YAZARLAR

Ortadoğu için bir diplomasi kılavuzu

ABD’yi kızdırmak istemezsiniz. Söylemese de burnunuzdan fitil fitil getirebilir. Silah yarışına girmeye kalkarsanız, sizi batırabilir. ABD’yi yanınızda tutar, karşınıza almazsanız işiniz rast gider. Özellikle Türkiye gibi orta sıklet bir ülke iseniz.

Haklı olarak pek çoğumuz ABD’nin Doğu Akdeniz’deki Porter ve Ross destroyerlerinden 7 Nisan Cuma sabaha karşı 3:40’da ateşlediği 49 Tomahawk seyir füzesiyle Suriye’de Humus’un güneyindeki Şayrat Hava Üssü’nü vurması ve bu müdahaleye yol açan İdlip civarındaki Han Şeyhun beldesinde 4 Nisan Çarşamba günü gerçekleşen kimyasal silah saldırısı konularındaki “hakikati” öğrenmek istiyor. Aşağıda, kendi acizane diplomasi esnaflığı deneyimime ve varsa birikimime dayanarak, meselenin siyasi yorumuna dair düşünceyi tahrik edebilecek bazı hususları öncelik sırası izlemeden alt alta koymak, ayrıca salon ile sahanın farklarını öne çıkarmak istedim.

Kimyasal saldırıyı kimin yaptığı önemli değil. Sorumluyu muhtemelen tam kesinlikle hiç bir zaman öğrenemeyeceğiz. Ortadoğu’da insan hayatının maalesef tavuk kadar kıymeti yok. ABD’nin Esat’a mesajı: “Ben kuşlardan kargayı tanırım, sen yapmış olsan da olmasan da, bir daha kimyasal saldırı yok. Bu darbeyle, sahadaki askeri dengeyi değiştirmeyi hedeflemedim. Ama dilersem hava kuvvetlerini imha edebilir veya yerden kalkamayacak hale getirebilirim. Seni elimden ağabeyin Rusya da alamaz.” Dikkat edilirse, ABD’nin Şayrat’ı cerrahi biçimde vuruşu, depoları yıkıp, pisti olduğu gibi bıraktı ve bu saldırıdan sonra dahi oradan Suriye Hava Kuvvetleri’ne ait savaş uçakları havalandı.

Caydırıcılık önemli. Eğer belimde silahla masaya oturursam ve siz silahsızsanız, müzakerede elim daha güçlü demektir. Belimde silah olduğunu size ceketimi hafifçe sıyırıp gösterirsem bu bilgi sizin tutumunuzu ve müzakerenin seyrini etkiler. Ya sizin silahsız olduğunuza dair bilgim yanlışsa? İstihbarat bunun için önemli. Pekiyi, silahlı olduğum halde, hiçbir koşulda elim belime gitmiyorsa veya silahı çekip ateşlemeden tekrar yerine koyuyorsam? Muhataplarım “kalıbının adamı değilmiş” diye düşünmeye başlar. Bu da müzakerede istediğim sonucu almamı güçleştirir.

Coğrafi konum önemli. Mutena bir semtte oturan başarılı bir avukatsınız. Oturduğunuz apartmanın önüne çektiğiniz spor arabanızı sabah boydan boya çizilmiş buluyorsunuz. Karakola başvurursunuz. Ya kenar mahallede oturan ve karanlık işlerle uğraşana belalı bir tipseniz? Aynı durumda, karşıdaki 24 saat açık bakkala sorarsınız “çizeni gördün mü?” diye. Cevap alamazsanız, doğruyu söylemiş de olsa belki günahsız bakkalı iyice benzetirsiniz, diğer araçların camlarını kırarsınız.”Bulup getirin o terbiyesizi” diye nara atarsınız belki. Aksi takdirde, namınız yara alır, bir daha o mahallede saygı görmezsiniz, “işiniz” etkilenir. Kolluk gücü o kenar mahalleye erişememektedir.

