YAZARLAR

Uçmanın taze coşkusu

Burnunu havaya kaldırdı demirden uçak. Biletimi göstermiş, doğru yere oturmuştum. Çantamın içi reçel kavanozları ve tenis toplarıyla doluydu. Öyle ki, iki pantolonumu alamamıştım yanıma. Reçeller kuzenimin görümcesineydi. Bir tek bu markayı tüketirmiş. Tenis topları uzun mesele.

13 yaşındayım. Hayattaki en önemli kararlarımı 13 yaşında aldım. Sonradan duydum ki Yehuda 30 gümüş dinar için ihanet etmiş ve kendini öldürmüş. Ben uçmaya karar verdim.

İsmim Bünyamin. Siz bana sonsuza kadar Bünyamin diyebilirsiniz, hiç gocunmam. Çünkü adım bu.

O zamanlar ülkenin başkenti başkaydı ya da ben ülke diye yanlış bir yeri öğrenmiştim. Başkentler çok büyük olur ve çoğunda havaalanı olur. Bu kaideyi bilmiyor olamazsın. Bir de en büyük şehirleri vardır ülkelerin. İşte bu en büyük şehirlerden biri, komşu ülkedeydi. Söylemeye gerek yok. Orada da bir havaalanı vardı. Ve dünyada bundan daha büyük bir yapı olabileceğine ihtimal vermemiştim. O sıralar Çin Seddi’nden ve Hunlardan bihaberdim. 13 yaş biraz da mesut cehalettir.

Babam dedi ki, Bünyamin dedi, sen bu uçağa bineceksin oğlum, sonra komşu ülkenin başkentinde aktarma yapıp bizim ülkemizin başkentine gideceksin. Tamam mı oğlum, dedi. Tırnaklarımı yiyordum. Oldum olası ürkeğimdir ve oldum olası dilbilgisi kurallarından anlamam.

Tamam dedim baba. Senin adın Yusuf sonuçta, ne kadar haksız olabilirsin ki? Gidebileceğimi düşünüyorsan feriştahını yaparım. Aktarmasını da hallederim, valizi işaretlemeyi de beceririm, Muş’un Bulanık ilçesinde tek göz odada öğrencileri için didinen bir öğretmenmiş gibi mağrur da olabilirim. Hepsini demedim ama babam ürktüğümü anladı. Adı Yusuf sonuçta, ne kadar haksız olabilir ki?

Dur, dedi. Bulacağım birini. O bana dur derse dururum ben. Uçmak üzereyim çünkü. Uçmak ondan sorulur. Babamdan. Bütün Yusuflar kuyudan uçar. Uçmalıdır. Ben de Bünyamin’sem bu koca demire biner ve gideceğim yere giderim. Bunların hepsini düşündüm içimden geçirerek. Ürkekler içinden geçirir ve iç geçirir. Sakil kelime oyunları yaparlar bir de.

Gitti birini buldu, beni ona emanet etti. Gözümde yaş birikiyordu ki, vedalaşmayı uzatmadı. Uzatma dedi, üç saat sonra evdesin. Teyzene söyle, sana acur soysun, bir de acı çay yapsın. Bağırsakların iyi değil. Yol bozar seni. Tamam, dedim. Ne diyebilirdim ki?

Bindim uçağa. Uçmağa. Kemer bağladım. Düşmemiz halinde neler yapabileceğimizi anlatan kadınlarla erkeklere baktım. O zamanlar kartal gibiydi gözlerim. En uzaktaki virgülü bile kaçırmazdım. Bunu görmek için kartal olmama gerek yoktu. Emanet edildiğim adamın dizleri titremeye başlamıştı. Babama içimden söylendim. Söylemiştim, içimden söylenirim. Bu defa kelime oyunu yapmayacağım. Uçmak üzereyim. Uçmak çok ciddi bir iştir.

Burnunu havaya kaldırdı demirden uçak. Biletimi göstermiş, doğru yere oturmuştum. Çantamın içi reçel kavanozları ve tenis toplarıyla doluydu. Öyle ki, iki pantolonumu alamamıştım yanıma. Reçeller kuzenimin görümcesineydi. Bir tek bu markayı tüketirmiş. Tenis topları uzun mesele. Sadece şunu diyeyim: Yıllarca evimizin mahzeninde durdu. Son baktığımızda üstünde iki fare cirit oynuyordu. Belki de polo. Hatta gûy-ı çevgan.

Havalandık. İçim bulanıyordu. Demek uçmak böyle bir şeydi. Dedim dışımdan. Yanımda emanet edildiğim adam kusuyordu. Poşet bile getirmiş yanında. Kendini biliyormuş ama babama bir şey demeye cesaret edememiş. İnsan ismi Yusuf olana nasıl itiraz etsin?

Doyasıya istifra etti emanet edildiğim adam. Uçuşun onuncu dakikasında her şey normalleşti. Ayağa kalkan insanları görünce, hemen davrandım kemere. Hostes hanıma yaklaştım sakince. “Şimdi hepimiz uçuyoruz, değil mi?” dedim. Tırnaklarını hiç yememiş. Ben de imla hassasiyetine sahipmişim meğer. “Hayır,” dedi. “Biz uçmuyoruz, uçak uçuyor.” Taze ölünün dişleriyle güldü sonra. En büyük kararlarımdan birini işte o an verdim. Demiştim, 13 önemlidir diye.

“Tomas’ım ben,” dedim içimden. Söylenerek. “Bundan sonra bana yarasını gösteren İsa bile olsa, şüphe edeceğim. Beni yolculamaya Caravaggio gelsin.”

İndim uçaktan. Toprağı öptüm. İnsanın başkenti gibisi yok. Teyzem acur soydu, çay yaptı. Yedim, içtim. Artık uçmayı öğrenmiş şüpheci bir Tomas’tım. Sen beni Bünyamin bildin.


Mehmet Said Aydın Kimdir?

1983 Diyarbakır. Kızıltepeli. Türk Dili ve Edebiyatı okudu. Üç şiir kitabı var: “Kusurlu Bahçe” (2011), “Sokağın Zoru” (2013), “Lokman Kasidesi” (2019). “Kusurlu Bahçe” Fransızcaya tercüme edildi (2017). “Dedemin Definesi” (2018) isimli otobiyografik anlatısı üç dilli yayımlandı (Türkçe, Kürtçe, Ermenice). Türkçeden Kürtçeye iki kitap çevirdi. BirGün ve Evrensel Pazar’da “Pervaz” köşesini yazdı, Nor Radyo’da “Hênik”, Açık Radyo’da “Zîn”, Hayat TV’de “Keçiyolu” programlarını yaptı. Editörlük yapıyor.