YAZARLAR

Yanlış zarflar, uçan şekerler, ünlüler ve gönüllüler: Oscar’ın ardından

And the Oscar goes to… Biri beyaza, biri beyazın işine gelene, üçüncüsü illaki ‘kara kedi’ye. Masallara inanmayan taş yesin.

OSC7

Bu yılki Oscar Ödülleri, son dönemlerin en politik, kaotik ve komik törenlerinden biriydi. Hem mesajlar, konuşmalar hem de seçimleri bakımından, politik. Havada uçuşan şekerlerden karışan zarflara ve “In Memoriam” bölümünde yanlışlıkla kanlı canlı birinin resmini kullanmaya varana dek, kaotik. İnce esprilerden ziyade, Nicole Kidman’ın alkış tutmayı beceremeyen elleri türünden tuhaf durumlar açısından komik. Sinemaseverlerin çoğunun gözünde fazla muteber sayılmasa da ihtişamını korumayı hep başaran Oscar’ın “yaldızları hepten dökülüyor mu” dedirten törenin önemli anlarına bir bakalım.

Finaldeki zarf skandalına uzanan köprüde bazı sağlam kalaslar vardı. Trump sonrasının ilk Oscar’ı olması sebebiyle törenden politik beklenti yüksekti, bunu da büyük ölçüde karşıladı. Gecenin sunucusu ünlü komedyen Jimmy Kimmel, açılış konuşmasına “Bu tören dünyada şu an bizden nefret eden 225'ten fazla ülke tarafından izleniyor (..) Başkan Trump'a teşekkür etmek istiyorum. Oscar'ın handiyse ırkçı göründüğü geçen yılı hatırlasanıza!” sözleriyle başladı. Ardından “Bu yıl siyahlar NASA'yı, beyazlar da cazı kurtardı” esprisini patlattı ve konuşmasını Trump’ın “abartılıyor” temalı hakaretlerine maruz kalan Meryl Streep’e dair tersinlemeli esprilerle sürdürdü. Törene katılan bazı isimler de politik içeriğe katkılarda bulundu. Örneğin ünlü oyuncu Gael Garcia Bernal, ödül verirken yaptığı konuşmada Trump’ın yapmayı planladığı Meksika duvarını kastederek “Bir Latin Amerikalı, bir göçmen işçi, bir insan olarak bizi ayırmak isteyen her tür duvara karşıyım,” dedi. Deyim yerindeyse ‘ayarın büyüğü’ ise törene katılmayan Asghar Farhadi’den geldi. Bunlar olup biterken işte, şekerler uçtu, tekerlekler kabağa dönüştü, zarflar karıştı falan.

Tören, “hadi, hoba, oturmaya mı geldik!” tarzında, Justin Timberlake’li, şarkılı-danslı, kapanışa benzeyen bir açılışla başladı. Türlü tatlılık, şirinlikle devam etti. Fazlaca bir kendini sevdirme telaşı, bir doğallık çabası vardı bu törenin. Ünlülerin kucağına mini mini şeker paraşütleri mi inmedi… Hollywood Boulevard’a gittiğini zanneden bir turist kafilesi selfie çubuklarıyla salona dalıp hayatının Instagram anlarını mı yaşamadı… Aşırı hevesli, yenilikçi bir arkadaşımızın kına gecesi videosunu mu izliyoruz, Oscar törenini mi, belli değildi bir ara. Törenin bitimi bu yıl bizim ayarlanmayan saatle sabah sekizleri buldu. Jimmy Kimmel’ın ne güldürür ne öldürür tarzı performansının da katkısıyla esnemeler, “hoca bitir hoca!” tweetlemeleri kaçınılmaz oldu Neyse ki final beklediğimize değdi!

oscar-1

Zarf skandalı aşağı yukarı şöyle cereyan etti: Warren Beatty ve Faye Dunaway, Bonnie ve Clyde’ın ellinci yılı şerefine en iyi film ödülünü vermek için sahnedeydi. Birkaç kuşağın arzu nesnesi olmuş bu çekici ötesi insanların pinpon birer ihtiyara dönüştüğünü görmek biraz üzücüydü ama bunu atlatabilirdik. Warren Beatty zarfı açtı, baktı, baktı… Sonunda bir şey demeden zarfı uzattığı Faye Dunaway kadınsı bir pratiklikle kazananı şıp diye anons etti: La La Land! Ekip coşkuyla sahneye çıkmış, yapımcılar konuşmalarını yaparken ödülü aslında Moonlight’ın aldığı anlaşılmasın mı! Nasıl olurdu, bu rezaletin sorumlusu kimdi… Emma Stone birer süs havuzu iriliğindeki yepisyeşil gözlerini kırpıştırıp “oh my god!”larken filmin yapımcılarından Jordan Horowitz zarfı kameralara gösterip ödülü esas sahiplerine elden geçiriverdi. Endişeye mahal yoktu; hâlâ medeniyet sınırları dahilindeydik… Olayın bu vasat töreni kurtarmak için Akademi tarafından düzenlenmiş bir tiyatro olduğu tarzı komplo teorisi yavrucukları peydah oldu hemen. Sonunda zarf işlerinden sorumlu Pricewaterhouse Coopers olayı üstlendi. Her kategori için iki zarf vardı ve Warren Beatty’ye yanlışlıkla La La Land’le en iyi aktris ödülünü alan Emma Stone’un zarfı verilmişti. Böyle şeyler oluyordu, iyi insanların başına kötü şeyler geliyordu, nitekim Hollywood yüz senedir bu temalardan ekmek yiyordu.

