YAZARLAR

Aranan savaş nihayet bulundu mu?

ABD ordusuna “metal fırtına” harekâtıyla yaşatılacak bozgun, Moskof’a karşı Suriye Çölü zaferi ihtimalleri ufukta görünmüyor. Yani ben bu satırları yazarken görünmüyordu. Şengal ve Rojava’ya saldırılar başlatılmıştı.

Duvar’da 29 Eylül 2016 günü yayımlanan yazım, “Haydin savaşa, haydin savaşa!” başlığını taşıyordu. Kabaca şöyle laflar etmiştim:

“…Erdoğan ve iktidar partisi, kendini artık normal yollardan iktidarı terk edemez, seçimle gidip seçimle gelemez hale getirdi. İçeride Kürtlerle savaş, toplumdan rıza alma ve iktidar sürdürme mekanizması olarak uzun yıllar boyunca iş göremez. AKP tabanı dışına taşan, daha geniş kesimin daha kararlı ve kesintisiz ideolojik-duygusal desteğini garantileyecek, daha büyük ve daha uzun savaş, bu şartlarda pek münasip çare gibi görünüyor. Suriye’ye giriş, şu anda Türkiye’de her kime iktidar diyeceksek onlar dışında herkes için başka anlam taşıyor olabilir; buradaki iktidar için anlamı belli: hayat, ömür, varkalma.”

O yazı aslında meşum bir tesbit veya isterseniz öngörüye dayanak niteliğindeydi: “Türkiye bir süre savaşla yönetilecek.”

Bugün, giderek iktidar açısından başka çarenin kalmadığı bir ortamdayız. Kendi şehir ve kasabalarını yakıp yıkarak toplumu seferber etme şansı büyük ölçüde ortadan kalktı. Bir defa, bunu kaç defa yapabilirsiniz? Sonra, yaptınız işte, “getirisi” bu. Basit bir hesapla, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve -şimdilik varlığını sürdüren- partisinin Kürt illerini yakıp yıkarak peşine takabileceği kalabalığın nüfusun anca yarısı olduğu görüldü. Şüphesiz hayatımızı -ve çocuklarımızın geleceğini- mahveden ırkçılık, milliyetçilik, hamaset ve cehaletle bu cepheyi genişletmek, toplumun dörtte üçü mertebesine yükseltmek mümkündü -ki bunun nasıl becerilebildiğini hep beraber gördük; lâkin, lider için kötü haber, bu işi tek adam yönetimiyle, kişisel diktatörlükle, hiçbir kuralı, kurumu, yasası, anayasası olmayan yönetim tarzıyla birleştirmeye kalkınca olmuyor. Yüzyılların âdetâ genetik bilgisinden, kuşaktan kuşağa aktarılmış baskı tecrübesinden kaynaklanan o şark tedirginliği doğuyor. Olmadı nitekim.

Üstelik, bir miktar Kürt oyu da alınmayınca, destek toplumun yarısından azı seviyesine düşüyor! Bu da, ilânihaye öldürme yakma yıkma ile ilerlenemeyeceğini gösteriyor.

'AVRUPA’DAN KOPUŞ'

Tek adam diktasının yarattığı toplumsal alerjiye şimdi, müzmin kahpe sevgili “Avrupa”dan uzaklaşmanın tedirginliği eklenecek. “Avrupa Avrupaaa, duy sesimiziii!”ciler acaba Avrupa’dan bu sesin asla duyulamayacağı kadar uzakta olmayı istiyorlar mı? Hiç sanmam. Tek tek mantık-muhakeme yoksunu olan bizlerin, iş Avrupa gibi meselelere gelince, topluca pek gerçekçi ve mâkûl olabildiğimiz sır değil. Yiğitliğe b.k sürdürmeme falan tamam, ama şunu bizzat bugün afra tafra yapanlar bile aklından çıkarmıyordur ki, pek kısa süre önce bu topluma Avrupa’ya vizesiz gidiş vaat ediliyordu, destek artırmak için.

“Batı ile” girişilen güncel cengin cürmü, olsa olsa, bir Yusuf Kaplan fikri, bir İbrahim Karagül tesbiti kadar ciddîye alınabilir. “Avrupa’dan kopuş”, kof bir ideolojik seferberliğin motifi olmaya mahkûm.

Aksi halde, mevcut iktidarın yıkılış sebepleri arasında yerini alacak.

Nereye kopuyorsun? İhracatının yaklaşık yarısını Avrupa ülkelerine yapıyorsun. Ülkende 50 bin yabancı şirket var, bunların 23 bini Avrupa merkezli. Ülkendeki doğrudan yabancı yatırımların yüzde 65’ine yakınını bunlar yapıyor.

“Batı’dan vazgeçeriz, Doğu’ya döneriz!” Nereye dönüyorsun? NATO’dan mı ayrılacaksın? Moskova seni bağrına mı basacak? Yoksa Pekin’le seviyeli ilişki peşinde misin? Peki onlar seninle ciddî mi düşünüyorlar? Ne alınacak, ne verilecek? Hadis mi uydurulacak, peygamber işaret etmişti, kuzeydeki sarışın adamlarla veya uzaktaki çekik gözlülerle dost olun demişti diye?

İKTİDARIN SOMUT HEDEFİ

Galiba bir şeyi iyi anlamamız gerekiyor:

Bugünkü iktidarın tek hedefi iktidardır.

