Akademide bir koltuk
Kendini kalantor idarecilerin katıldığı her toplantıda Adnan Oktar’ın kediciği gibi hissedersin!
Rus edebiyatını her insan için tanıdık kılan şey, memuriyeti yoğun biçimde işlemesiydi. Gogol’ün “Palto”sundan çıkan büyük roman ve öykü külliyatı, diğer edebiyatların da takip veya taklit ettiği bir gelenek yarattı. Hayatı boyunca dolmuşta, kahvede, parkta kitap okuyup etrafa aval aval bakmış birisi olarak memuriyetle imtihanım, eğer yapabilirsem bu geleneğe eklenecek bir metne doğru gidecek. “Kafka li Mêrdînê” (Kafka Mardin’de) adlı bir roman yazmak istiyorum ben de.
Bir yılı İngiltere’de olmak üzere toplam yedi buçuk yıl Mardin Artuklu Üniversitesi’nde akademik memur idim ve epey izlenim edindim. Hülyalı gençlikte yazdığım “ben ki memur bile değilim beni kimse öpmez” dizesi aklıma gelmiyor değil, elbette Youtube’a “ah” yazınca hemen geliveren Ahmet Kaya’nın harika şarkısı da. Bir de avantajım var; doktora tezim “Türk Şiirinde Taşra”ydı. Merkez-taşra sosyolojisi, psikolojisi ve edebiyatı üzerine biraz kafa yormuşluğum var hani.
Memuriyet insanı hemen yaşlandıran bir şey bir kere. Belli kapılardan belli bir eğimle geçmenin kaçınılmaz sonucu bu.
İdarenin gözdesi değilsen bedensel ve zihinsel olarak çok yorulursun. Yapılan her şeyi niteleyen tek sözcük, “saçma”dır. Memur olabilmenin yolu ise, her şeyi normal saymaya başlayıp her saçmalığı rasyonalize etmekten geçer.
İdareciler hiçbir sorunu çözmez, sorun çözmek için orada değillerdir. Memuriyette iktidar, her akla geldiklerinde astlardan talep listesi toplamak ve hiçbirini yerine getirmemektir.
Hiçbir derde derman olmayan idare, asla sorumlu ve şeffaf değildir. İkinci Dünya Savaşı biter, Varşova Paktı dağılır, Kürdistan sorunu çözülür, ama odandaki klima bir türlü tamir edilmez. Bu kadar para nereye gider, ellerindeki kalın dosyalarla müteahhitler nasıl semirir, neden her idarecinin korumasının korumasının koruması olur, anlayamazsın.
Peygamber kölelerle oturup yemek yerken bu dinbaz idareciler dükü, kontu, fağfuru, sultanı komplekse sokacak hava ile sırça köşklerde şişinirler, gölgelerini görsen kendini sahabe sayarsın!
İlişkilerde bir samimiyet yoktur. Hemen herkes her an saf değiştirebilir, sen saflığınla ortada kalırsın. Saçın, sakalın, dövmen, küpen, kaprin, sandaletin, kapına astığın not, öğrenci, araştırma görevlisi ve çalışanlarla kurduğun eşit ilişki sorun olur.
Birilerinin elinde her saat güncellenen listeler vardır. O listelerde mutlaka adın olur. Tanımadığın birinin tanımadığı senden bahsetmesi gibi tuhaf bir duygudur bu.
Akademik ve insanî ahlâka dair konuşursun bazen, ama sesin havada kalır. Sadece mıy mıy ederler. Çünkü hiçbir muktedir kendisi değildir. Devlet ya da hükümetten de önce bir çevrenin, bir cemaatin, bir grubun adamıdır. En yetkili makamda da olsa, makamından kıçın kıçın ricat ettiği bir şeyhi vardır.
Dehşet verici sığlıkta espriler yaparlar. Aynısını defalarca duyarsın. Sohbette mutlaka astlar da olduğu için gülmek garantidir. Bu yüzden beynin daha önceden anlatılmış olmayı bilgi olarak kaydedip çeneyi uyarmasına gerek yoktur. Aslında böyle olmak için beyne de gerek yoktur! Bu esprilerin komik olanı bile eziyet olur. Kendini kalantor idarecilerin katıldığı her toplantıda Adnan Oktar’ın herhangi bir kediciği gibi hissedersin!
Öğrencileri sadece kafalanacak müritler olarak görürler. Yirmi yaşındaki zehir gibi çocukları kof bir yaşlılığa benzedikleri ölçüde benimserler. Polisi, güvenlikçiyi, kafaladıkları öğrenciyi hak arayan öğrencilerin üzerine salarken yengenin akşama getirmesi için verdiği market listesine bakarlar.
Öğrencileri Filistin cephesine, Afgan çöllerine, Dabık mevzilerine sürmek için şehitlik edebiyatı yaparken ceplerinde dört beş kredi kartı ile dolaşırlar. Düşük faizle alınmış evin taksiti bitmiş, küçük sanayi esnafı beğenisiyle alınan kangoyu manda kasayla değiştirme vakti gelmiştir artık.
Darbe gecesi idarecilerin hepsi son nefeslerine kadar ATM kuyruğunda beklediler! Bu yiğitlik ganimetsiz kalır mı? Darbeden önce içinde oldukları “the cemaat”ten kalan göz kamaştırıcı hazineyi şimdi bölüşme vakti. İyi ama asıl bunları hizmet mücahidi biliyorduk!
Haftaya devam edelim mi? Çarşambadan çarşambaya bir hafta var!
BİR GÜN
Bu BİR GÜN kısmı bir kez de metinle ilgili olsun diye düşündüm. Aklıma yağmurlu bir gün geldi. Akademideki odama geçerken üç arkadaşın kaldığı odanın kapısının açık olduğunu gördüm. Ellerinde çekpaslar, süpürgeler, bezler. Oda su içinde. Paçalarını dizlerine kadar sıyırmış, masaların üstüne koydukları ıslanmış kitaplara kederli gözlerle bakıp “hoş geldin” dediler. “Pardon” dedim bunun üzerine, “Yelkencilik Kulübü’nün odasını arıyordum. Burası herhalde!”