Yolculuğa övgü
Aramızda en çok gezen Zeyno. Hayatı boyunca gezdi. Pasaport alırken polis ‘9 günlük çocuğa pasaport mu alıyorsunuz’ dedi, ‘evet’ dedim, ‘araya bayram girdi.’
20 yılı geçti, hiçbir ülkede 4 aydan fazla kalmadan dolaşıyorum. Yaşamak yani. ‘Bir aidiyetsizlik duygusu bu’ diyorum. Teorize edince daha çekici oluyor. Birkaç güzel tanımlamam daha var. Mesela ‘Sisteme entegre olmamak için dolaşmak.’ Sistem sırıtıp bu tanımlamaya hiçbir şey bulamasa bile seni alıp, ender bulunanlar rafına koyuyor ama olsun, yine de böyle anlatmak güzel. Bir başka sevdiğim ise ‘korsanlara yaramaz uzun süre bir yerde kalmak’ sözü. Gerçekten yaramıyor. Üstüne küller birikiyor, bacakların rahata batıyor, lime lime durmak kokuyor insan. Hatta şehirliler arasında yatağına alışanlar bile oluyormuş. Öyle diyorlar. Alışkanlık dehşet bir bağımlılık. Herkes akşamcı. Yatağına dönüyor geceleri, geçici mezar yerine. Bizse belki külleri havaya savrulmuşlarız bir önceki ölümlerde ya da nehirlere atılmış...
Türkmenleri geçtikleri yerlerde köylüler ‘göçer’ diye aşağıladıklarında onlar da ‘yatuk’ diyorlar yerleşiklere. Ve yatuklara güvenilmez derler. Doğru bence; mesela devlet bir yatuk icadı. Hakkari dağlarında Koçerler çaya davet ederlerken sürüleri otlağa çıkıyordu. Bir koyun, bir keçi kenarda duruyordu. Merve ‘keçi ne güzel’ diye sevmeye yanlarına giderken, yatırıp kestiler. ‘Neden kestiniz’ diye sorduk. ‘Koyunun gözü çapak yapmıştı hastaydı yani.’ Ya keçi ? ‘Kestik çünkü gezmiyordu’ dediler. ‘Haklısınız’ dedik. Biraz durduk, sonra gezmeye devam ettik.
Merve ile birlikte dolaşalı beş yılı geçti. Bazen bıktığı oluyor. Hiçbir yere gitmeyeceğim diyor bir dahaki sefere kadar. Ama aramızda en çok gezen Zeyno. Hayatı boyunca gezdi. Pasaport alırken polis ‘9 günlük çocuğa pasaport mu alıyorsunuz’ dedi, ‘evet’ dedim, ‘araya bayram girdi.’ Bu yüzden Zeyno’nun kendine özgü oyuncakları var. Uçak koltuklarına tırmanıp bir diğerine atlamaktan hoşlanıyor, kabin bagajı kontrol yerine giriyor, yürüyen bantlarda tersine koşuyor. Gittiğimiz evlerde eşyalardan barikat yapıyor, ne varsa işte bazen bir ya da iki sandalye, bir raf içinde sadece 3 kitaptan oluşan – ama nedense hep ciltli, iki tencere, iki tava ve bira şişelerinden. Sorumsuz bir aile değiliz, ona kitap da okutuyoruz, çok sık uçak magazin dergileri, kent belediyelerinin turizm broşürleri ve her dilden komünist manifesto. Bazen oyuncak da yapıyoruz ona, mesela en son henüz pişmemiş spagetti makarnadan Mikado’nun çöpleri yaptım ve oynamayı öğretmeye çalıştım. Zeyno bir kısmını kavanozlara doldurdu, bir kısmını yedi. Ben de denedim sonra, çubuk kraker gibiymiş. İyi fikirmiş...
Hiçbir yerde bir şeyimiz yok zannetmeyin. Caracas’ta karşısında çatısında kocaman nescafe fincanı olan bir ofis var mesela hep kaldığımız, Cenevre’de damına çıkıp havai fişek festivalini seyredebildiğimiz bir oda, Fas’ta okyanus dalgalarının sesini duyup, sakin gölüne nazır bir ev, İspanya’da işçi mahallesinde işçi konutu ya da önünden her gün sırtlarında İsa’ya taşıma antrenmanı yaptıkları yazarlar meydanında bir ev, Arjantin’de gecekondu mahallesinde bir gecekondu, Brezilya’da yağmur ormanları içinde bir işgal toprağımız var mesela. Ve dünyanın her yerinde arkadaşlarımız ve gidilecek bir sürü yer...