oscar-3

Olayın La La Land finaliyle şaşırtıcı benzerliği filmi izleyenlerin dikkatinden kaçmamış olsa gerek. En iyi yönetmen ödülünü alan Damien Chazelle’in filmi, son yıllara özgü bir ayarsızlıkla önce göklere çıkarılıp 14 dalda Oscar’a aday olduktan sonra yerin dibine sokulmuştu. Kimilerince Hollywood’un altın çağına muhteşem bir methiye, kimilerince öz-parlatmalara doyamayan narsist Hollywood’un son abuklaması olarak görülen müzikalin iyi ödüllerin bir kısmını götüreceği aşikardı da en iyi filmi alması zordu zaten. Geçen yılki ödüllere dair hararetle tartışılan “Oscar’s so white” meselesi üstüne Akademi’nin ne kadar adil ve özgürlükçü olduğunu göstermenin en akıllıca yolu tatlı bir kaçış fantezisini taçlandırmak gibi görünmüyordu. Olağan koşullarda Oscar’da pek esamesi okunmayacak, “tam bir festival filmi” tabir edebileceğimiz bir siyah-eşcinsel büyüme hikâyesi olan Moonlight’sa esen rüzgârlar için biçilmiş kaftandı. Filmlerin iyiliği- kötülüğüne dair bir değerlendirme değil bu. Her ikisi de kendi tarzlarında çok iyi filmler. Öte yandan mesela gösterişsizce mükemmel senaryosuyla en iyi özgün senaryo ödülünü alan Manchester by the Sea ikisinden de iyi bir film, bana göre. Hakkındaki, sonradan öğrendiğim cinsel taciz iddiaları epey mide bulandırıcı olsa da Casey Affleck de bu filmdeki performansıyla kazandığı en iyi aktör ödülünü kesinlikle hak ediyor. Canlandırdığı her karakter gibi aday olduğu Elle’e de benzersiz biçimde hayat üfleyen büyücü Isabel Huppert’i ve Jackie’siyle yine ödülü Stone’dan daha çok hak ettiğini düşündüğüm Natalie Portman’ı sollayarak, en iyi aktris ödülünü Emma Stone’un alması da beklenen bir şeydi. Akademi kadınlar konusunda Meryl Streep gibi istisnalar haricinde yanağından kan damlayan genç star kriterinden pek taviz vermez çünkü. Moonlight’taki rolüyle, Oscar kazanan ilk müslüman oyuncu olan Mahershala Ali de, gecenin beklendik diğer heykelcik sahiplerinden oldu.

oscar-2

En iyi yabancı film ödülünün de iki favori ismi vardı bu yıl. Maren Ade’nin benzersiz Toni Erdmann’ı ve müthiş hikaye anlatıcısı Ashgar Farhadi’nin The Salesman’i (Satıcı). 2012’de Bir Ayrılık’la Oscar almış olan Farhadi, yedi ülkeye uygulanan sınırlamadan dolayı önce vize alamamıştı. Karar iptal edildikten sonra da gelmeyeceğini duyurmuştu. Adına okunan konuşma metni gerçekten etkileyiciydi. Sahnede olmayan biri ancak bu kadar “konuşabilirdi”! The Salesman’in ödülü biraz politik bir karar olarak değerlendirilebilir. Ama çok iyi bir film olduğu için “ne gam” tarzında bir politiklik bu da. Bir de hatırlamakta yarar var: Oscar her zaman politikti, son dönemin travmasıyla (diyelim, Trumpa!) aniden olmadı. Seçilen en iyi filmin çoğunlukla yılın en iyi filmi falan olmadığını çocuklar bile bilirdi. Oyuncular performanstan ziyade siyaseten doğruluk ya da ‘aşırılık’ prensibiyle ödüllendirilegeldi hep. Bir Murphy kanunu gibi, rolü için otuz iki kilo almış bir oyuncuyu ya da tekerlekli sandalyede oturan karakteriyle ödüle yürüyen birini pek durduramazdınız. “Önceden so white’tı, bu yıl da so black!” diyenler haksız değilse de Akademi’nin kendi içinde tutarlı olduğunu söyleyebiliriz özetle.

Oscar’ın cazibesi hiçbir zaman sinemasal adaletiyle bağlantılı olmadı. O nedenle kırmızı halıya dair “defilede miyiz, artık sinema konuşsun” gibi şikayetler de bana hep biraz manasız gelmiştir. Çünkü o halıda geçen kısmın Oscar halesine katkısı filmlerden pek de az değil. Gösterişe bayılan, başka hayatlara çok meraklı, minik dedikodu kırıntılarına dünyanın en anlamlı hikâyesinden daha iştahla yaklaşan izleyicinin kırmızı halı sevmediğine inanmak biraz zor. “Bizim evde hep belgesel izlenir”e inanmak kadar zor. “Gerçek” sinemaseverlerden bahsettiğimizde de artık festival filmi/Oscarlık film gibi ayrımlar yapmanın güç olduğunu ve yine bu son törenin gösterdiği üzere, bir gün kırmızı halı gibi klasikleri de mumla arayabileceğimizi söyleyebiliriz. Tüm bu gidişatın özel olarak sinema lehine sonuçlar doğurduğu söylenemez ama çıkan kısmın özeti böyle. And the Oscar goes to… Biri beyaza, biri beyazın işine gelene, üçüncüsü illaki ‘kara kedi’ye. Masallara inanmayan taş yesin.

oscar icc


Zehra Çelenk Kimdir?

Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.