Kadın kadının kurdu mudur, iki kadın bir ordu mudur?
Bize dayatılan hikâyeye kararlı bir itirazımız, hayata muhalif bir sözümüz olsun. Kadın kadının yine kurdu olsun, tamam. Ama ham yapmak değil, leb demeden leblebiyi anlayıp bir bakışmada hayatı şen kahkahalarla sallamak için!
“Bir kadın başka bir kadının kalbine nişan aldığında nadiren ıskalar ve açtığı yara ölümcüldür.” İki kadın arasındaki gerçek bir dostluğun dünyanın en muhteşem şeylerinden biri olduğuna inandığım gibi, bu cümlenin de her kadının hayatında az çok karşılığının olduğuna inanıyorum.
İçinde bulunduğumuz dönemin giderek artan sertliği ve nobranlığı bu gibi konular üzerine söz söylemeyi hem biraz “lüks” hem de riskli kılsa da kadınlar arası ilişkiler her zaman biraz zordur. Tatlıdır, sarmalayıcıdır, yerine göre yaraya merhemdir. Ama ortama rekabetin kıvılcımı düştü mü o şefkatli merhem bir anda zehirli bir bileşime dönüşebilir…
Kadınlar arası ilişkilerdeki bu bıçak sırtı denge üstüne kurulu iki yeni yabancı dizi var: İlki Nicole Kidman, Reese Whitherspoon’lu kadrosuyla gösterişli HBO mini dizisi Big Little Lies. Birkaç kadının, ilkokula giden çocukları arasında geçen bir olay nedeniyle giderek tırmanıp cinayete kadar varan kutuplaşma ve itişmesi anlatılıyor. Cennetle cinneti dalga seslerinde buluşturan nefis bir sahil kentinde geçen dizi, annelik, sırdaşlık ve tabii rekabet gibi, kadınlar arası ilişkinin kilit kavramları etrafında dönen, mizah duygusu sağlam bir gerilim. Günümüzün pedagojik vebası proje çocuk yetiştirme eğilimi, çocukların anne babalarının statü ve başarılarını da temsil etmeleri, bu konulardaki rekabetin biraz da çocuklar üzerinden dönüyor oluşu gibi konularda iyi noktalara da temas ediyor dizi.
Çıkış noktası yine annelik olan diğer kadınlar arası gerilim, görece mütevazı İngiliz mini dizisi The Replacement (BBC1). Dizi, sıcak kucaklaşmalarla havaya kalkan kadehlerin cam ve metalin ürkütücü soğukluğunda çınladığı ofis ortamlarında geçiyor. Yaklaşan doğumu için izne ayrılmaya hazırlanan başarılı bir mimar, işyerinde bir süreliğine yerini alacak hemcinsi hakkında bazı şüphelere kapılmaya başlıyor: Sevimli, yardımsever, empatik hallerinin altında acaba işini hepten elinden almaya çalışan sinsi bir tip mi? Kısa sürede yalnızca işinin değil tüm hayatının “öteki kadın” tarafından ele geçirilme tehdidi altında olduğunu anlıyor. O karnı burnunda haliyle canhıraş bir savaşa girişirken pek tatlı psikiyatrist kocası gibi biz de çelişkili duygular yaşıyoruz: “Ya n’olacak, sen şimdi bebeğine yoğunlaş, boşver bir süre kariyeri mariyeri” demeden edemiyoruz içimizden ve fakat alttan alta da böyle bir şeyin mümkün olmadığının farkındayız.
Çünkü “bir kadın başka bir kadının kalbine nişan aldığında nadiren ıskalar ve açtığı yara ölümcüldür,” biliyoruz. Choderlos de Laclos’un benzersiz romanından uyarlanan Tehlikeli İlişkiler (Dangerous Liaisons, Stephen Frears, 1988) filminde geçen bu söz, hemen her kadını ameliyatlı yerden vuruverecek cinsten bir cümle. Benzer biçimde, her iki dizi de temel korkular ve tecrübeyle sabit bazı doğrular aracılığıyla insanı avucuna alıveriyor. Gerçek hayatta işler her zaman bu derece çığırından çıkmıyor şükür ama kadınlar arası ilişkilerin daima gerilimin sevilen temalarından olması pek de şaşırtıcı değil.
Hayatta çok sarsıldığınız, üzüldüğünüz anları düşünün. Sığınılacak en iyi yerin bir hemcinsinizin kanepesi olduğu zamanları. Bunların kaçında hiç ummadığınız yargılayıcı bir söz güvenle bastığınız son zemine sabun koydu? “Ben olsaydım…” “Ama yani şekerim, sen de…” ile başlayan kaç iğneleyici cümle bağrınıza saplandı? Aşk yaralarının prodüksiyonu daha gösterişli olsa da bizi en çok yaralayanlar, benzerlerimizdir. Yakınlık, risk almaktır. Ona bir sırrınızı açtığınızda bunu aleyhinize kullanıyorsa demek zaten hemcinsiniz sizi anlar görünüp alttan alta hep yargılamış, bıçağını saplamak için en zayıf anınızı kollamıştır! Bu gibi genellemeler maalesef pek çok olumlu, güzel anı sollayıp zihnimizin “cıss!” departmanına en önden kaydoluvermekte pek mahirdir.