Diplomaside iletişim dostluk demek değil. II. Dünya Savaşı sonunda Patton ile Jukov Berlin’e yarış halinde eşanlı girer. Seremoni sırasında, kadehleri ellerindeyken Patton tercümana “ona bir o.ç. olduğunu söyle” der. Tercüman kekeler, Patton ısrar eder, tercüman çeviriyi yapar. Jukov’un suratı asılır, sert tonda Rusça yanıt verir. Öfke patlamalarıyla tanınan Patton “ne dedi” der. Tercüman yutkunarak “o da sizin bir o.ç. olduğunuzu düşünüyormuş” der. Patton’un gülümsemesi yüzüne yayılır. “O zaman iki o.ç. bir arada bu işi halledelim” der. Doğru diplomatik iletişimin temeli tam da budur.

Zarar verme kapasitesi önemli. ABD tek küresel güç. Yaklaşık olarak, askeri harcamaları, tüm kamu harcamalarının yüzde onbeşinin üzerinde ve bu meblağ ardından gelen yedi ülkenin toplam harcamasından fazla (Kaynak: SIPRI). Tüm dünya ülkeleri birikimini ABD Doları olarak tutuyor. Ekonomik gücü, istihbarat faaliyetinin yaygınlığı belli. ABD’yi kızdırmak istemezsiniz. Söylemese de burnunuzdan fitil fitil getirebilir. Silah yarışına girmeye kalkarsanız, sizi batırabilir. ABD’yi yanınızda tutar, karşınıza almazsanız işiniz rast gider. Özellikle Türkiye gibi orta sıklet bir ülke iseniz.

Senaryo dışına çıkmamak. Buna (benim “guru” kabul ettiğim lisedeki muhterem edebiyat hocam Mişel Tagan’ın tabiriyle) “tablonun üzerine işememek gerekir” de diyebiliriz. Yazılı senaryo içinde doğaçlama hakkınız vardır. Ama senaryoyu yırtıp atmaya kalkarsanız, “master plana”a aykırı hareket ederseniz, bir el er veya geç kulağınıza yapışır. Yahut o tiyatro kumpanyasını beğenmiyorsanız terk edebilirsiniz. Ama o zaman Broadway’de değil “off” hatta “off-off” Broadway’de rol bulursunuz artık kendinize.

Saha ve salonun saatleri farklı hızda işler. De Gaulle, Cezayir’i gözden çıkarmış ve bu adımı ancak kendinin atabileceğine kanidir. Evian’da Fransa hükümeti ve Cezayir direnişi barış için uzlaşır. Ama Cezayir’de çatışmalar belki bir yıl daha devam eder ve karşılıklı kayıplar verilir. Sahada aksiyon devam ederken zaman hızlı akar. Salonda ise bu kez Mitterand’ın deyimiyle “zamana, zaman tanımak” gerekir. Değerli Fatih Yaşlı’nın “apolitik hümanizm en büyük alçaklıktır” sözünü o bunu çok farklı bir bağlamda kaydediyor olsa da burada anımsatmak isterim. (Fizikten azbuçuk anlasaydım, bu bölümde uzay/zamanın bükülmesi üzerine de ahkâm keserdim. “Interstellar” filmini önermekle yetineyim.)

Mide ve bağırsak meselesi. Diplomaside bazı işleri burnunuzu tutarak yaparsınız. Yani mide bulandırıcı konulardır bunlar. Yasadışına çıkmaktan ve hesap vermeme kültüründen söz etmiyorum. Kamu yararını gözetmekten ve ulusal çıkarları korumaktan bahsediyorum. Askerlikte ise bazı hamleler ancak bağırsakları tutarak yani korkudan altınıza etmeden yapılabilir. Ancak askerliğin asıl ödevi diplomasiyi desteklemek olmalıdır. Bizdeyse hariciye, askeriyenin oldu-bittilerine kılıf uydurmak, izahat üretmekle uğraşır. Önden yürümez, arkadan gelir.

Bilinen bilinmeyenler ve bilinmeyen bilinmeyenler. GWB başkanlığındaki ABD kabinesinin Savunma Bakanı Rumsfeld’in Irak hakkındaki sözüydü bu hatırlayacaksınız. Sahadaki olaylar, hele çatışma varsa, çoğu zaman denetim dışına çıkar, öngörülemez, hep hızlı çekim akar. Bu denli güçlü istihbarat teşkilatlarının, küresel ölçekteki hariciye kançılaryalarının, derin bilgi sahibi akademya ve sivil toplum kuruluşlarının bugüne dek herhangi bir önemli olayı önceden kestirebildiği görülmemiştir. “Bilmiyorum” demek de büyük insanlara ve herhalde diplomatlara has bir erdemdir. (Bkz. değerli Bağış Erten’in “Cruyff’ün Naçiz Vücudu” başlıklı Cumhuriyet yazısı.)

