Cinayete mi isyan edelim, 'bunu konuşmayın' denilmesine mi?
Başsavcılık, Valilik istedi mi fotoğrafları? 'Hayır' diyor. Cinayetin üzerinden tam bir hafta geçti ve hâlâ neden istenmedi o fotoğraflar?
Bir insana yapılacak en büyük kötülük nedir? Evladını öldürüp bu cinayet kimsenin umurunda değilmiş gibi yapılmasıdır. İnsanın başına gelebilecek en büyük felakettir bu, feryadının duyulmasının dahi engellenmesi... Bir gazetecinin, çektiği fotoğraflarla suçüstü yakaladığı bir cinayetin haberlerine yayın yasağı getirmek tam da budur. İyi bir keman sanatçısı olmayı hayal eden 23 yaşındaki evladı Kemal, polislerce kurşunlanarak öldürülen anne Sîcan Kurkut’a yapılmış en büyük kötülüktür bu. Beterin beteridir.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı pazar günü önce -bu cinayetin, kamu vicdanını rahatlatmak olmasa da merakını giderecek biçimde soruşturulduğunu ima eden- bir açıklama yaptı. Özetle şöyle deniyordu o açıklamada, ‘Cinayette sorumluluğu bulunan 2 polis görevden uzaklaştırıldı. İfadeleri alınan polislerden biri serbest bırakıldı, diğer polisin, 'olası kasıtla insan öldürmek' suçlamasıyla tutukluluğu istendi. Ancak Nöbetçi Sulh Ceza Hâkimliği bu polisi adli kontrol şartıyla serbest bıraktı. Diyarbakır Valiliği de İçişleri Bakanlığı’ndan müfettiş istemişti, onlar da olayı idari yönden soruşturacak.”
Henüz “olası kasıtla insan öldürmek”le suçlanan bir polisin serbest bırakıldığı gerçeğini sindirememişken Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Sulh Ceza Hâkimliği’ne yayın yasağı için başvurduğunu öğrendik. Evet evet… Kemal Kurkut cinayetine de yayın yasağı getirildi. Hem de çok acayip bir açıklamayla. Anlayabilene aşk ola! Buyurun bir de siz okuyun. “…olaya ilişkin yazılı ve görsel medya organlarında yapılan yayınlarda, olaya iştirak etme şüphesi bulunan kişilerin bulundukları şehirlerin ve kullandıkları araçların bilgilerinin yayınlanarak olayın aydınlatılmasının şüphelilerin yakalanmasının ve istihbaratlarının deşifre edilmesinin engellenmemesi için ayrıca mevcut olayda kamu düzeninin bozulma riski meydan geldiği anlaşılmakta savcılık talebinin kabulü ile 5187 sayılı yasanın 3/2 maddesi gereğince yayın yasağının konulması talebinin kabülüne…"
'BİZ BU ACIYI TANIYORUZ'
Aynı dakikalarda GazeteŞûjin muhabiri, her gazetecinin yapması gereken ama yapmadığı bir görevdeydi; Kemal Kurkut’un, Malatya’daki evinde ağlamaktan konuşamayan anacığı Sîcan Kurkut’un yanındaydı.
“Bu ilk değil. Biz bu acıyı tanıyoruz” diyordu Kemal’in teyzesi Yeter Zenginsu. Kemal’in dayısının 90’lı yıllarda faili meçhul bir cinayetle katledildiğini öğreniyorduk ve hâlâ bir mezarı olmadığını... O acılara tanıklık ederek büyüyen Kemal’in annesinin biriciği olduğunu, hayvanları çok sevdiğini, kurban bayramında onların kesilmesini engellemek için dil döktüğünü, Ahmet Kaya’nın “Başkaldırıyorum” şarkısının sözlerinin yazılı olduğu odasının duvarına bir kitaplık yapmaya başladığını, masasında bıraktığı “Uçurtma Avcısı” romanını… Ve gülmeyi çok sevdiğini öğreniyorduk Kemal’in. Gülüşünün, tanığı olduğu, bedeni yara almasa da ruhunun derin yara aldığı 10 Ekim katliamında yarım kaldığını…
Bir de, “O fotoğrafları çeken gazeteciye teşekkür ediyorum. Olmasaydı, Kemal’in zalimce katledilmesinin üzeri örtülecekti. Şimdi her yerden insanlar arayıp acımızı paylaşıyor. Bu bize biraz güç veriyor” diyordu Kemal’in teyzesi. Evladını kaybetmiş ailenin tek tesellisi bu, ne acı.
Cinayeti suçüstü yakalayan fotoğrafları çeken Abdurrahman Gök ile konuşuyoruz. “İlk günden beri aileyi arayıp konuşmak, onları ziyaret etmek istiyorum ama bir türlü cesaretimi toplayamadım” diyor. “Onlara gidebilsem hem kendilerinin hem benim acım biraz hafifler belki. O günden sonra tam 3 günün sonunda biraz olsun uyuyabildim, o da yorgunluktan. Şengal’de öldürülen gazeteci arkadaşımız Nujiyan (Erhan)'ın taziyesinden döndüm ve araba kullandığım için yorgunluktan uyuyabildim biraz.”
'VİCDANLARDA BU DAVA GÖRÜLMÜŞTÜR, KATİL MAHKÛM EDİLMİŞTİR'
Bir kez daha soruyorum Abdurrahman’a… Başsavcılık, Valilik istedi mi fotoğrafları? 'Hayır' diyor. Cinayetin üzerinden tam bir hafta geçti ve hâlâ neden istenmedi o fotoğraflar? Abdurrahman’dan toplam 26 kare fotoğraf olduğunu öğreniyorum o ana ait. Hepsi cinayetin kanıtı. Kemal’in sol memesinin altındaki kan, kolundaki kurşun izi… Hepsi o fotoğraflarda.
“Olayı bir bütün olarak o 8 kare anlattığı için bunların yeterli olacağını düşündük” diyen Abdurrahman’a soruyorum, peki son kare? “Onu veremezdik” diyor. “Kan içindeydi. Yerde yatıyordu boylu boyunca ve gözleri açıktı. Ailesine yapamazdık bunu. Ona en yakın olduğum andı. Sonra polisler beni uzaklaştırdı zaten. Ardından beni çağırıp kartımı sildiler ama asıl kartı saklamıştım. Ajanstan arayan arkadaşlara bile 'polisler sildi, fotoğraf yok' dedim, kimse duymasın diye. Sonra akşam Newroz kutlaması bitip büroya dönene kadar aklım o fotoğraflardaydı, sağ salim onları ulaştırmaktaydı.”
Cinayetin kanıtı fotoğrafların tamamını İnsan Hakları Derneği istemiş bir de cinayetin hemen ardından Diyarbakır Valisi ile görüşen HDP Sözcüsü ve Şanlıurfa milletvekili Osman Baydemir. Kemal’in katilini sormak bu memlekette sadece onların sorumluluğu mudur?
Peki katil veya katiller yargılanacak mı, ceza alacak mı? Şöyle cevap veriyor Abdurrahman Gök, “İlk kez suçüstü bir durum var. Bu yüzden insanların vicdanında bu dava görülmüştür, yargılanmıştır ve katiller mahkûm edilmiştir. Aileyi biraz olsun rahatlatan da budur.”