Horasan yollarında – I
Oradan Horasan’a bir kapı açılacağı aklıma bile gelmemişti. Gelmeliydi aslında, çünkü benim hayatım hep böyle!
Küçükken babamdan duyardım hep, halen de ara sıra söyler durur: “Biz Xoristanlıyız, Rostemê Zal soyundanız. Daha İslam yokken ‘Xwedanê şev û rojê’ye (gece ve gündüzün Tanrısı) yemin ederdik.”
Xoristan/Xoresan/Horasan büyülü bir yerdi bende. Köyde Rüstem-i Zal destanları okuyan rahmetli Remezanê Sadê’nin “borî li borîstanê xist” (kaplan yiğitlik meydanına daldı) sözleriyle anlatmaya başladığı büyüleyici sahneler zihnimdeki dünyayı büyük ölçüde belirlemiştir diyebilirim. “Çocukluğumun başkenti” dediğim Silvan’a babamın göğsündeki şefkate yaslanarak gittiğim bir sonbahar ikindisinde, bin dokuz yüz yetmiş sekizdi, babam yolun sağ tarafında yükselen dağlardaki devasa mağaraları göstererek “Rostemê Zal bu mağaralarda yaşadı” demişti, unutmam hiç. Sonradan mistik Horasan coğrafyasının özellikle Alevilerdeki yankısını öğrendim. Ailem Sünni. O zaman nasıl oluyor da Horasan’dan gelmiş oluyorlardı? Aynı şekilde Horasan’ı Türklükle doldurmuş resmi tarih anlatısını uzun süre sorguladım. Bu süreçte Horasan’la ilgili elime geçen her şeyi merakla okuyup bir köşede biriktirdim.
Zaten benim hayatım böyle! Mesela hayatımda Latin alfabesiyle okuduğum ilk çağdaş Kürtçe (Kurmancî) şiir, Mueyed Teyib’ın “Stran û Befr û Agir” adlı şiiridir. Bin dokuz yüz doksan birde, “Medya Güneşi” dergisinde çıkmıştı. O zamanlar Batman Lisesi öğrencisiydim. Dergiyi Amed’den alıp nice kontrol noktasını türlü şekillerde geçtikten sonra köydeki evimize götürebildim. Yirmi dört yıl sonra Mueyed abinin bütün şiirlerini Latinize ettim. Geçen yıl da “Kar ve Ateş” adıyla bir seçmeyi Türkçeye çevirdim. Bin dokuz yüz doksan dörtte ise, bir kış mevsimiydi, evim yoktu, Ankara-Batıkent’te iki arkadaşın yaşadığı evin salonunda kalıyordum. Orada Mehmed Uzun’un “Rojek ji Rojên Evdalê Zeynikê” romanını okudum. Okuduğum ilk Kürtçe romandı. On yıl sonra, Yaşar Kemal’in önerisiyle Türkçeye çevirdim! Zaten benim hayatım hep böyle!
İki bin on yılında İran’ın Kürdistan eyaletinin başkenti Sine (Sanandaj)’de düzenlenen Birinci Uluslararası Kürt Edebiyatı Sempozyumu’na çağrı mektubu aldığımda oradan Horasan’a bir kapı açılacağı aklıma bile gelmemişti. Gelmeliydi aslında, çünkü benim hayatım hep böyle! Bajêrgan (Esendere) sınır kapısında İran’a geçerken, sınır boyları çekti dikkatimi. Birbirinden kopmuş insanlar gibi birbirinden koparılmış kara parçaları da bungundu! Urmiye’deki alçak gönüllü otele girerken, İntişarat-i Selahaddin’i aramaya karar verdim. Nice maceradan sonra yayınevinin kapandığını, onun bünyesinde çıkan “Sîrwe” adlı edebiyat dergisinin de Sine’ye taşındığını öğrendim. O akşam, Şafii Mescidinin bodrumundaki kitapçıdan bulabildiğim bütün Kürtçe kitapları aldım. Bir tanesini de çaldım; bu, bir kitapçıdan çalabildiğim ilk ve tek ve son kitap oldu!
Sabah anlaştığımız Azeri şoför, Ali Rıza, bizi Sine’ye memnuniyetle götürebileceğini söyledi. Çünkü Mehabad’ın kızları pek güzelmiş, oradan geçecekmişiz, para vermesek de olurmuş! Birkaç saat sonra; sırtını bir dağa, yüzünü bir göle çevirmiş, cepheleri oya gibi süslenmiş evleriyle Mehabad orada işte. Çarçira meydanı, sokakları dolduran kitapçılar ve Qazî Muhemmed’in kabrini ziyaret. Ancak en zoru Qazî’nin mezarını bulmak. Sonunda bir kaldırım çalışmasındaki işçilere sordum. Zor anlaşabildiğimiz bir Sorancadan sonra nereden geldiğimi sordular. Amed deyince iki şey sordular: “Apo çawa ye, Baydemirî çawa ye” (Öcalan nasıl, Baydemir nasıl?). Sonra Baydemir’in bir beyanatta sarf ettiği öfkeli bir sözü, bu kadar Türkçe bildiklerine dalalet eder şekilde şaka olarak da söylediler!
Bir benzinlikte Sibel Can’ın bir posteriyle karşılaşmak ilginçti! Ama sonsuz elma bahçeleri daha çok çekti dikkatimi. İran-Irak savaşı boyunca cepheyi oluşturan bölgeden geçerken, yüzlerce kilometrelik alanda ancak 5-6 köyle karşılaşmak buralarda neler olup bittiğini anlatıyordu. Sonra Sine. Büyük bir kültür ve edebiyat şehri. Daha önce biraz anlatmıştım, tekrar etmeyeyim (http://www.radikal.com.tr/yazarlar/selim-temo/sin-sokaklarinda-1214401/). Horasan kısmı önemli.
Sempozyumun açılışında bir konuşma için sahneye çağrıldım. Kısacık konuşma boyunca izleyiciler arasındaki bir grubun çok duygulandığını fark ettim. Tesadüfen benim oturduğum tarafta oturuyorlardı. Yerime geçmem için yol vermelerini beklerken bu beş altı iri adamın ağlayarak bana sarıldıklarını, “söylediğin her şeyi anladık” demelerini yadırgamadığımı söylersem yalan olur. Arada tanışıp konuşunca Horasan’dan geldiklerini söylediler. Sempozyuma Horasan’daki Kürtlerin edebiyatıyla ilgili bir tebliğ sunacaklarmış. İçlerinden biri olan Elî Rehmetî, elindeki büyük klasörü açtı ve bir sürü elyazması gösterip bütün bu Kürtçe metinlerin Horasanlı Kürtlerce yazıldığını anlattı. Horasan Kürtlerinin Kürtçe yazdıkları metinler arasındaki en eski metnin bin beş yüz doksan altı Çemişgezek doğumlu Îbnî Xerîb olduğunu söyledi.
Delirecektim! Dedim ki Elî abi gibi Îsmaîl Huseynpur, Hîwa Masîh, Abbas Palewanî gibi arkadaşlara, “bana bir Kürtçe metin veren cennete vizesiz gider!” Ne yazık ki Elî abideki metinlerin bir kopyasını alamadım. Okulda böyle bir imkan yoktu. Ertesi gün benim konuşmam başka bir salondaydı. O sırada nasıl olduysa birbirimizi kaybettik.
İki bin on birde Hakkari Üniversitesi bir Kürdoloji Kongresi toplamaya karar verip bu çalışmada yer almamı isteyince, Horasan’daki arkadaşlara haber saldım. Hevesle geleceklerini ilettiler. İbrahim Seydo Aydoğan’la konferansa gönderilen özetleri Paris’te derleyip hakem heyetine gönderdik. Planlamaya göre kongre Temmuz ayında toplanacaktı. Ama üniversite bir katakulliyle Mayıs ayı içine aldı. Seçim vardı. Yine savaş vardı. İktidar partisi Hakkari’de düzenlediği mitingde hazırladığımız kongreyi “açılımın sürdüğüne kanıt” olarak gösterince kendimi olmak istemediğim bir pozisyonda buldum. O sırada İngiltere’de, Exeter Üniversitesi’nde konuk akademisyen olarak bulunuyordum. Kongreye katılmayacaktım, çünkü iyi niyetimizi kullanacaklardı, ama ya Horasanlı arkadaşlar ne olacaktı? Bir de Elî abi alamadığım metinlerin birer kopyasını Hakkari’ye getireceğini söylemişti. Hayatımdaki pek çok yanlışı daha fazla kitaba ulaşmak için yapmıştım! Bu yüzden kullanılmaya izin verdim. Hakkari’ye doğru yola çıktım.