Ya da sevdiğiniz bir kadın arkadaşınızın, sizi şiddetle rahatsız eden bazı huylarını getirin aklınıza. “Allahım niye bu kadar rekabetçi? Beni kıskanıyor diyeceğim ama dilim de varmıyor. Hayır yani nesi eksik? Niye her ama heeer konuda öne çıkmaya çalışıp en tatlı anları mahvediyor?” demeden edemediğiniz durumları. Ortada bir erkek varsa, iki kadın için her şey rekabet konusu olabiliyor üstelik. Ailede babanın gözdesi olmak mesela. İşyerinde bir erkek yöneticinin takdirini kazanmak. Hele bir de ortak arzu nesnesi, elde edilmek istenen bir erkek söz konusu oldu mu en ummadığınız kadının içine bile şeytan kaçabiliyor, değil mi?
Kadınlar arası tehlikeli ilişkilerin fitilini ateşleyen iki temel unsur var gibi görünüyor: Erkekler ve çağımızın afyonu, başarı. Erkeklerin tarihsel ayrıcalıklarını kaybetme endişesinden beslenen yargıları bir kenara koyup her durum ve koşulda başarı düsturundan ayıklayarak bakabildiğimizde gördüğümüzse şu: Kadın arkadaşlar hayatın en güzel ve acılı yanlarını paylaşan kişiler. İki kadın arasındaki ilişkinin yer yer mayın tarlasını andırabildiği muhakkak. Akıldan çıkarılmaması gereken, bunun “kadının doğası”, fesatlığı, şeytan ruhluluğuyla alakalı olmadığı. Esasen toplumsal, kültürel olarak öğrenilmiş durumlardan kaynaklandığı.
Konu kadınlar arası rekabetse her an her şeye yetişebilir vaziyette, işte, aşkta her konuda başarılı olmanın günümüz kadınına ne denli empoze edildiğini, bunun yarattığı stresin de öbür “yarışmacılara” patlamasının bir yerde kaçınılmaz olduğunu gözden kaçırmamak gerek… Ya da mesela bir kadının bir diğer kadının sevgilisini, eşini elinden almaya kalkma hikayesiyle karşılaştığınızda hemen akıldan saray kadınlarından Hollywood femme fatale’lerine uzanan bir dizi entrikacı kadın imgesi geçirmek yerine bir an için hikayedeki adama yoğunlaşmayı denemek. Bu gibi eylemlerin genelde iki kişilik olduğunu, elden gitti-gidenin bu işte hiç mi kabahatinin olmadığını bir akıldan geçirmek…
İşte ya da aşkta yaşadığımız bir sıkıntının kendimizle yüzleşmeyi de içeren boyutlarını sorgulamak yerine öfkemizi bize bin yıllardır hazır “rakip” olarak sunulan hemcinslerimize yöneltmek epey pratiktir. İki kadının birbirini kıskanıyor, alttan alta birbirinin kötülüğünü istiyor oluşu, tarihsel olarak desteklenen bir bilgidir. İşte bu gibi durumlarda yaptığımız seçimler, sandığımızdan çok daha “politik”tir. İki kadın arasındaki ilişkideki her yalpalamayı egemen bilginin konforuna sığınarak değerlendirdiğimizde belki günü kurtarmış oluruz ama sayı, set ve maç da süregiden düzenin olur.
İçinde bulunduğumuz kasvetli dönemde, doğrudan kadını hedef alan söylemlerin kadına yönelik şiddeti nasıl cesaretlendirdiğini düşündüğümüzde sorgulama ve dayanışmanın bir tercih değil hayatta kalma meselesi olduğunu kolaylıkla görebiliriz. Hayatımıza şöyle ya da böyle emeği geçen tüm kadınlara sarılalım. Kendimizi eninde sonunda affettiğimiz gibi, onları da mümkün mertebe affetmeyi öğrenelim. Bize dayatılan hikâyeye kararlı bir itirazımız, hayata muhalif bir sözümüz olsun. Kadın kadının yine kurdu olsun, tamam. Ama ham yapmak değil, leb demeden leblebiyi anlayıp bir bakışmada hayatı şen kahkahalarla sallamak için!
Zehra Çelenk Kimdir?
Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.
Doğumdan ölüme eril tahakküm ve artan şiddet 06 Ekim 2024
Kadınların mutluluğu ve mutsuzluğu 24 Eylül 2024
Melek değil katledilmiş bir kız çocuğu: Narin’e ne oldu? 10 Eylül 2024
'Geleneksel eş' akımı, kirli pembe bir kafes olarak ev 04 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI