Seyyar Türkiye'nin 'Almancı' haritası
Türkiyeli göçmen işçilerin vatanlarına düşle karışık ekonomik refah refakatinde getirdikleri 'Almanyalar'ın emlak ve yarı kamusal alan düzeyindeki tezahürlerini teşhir eden bu çok ilginç ve derinlikli serginin yaklaşık bir yıl sonrasında ise, 2 Nisan tarihine dek yine İstanbul DEPO'da çok anlamlı ve 'ilahi zamanlama'lı bir sergi daha açıldı. "Sıla Yolu": Türkiye Tatili Yolu ve Otoban Hikâyeleri sergisi, 'hayat yolu'nun da iki arkadaşı, Can Sungu ve eşi Malve Lipmann'ın imzalarını taşıyor.
Malûmumuz, şu günlerde Türkiye ve Almanya arasında 'devletler nezdinde bir serinlik var. Lakin, bu serinliğe adeta için için kıkırdayarak sivil ayar veren kimi girişimler, bilhassa kültürel düzlemde kendini art arda belli ediyor.
Sözgelimi, geçen Haziran ayında İstanbul SALT Galata'da açılan 'Göçebe Mekânlar' sergisi, Almanya'dan Türkiye'ye 'kesin dönüş' yapmış misafir işçilerin Türkiye'de inşa ettiği evlerdeki Alman konut mimarisi öğelerini incelemekteydi. Türkiyeli göçmen işçilerin vatanlarına düşle karışık ekonomik refah refakatinde getirdikleri 'Almanyalar'ın emlak ve yarı kamusal alan düzeyindeki tezahürlerini teşhir eden bu çok ilginç ve derinlikli serginin yaklaşık bir yıl sonrasında ise, 2 Nisan tarihine dek yine İstanbul DEPO'da çok anlamlı ve 'ilahi zamanlama'lı bir sergi daha açıldı.
"Sıla Yolu": Türkiye Tatili Yolu ve Otoban Hikâyeleri sergisi, 'hayat yolu'nun da iki arkadaşı, Can Sungu ve eşi Malve Lipmann'ın imzalarını taşıyor.
'SILA YOLU'
23 Eylül ve 9 Ekim 2016 tarihleri arasında - iyi ki - Berlin'de de izlenen bu serginin 40 TL'den edinilebilen belgesel - kitabında ve altyapısında ise ayrıca, Ömer Alkın, Fabian Engler, Gökhan Mura ve Manfred Pfaffenthaler gibi yazarların emekleri bir araya getirilmiş. Proje asistanlığını Esra Akkaya, Duygu Atçeken ve Hanna Döring'in üstlendikleri 'Sıla Yolu' sergisi, Çağın Kaya'nın basit ve işlevsel grafik tasarımıyla da tazeliğini pekiştiriyor. Serginin kapak resmi ise, 1984'ten günümüze ulaşıyor ve Erol Güryalçın'a ait. Bununla birlikte silayolu.bibak.de adresiyle internetten de erişilebilen sergiye Goethe Institut ile Domid ve bi'bak ile Berlin kenti yönetimi de katkıda bulunuyor.
Serginin 'oricinal' kısımlarına gelecek olursak, çalışmanın özünü oluşturan B-HD 9794H plakalı nostaljik Ford Transit mavi minibüs, hem bir kültürel heykel, hem de yaşayan müze işlevi görüyor. Dört bir yanından sarkan kulaklıklarına kendinizi asarak dinleyebileceğiniz nostaljik ve 'melez' nice müzik parçası, serginin yaşattığı zaman ve mekân yolculuğunda önemli bir işlev üstleniyor.
'ALMANCI' KÜLTÜRÜNÜN YANSIMASI
Minibüsün bagaj kapağı, Türk-Alman tüketim ve popüler kültürüne bir nevi methiye yaratırken, serginin bu bölümünde Almancı ailelerin iki ülke arasında taşıdıkları nice 'armağan' nesnesi ve gündelik kullanım eşyası bir arada izleyicilerin yorum ve hafızasına emanet ediliyor. Türkiye'ye hediye getirilen zekâ oyunlarından memleketten Almanya'ya taşınan turşu ve konservelere, el emeği göz nuru nakış ve örgülerden salona güzellik kattığı düşünülen nice porselen ve bavul ile seyyar buzdolabına dek, bir çok şey bu bagajdaki yerini alıyor. Bu esnada da, küçük, sıcacık, tüplü bir TV'den 'Almancı' kültürünü yansıtan bir belgesel izleniyor.
