Palmiye Günlüğü
Çok önceden beri STK’ları bir Macar şairinin şiirine benzetiyordum. ‘Kafa Tamircisi’ idi adı. Giyotinden kopan kafaları diken bir adamı anlatıyordu. Giyotin, burjuva devriminin kendisine benzeyen icadı; STK’lar da yine tam bir burjuva icadı bir jimnastik bisikleti gibidir, ne kadar pedal çevirsen de bir yere ulaşmayan...
Tunus’un bir tatil beldesiydi. Adını unuttum. Akdeniz’de bir ada. Bir ‘Sivil Toplum Kuruluşu-STK’ toplantısıydı. Konusunu da unuttum. "Tunus’a gelir misin?" demişlerdi, hemen "tamam" demiştim. Uçak biletimi bile almışlardı. Nasıl "hayır" derim. Bir hafta önce gidip Tunus’un gerçek sokaklarını dolaşmam için bahaneydi. Toplantıda söyleyecek sözleri de kolay bulurum, pek sorun değildi. Zaten bir şey demeseniz de pek kimse bir şey demezdi. Genellikle daha önce yazılmış bir rapor olurdu toplantı sonunda kabul edilecek ve mutlaka uçak bileti faturaları, yemek, otel harcamaları olmalıydı. Bu, toplantıyı hazırlayanların temel işidir. Bu öyle bir ‘üçüncü dünya insanları her an para, yemek için bu işi yapıyordur mutlaka’ya göre düzenlenmiştir ki, çok iyi niyetli STK çalışanları bile başlarını bu faturalardan kurtaramazlar. Başka bir şey yapamaz duruma gelirler.
Çok önceden beri STK’ları bir Macar şairinin şiirine benzetiyordum. ‘Kafa Tamircisi’ idi adı. Giyotinden kopan kafaları diken bir adamı anlatıyordu. Tam bir STK işiydi. Giyotin, burjuva devriminin kendisine benzeyen icadı; hızlı, seri ve dehşet yayan. STK’lar da yine tam bir burjuva icadı bir jimnastik bisikleti gibidir, ne kadar pedal çevirsen de bir yere ulaşmayan... Orada çalışanlar için söylemiyorum. Herhangi bir iş kadar iyi ya da kötü işte. "Hiçbir işe yaramaz" da demiyorum –Korkuyorum belki beni yere davet edeceklerdir ve ben kaçırırım diye! Gerçi oradan başka davet eden olmadı– Yani boşa çevrilen pedal bile bazı şeyleri zayıflatabiliyor. Bir fizik yasası bu galiba...
Ada çok güzeldi. Mevsim dışı olduğu için pek kimse yoktu. Yaşlı Avrupalı kadınlar ve genç Tunuslu erkeklerin el ele dolaştığı bir kumsal vardı. Eleştirmek için söylemiyorum. Ne haddime. Ben toplantı öncesi, arası, sonrası mutlaka denize giriyordum ama toplantıları kaçırmak isteniyordum. Garip bir görev duygusu yüklemişler bana ve bir de bir dahaki sefer toplantı nerede olacak merakı vardı. Belki yine çağırırlardı. Yalnız bir Tunuslu köylü vardı. İlk defa böyle bir toplantıya katılıyordu. Heyecanla konuşacağı zamanı bekliyordu. Sıra ona geldi. Çantasından bir defter çıkardı. Onu okumaya başladı.
Palmiye yetiştiricisiydi. Palmiye günlükleri tutmuştu. "Birinci gün 47 palmiye ektim. Su kanalının yanından başladım. Hava bugünlerde kuru, daha çok neme ihtiyaçları var... İkinci gün 38 palmiye daha ektim. Diğerlerine baktım. Toprağın altında beni bekliyorlar. Su vermedim, 'yarın' dedim. Üçüncü gün 15 tane ektim, ilk gün ektiklerimi suladım, ikinci gün ektiklerime 'yarın' dedim..." Hayatımda dinlediğim en iyi STK konuşmasıydı. Sonra devam ediyordu. Dalları ve yaprakları anlatıyordu. Her palmiyeyi ayrı tanımlıyordu. Hepsinin ismi oldu bir süre sonra. Hangisinin neresindeki yaprakları nasıl yeşildi? Hangi gübreyi ne kadar kullandı? Ne kadar uzun, ne kadar geniş oldular ve her gün onlara ne dedi?...
Bu kadar kolay ve manasız insan öldürülen bir ülkede, insan Tunuslu köylünün bahçesinde palmiye olmak istemiyor mu?