mı bizi? Sadece Evet veya Hayır’a ya da aldırmazlık ifadesi oy kullanmamaya sıkışmadık mı? Aldırmamamız ipin kopmayacağı anlamına gelmiyor ki? İşin kötüsü sağ salim referandumdan aşağı inseniz de kuyunun dibi değil mi orası?
Saçma değil mi sabah karanlıklarında sokakta olmak? Bu kış saati uygulaması ile ne kadar elektrik tasarrufu olmadığı, ne kadar fazla elektrik tükendiği, kaç lira fazla para fazla ödendiği rakamları çıktı ortaya belki ama kaç kişi depresyona kapıldı kimse araştırıyor mu? Müebbet okula mahkum çocukların ne çektiğini soran oldu mu? 23 Nisan’da başkan, başbakan ya da ne biliyim neydi adı ‘cumhurbaşkanlığı sistemi’ koltuğuna oturacak, çocuk, ‘Bizi karanlıkta kaldırmayın abiler’ demez mi?
Çocukları bırakın, kimse neden hiçbir şey demiyor? Saatlerin ayarlanmasına bile ses çıkarmayan bir ülkede, isyan olur mu sizce?
Saatleri papazlar yaptı. 1848 isyancıları birbirinden habersiz saat kulelerine ateş etti. Hadi saatleri kıramıyoruz ama bu kadar da uysal olmak zorunda mıyız? En azından saatleri geri alma grevi yapamaz mıydık?
Karanlığı sevmiyor değilim ama manası siz olunca sıkıcı geliyor bana. Bana sizi hatırlatıyor çünkü bayım. Bu arada sormak istiyorum; Siz hiç mutlu oldunuz mu bayım? Bir peklik sorununuz mu var?
O kuyudan üstüme gümüş tozları bulaşmış çıkıyordum. Gergin bir ip sesi geliyordu kulağıma. Bir kayaya sürtüyor gibiydi ya da uyduruyordum. Madencinin ‘tutun’ dediği kuyu duvarlarına savruluyordum. Islak ve kaygandı. İşin kötüsü eğer ip kopar düşerse, neden tutunamadın diye soracak olmalarıydı. Eh tabii sağ kalırsam. Elim gümüştü, kaydım diyecektim. İp kopmadı. Yürürken madenci çocuğa sordum;
– Gelecekten ne istiyorsun?
– Gelecek mi…? Ne istenebilir ki?
Elleri ve her yeri gümüştü. Yanağında koka yaprağı vardı.
Sartre bugün için yazıyordu; ‘Her yanda tertemiz, gülümseyen ama gözleri tükenmiş, boşalmış yüzler. Ardımda, kentin içinde, geniş ve dümdüz yollarda, lambaların soğuk aydınlığında, yaman bir toplumsal olay can çekişiyor… Pazar gününün bitişiydi bu…’