Suç ve polis
Bir yerde en güvenli şey, oralılar gibi görünmektir. Zaten beni Latin Amerika’da Kolombiyalı zannediyorlardı. Kolombiya’da da Brezilyalı…
Venezuela’da bir ana caddede gidiyordum. İstiklal Caddesi gibi bir yerdi. Gündüz takıldığım birkaç yerden biriydi aslında. Otomobiller geçmediği için daha insancaydı bütün dünyada olduğu gibi. İnsanların otomotiv dünyasına karşı küçük özerk adalarından biri yani. Bu yüzden insanlar yürüyebiliyordu mesela ya da bir masanın etrafına oturup, bir şeyler yiyip içebiliyor, satranç veya domino oynayabiliyordu. Bu saydıklarım bile otomobilin olmaması için yeterli nedenlerdi aslında. Bir de telefon kulübeleri insanlar vardı. Sırt çantalarında farklı operatörlerden cep telefonları taşıyorlardı. Kendi telefonun varsa bile diğer operatörü arayacaksan onlardan arıyordun. Pahalıydı çünkü. Bazıları bir banka oturup sabit duruyor, bazıları sürekli geziyordu. Barda otururken gelip telefon etmen gerekiyor mu diye soruyordu ya da el ediyordun, yanına geliyordu telefon kulübesi.
Hava kararmıştı, şort vardı üstümde. Her yere sadece tek pantolonla gittiğimden, onu yıkadığımda şortu giyiyordum. Bu caddede pek şortla gezen olmuyordu nedense. O şort da bir taneydi zaten. Sokağın başındaki polisler bu yüzden çevirdiler herhalde, yani farklı göründüğüm için. Bir yerde en güvenli şey, oralılar gibi görünmektir. Zaten beni Latin Amerika’da Kolombiyalı zannediyorlardı. Kolombiya’da da Brezilyalı ama pantolon olmadığından çevirdiler sanırım. Pantolon kaldığım ofisin penceresinden sarkıyordu. Biraz kafayı uzatsak hep birlikte görebilirdik ama mesele o değildi zaten ve kurumuştur çoktan, diye düşündüm o sırada. Pasaportu istediler. Hemen elimi cebime atıp paraları elime aldım. Polistiler. Zaten çok para değildi ama olsun. Sonra kimlikleri koyduğum küçük cüzdanı aldılar. Uyuşturucu arıyoruz, dediler. Umursamadım önce ama birden aklıma geldi. 100 dolar param vardı içinde. Buradan sonra Küba’ya gidecektim ve orada gazeteci olarak çalışma iznime 70 dolar gerekiyordu. O yüzden parayı oraya ayırmıştım. Çok büyük paraydı benim için ve Küba’da çalışma izinsiz görüşmelerimi yapmam mümkün değildi. Ne bileyim, Fidel’e filan konuşurdum belki. Kimlik cüzdanını geri verdiler. Hemen baktım, yoktu yüz dolar...
Tek polis değildi. Her yerde vardılar. Tolstoy Lichtenberg’den alıntılıyordu; ‘Eğer bir seyyah, uzak bir adada ateşe hazır toplarla korunan evlerde yaşayan insanlar ve o evlerin etrafında gece gündüz devriye gezen nöbetçiler görecek olsaydı, adada haydutların yaşadığını düşünmekten kendini alamazdı. Avrupa devletlerinin durumu bu değil midir?’
‘İçinde yüz dolarım vardı, şimdi yok’ dedim. Birbirlerine baktı polisler, ‘yoktu öyle bir şey’ dedi biri. ‘Vardı’ dedim, verin onu bana geri.’ ‘Ne demek istiyorsun’ dedi biri belindeki devlete dokundu, coptu galiba ve biraz arkasında bir silah. ‘Vardı’ dedim, ‘eminim.’ O sırada hiç konuşmadan parayı paylaşacaklarına anlaşmışlardı sanırım, bir başkası ‘hadi yürü git’ dedi. Bu sefer cüzdandan birkaç kart çıkardım. Ali Rodrigez petrol bakanı. Eduardo Saman çalışma bakanı gibi... ‘Siz bilirsiniz ben de arkadaşlarımı ararım’ dedim. Elimden cüzdanı aldılar, kartları vermedim. İçine bakar gibi yaptı biri, ‘Aa bak buradaymış’ dedi. Yüz doları geri verdi. ‘Evet’ dedim, ‘ne kadar kolay buldunuz.’ Yürüdüm. Pantolon kurumuştur diye düşündüm.
Arkamdan seslendi içlerinden birisi ‘Dikkat et burada çok hırsız var.’ Yüzlerine baktım. ‘Evet’ dedim ‘biliyorum... Çok... ’