Gurbetçilerin 'İzin Yolu', 'Ölüm Yolu' veya 'Sıla Yolu' dedikleri E-5 Karayolu özelinde, Türkiye ve Almanya arası karayolu yolculuğunun ülke ülke güzergâhlarının devasa bir haritayla hatırlatıldığı sergide ayrıca, uzaktan kumandalı ama aynı ölçüde nostaljik ve sempatik iki araçla bu yolun ucundan da tutulabiliyor. Gerçek yol levhalarıyla derinleşen sergide yer alan bir diğer teşhir masasında da, pasaport örneğinden tek kullanımlık seccadeye, Türkler için Almanca sözlüğünden hususî 'Almanya'dan Türkiye'ye Karayolları Haritası'na, 'Cam-Sil'den cep Kur'anı'na kadar, Türkiye Almanya karayolu üzerinde maddi manevî işlevine başvurulan nice kültür nesnesi yerini alıyor.
Almancıların 'kahraman taşıtları' Mercedesler, Fortlar, Opel ve Vosvosların resmigeçit yaptığı hatıra fotoğraflarından menkul bir 'İyi Yolculuklar' dileğiyle bütünleşen sergi, mavi minibüsün içine bindiğiniz esnada izlediğiniz belgesel ve yine minibüs içindeki kasetler, kasetçalar ve nazarlık ile 'Sıla Yolu' gazetesiyle eksiksiz hale ulaşıyor. Ağızda Hariboyla karışık Tobleron lezzeti bırakırken, özellikle de o yolu yapmış kişilerin gözlerini sulandıracak samimiyetteki 'Sıla Yolu', Türkiye - Almanya çelişkilerinden çok, iki vatan arasında göçmen kuşlar gibi salınan milyonlarca aile ve emekçinin dünyayla dört teker arasında kurdukları hasret yüklü ilişkilere sıcacık bir saygı duruşu niteliğini taşıyor.
Bu anlamda serginin ilk günlerinde, 3 Mart'ta izlenen ve yönetmenliğini üstat Tuncel Kurtiz'in yaptığı 'E5 Ölüm Yolu' isimli bir saatlik 'gurbetçi' belgeselini de özellikle anmak gerekiyor. Bu belgesel özellikle dönemin Türkiye ve Avrupa koşullarını bütün çıplaklığı ve sosyolojik 'delil'leriyle önümüze koyuyor. Kurtiz'in 1978'de İsveç televizyonu için çektiği belgeselde, bu yola çıkan ailelerle 'Dinlenme Tesisleri'nde röportajlar yapmış. Doğrusu bu belgesel aslında, sergi alanında her gün yer almayı çoktan hak ediyor. Diğer yandan sergi kapsamında 1 Nisan günü saat 15.00'de de, 'Emniyet Şeridi - Sıla Yolu'na Disiplinlerarası Yaklaşımlar' başlıklı bir oturumun düzenleneceğini duyuralım v e şu sayıklamayla bitirelim: "Hadi bakalım, yolumuz uzun.. Ne çalalım ? Yakın bi Malbora. Bakın torpidoya. Var orda Nalan Altınörs, Huri Sapan, Gökben, hatta, Grup Topkapı, Sevim Tuna ve tabii ki de, Sezen Abla..."
Ne içindeymişiz, serginin… 09 Ekim 2022
Yüzünde yüzyılı taşıyan ressam: Lucian Freud 02 Ekim 2022
Komet’i kuyruğundan tutabilmenin cüreti 24 Eylül 2022
Varlık ve hiçlik arasından, Godard’a projeksiyon vakti 18 Eylül 2022 YAZARIN TÜM YAZILARI