Çoktaraflı meşruiyet. Diplomaside bir odanın zeminini boyarken kapıya doğru gerilemek, kendinizi bir köşeye hapsetmemek esastır. Manevra alanı bırakmak hayatidir. Özellikle bizimki gibi orta sıklet ülkelerin hariciyeleri bunun için askeri müdahalelerde öncelikle uluslararası örgütlerden karar veya destek arar. “Uluslararası Camia” denildiğinde çoğunlukla akla münhasıran ABD gelir, doğru. Ama bakın Fransa, ABD’nin Şayrat’ı vurmasına desteğini açıklarken, bu tür müdahalelerin “ABD başkanının tepesinin atmasına değil, çoktaraflı meşruiyete dayanması gerektiğine” de dikkat çekti. Manevra alanını, Şark kurnazının kıvırma payıyla da karıştırmamak gerekir.

Dış politikanın iç siyasetin uzantısına dönüşmesi. Irak’tan alınan başlıca dersin “devleti yıkmadan, rejimin değiştirilemeyeceğinin anlaşılması” olduğunu bir önceki yazımın sonunda belirtmiştim. Bu ders, küresel güç ABD için bile genel eğilimi liberal müdahelecilikten yeniden Vestfalyacı klasik diplomasiye geri getirdi. Halkla ilişkiler (“PR”) modern diplomasinin bir unsurudur. Ama bizdeki gibi omurgasına dönüşmemelidir. Dış politikanın hesabı demokratik ülkelerde meclise verilir. Buna karşılık ideolojik saplantılı, “ben öyle inanıyorsam öyledir” yaklaşımı başarısızlığa mahkumdur. İslamcı hatta İhvancı Ortadoğu siyasetinin, ergen neo-Osmanlı hülyalarının gelip duvara tosladığı yer de galiba burasıdır.

İşkembeden yorum yapmak bir yanda, teknik ayrıntı otizmi beri yanda. Mangalda kül bırakmayan yorumları o denli kanıksadık ki, teknik/askeri ayrıntıya, harita okumaya, sahayı bilenle konuşmaya o denli gereksinim hisseder olduk. Ancak bu diplomasinin aslının siyaset olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bizde hariciyeciye bunun için “siyasi memur” denilirdi. Siyaset zemini üzerine konuşmadan, sadece askeri ayrıntılara veya enerji konusunda ticari olarak hangi projenin uygulanabilir olduğuna saplanmak yanıltıcı olur. Siyaset konuşuyoruz, masabaşında “Gizli Hedef” oyunu oynamıyoruz, çarıklı erkaniharpliğe soyunmuyoruz.

Her gördüğünüz sakallı babanız olmayabilir. ABD’de yeniden cumhuriyetçiler iktidarda. Mevcut yönetimde aşırılıkçı sağcı Bannon gibi isimler var. Ama bunlar GWB döneminde iktidardakiler değil. Bu dönemde hiç bir neo-con karar alıcı konumunda yok. Çünkü neo-con, aşırı sağcı demek değil. Veya İran’daki Kum Şiiliğin havzalarından biri. Herkes kara cüppeli, sarıklı olabilir, ama aralarında öyle reformist, derin bilgeler var ki Batı’nın önde gelen üniversitelerinden birine taşıyın, teoloji veya felsefe profesörü olabilir. Öyle de oluyor zaten. Yani renkler kadar tonları ayırdedebilmek diplomasi için vazgeçilmezdir.

Basit olan güzeldir. Öküzün altında her zaman buzağı aramamak gerekir. Banttan görmek ince iştir, ayrıca acemi bilardocu pike çekmeye kalkarsa çuhayı yırtar, maliyeti cebi yakar. İşin esası topların nasıl dizildiğine iyi bakmak ve kendi kabiliyetinizi muhatabınıza bunu açık etmeseniz bile kendinizin dürüstçe bilmesidir. Oyunu basit oynamak zor iştir. O topu ona, bunu banttan şuna derken, bir bakarsınız masanın hesabı size kalmış.

Umarım düşünmenize mütevazı da olsa katkı sağlayabildim. HAYIR’lı Pazarlar dilerim.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.