“Mavi Marmara’daki manyaklar” lafı telaffuz edildi bu ülkede. Ve hiçbir şey olmadı.

Hiçbir. Şey.

Olmadı.

Şunu da anlasak fena olmaz sanırım: Gücü elinde toplama ve iktidarda kalma ustası olan bir liderle karşı karşıyayız. Lider ve muhtemelen en yakınındaki birkaç kişinin ötesine geçmeyen ekip, elbette şu yukarıda dediklerimin -ve benim akıl edemediğim benzer bir sürü şeyin- farkındalar. “Avrupa’dan kopuş” gibi, ekonomik maliyeti çok yüksek işleri bile bir süre ideolojik seferberlik malzemesi yapabilirler. Buradan bir yere varılmayacağını bilerek.

Her şeyi malzeme ederek yürüttükleri politikaların varabileceği yeri referandum sonucu çok açık gösterdi. Bundan sonrası için iki yol var: Ya daha geniş seferberlikler yaratmak zorundalar ya da toplumsal desteklerini daha da daraltacak baskılara başvurmak. İkinci yolun çok uzun olmadığını, hayırlı yerlere çıkmayacağını onlar da bilirler. Şu anda bile, “radikal İslâmcı” tasfiyesi ile görece modern Müslüman orta sınıfların -ilkinin fiilen ikincilerin şimdilik mânen- uzaklaşması süreci gözle görünür halde, ilerliyor.

Öyle bir formül lazım ki, “manyak” denen Mavi Marmara’cısı da, onlara manyak diyen de, manyak denmesini sineye çekmekte zorlanan da hiçbir yere gidemesin, “Avrupa”dan kopuş” macerasından ve sonuçlarından ürken, kavga gürültüyü değil, işine çıkarına bakacağı daha huzurlu ortamı isteyen orta sınıf ve üstü Müslüman ahali muhalifliği aklından bile geçiremesin, ilaveten, referandum sürecinde oluşmuş fiilî “hayır” cephesinden de katılımla, iktidarın arkasındaki toplumsal seferberlik, en azından yüzde altmışlık, yetmişlik nüfus oranını bulsun - çünkü bu artık genişçe destekli bir tür otokratik yönetim olmalı.

SAVAŞ HAYATÎ İHTİYAÇ

Gereken formül savaştan başka şey olamaz artık. “Gezi’ciler”, “CeHaPe”, hattâ içerideki “terör” (PKK+DHKPC+FETÖ bileşimleri gibi uyduruk şeyler), iktidarın, giderilemez susuzluk benzeri muazzam hayatî ihtiyacını karşılamıyor. Bütünüyle “millî” bir seferberlik aracı lazım. Şöyle “Türk’ün cihan hakimiyeti mefkûresi” cinsinden bir şey.

Fazla mı iddialı kaçtı?

Olsun. Ağanın eli, Reis’in dili tutulmaz. Cihan olmaz da sınırboyu olur. Viyana olmaz da Cerablus olur. “Batı” veyahut “Avrupa” olmaz da Suriye… yok, yani Rusya… olmaz da… Irak… yok… İran da olmaz… yine Kürtler… Kürtler! Yine Kürtler olur…

Nasıl olacak sahiden? Hazır Batı medeniyeti çöküyorken ihracatın rotası Moskova veya Şangay’a çevrilemez mi? Heyhat, önce domatesleri Rusya’ya gönderebilmek gerekiyor.

Hamaset sarhoşluğundan sıyrılıp ayaklar yere basıldıkça meseleler ayaklara dolanıyor, iddialar, babalanmalar domateslerin arasında kayboluyor. İslâmcının sarındığı Türk’ün cihan hakimiyeti mefkûresinin salçaya bulanması işten değil.

Savaş mevcut iktidar için ilaç. Çare. Savaş sayesinde, kimse ihracat sayılarından sözedemez, kimse domateslerin adını anamaz, kendi ülkeni yakıp yıkmışlığın uzak diyarlarda kazanılmış zafer gibi algılanmaya başlanır, şehit tabutlarıyla yeni makam arabaları karşılıklı dizilir de, kimse ikisini kıyaslamaz. Abdullah Gül, Bülent Arınç, en çok da Meral Akşener, anca şehit cenazelerinde safta dururken görünürler.

FOTOĞRAFLAR…

Fotoğraflar meselesi var, yalnız: Türk Hava Kuvvetlerinin bombaladığı Kürt yöresini ABD subayları YPG’lilerle birlikte dolaşıyor, fotoğraf veriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan Türk İslâmcısının yeni aşkı Donald Trump’la Beyaz Ev’de fotoğraf verebilsin diye canla başla uğraşılıyor, tam sonuç alınmışken, temel mevzunun Türk’ün cihan hakimiyeti ve İslâm’ın çöken Batı medeniyeti karşısındaki müstakbel zaferi değil Reza Zarrab olduğu ortaya çıkıyor. Beş yüz küsur bin dolar verilip “Gülen iade edilsin” yazısı yazdırılan emekli generalin Moskova ile tehlikeli ilişkilerinin, kendisinin Ankara’nın lobicisi olarak tutulmasında rol oynadığı da aynı anda sahnemizden altyazı olarak geçmesin mi? Ahbabımız Putin’le sanılandan fazla içli dışlı olunmuş galiba.

Öf! Ne kadar çok pürüzlü mesele var; irili ufaklı. Şöyle her şeyin üzerini örtecek ve kimsenin ucunu dahi kaldırmaya cüret edemeyeceği bir örtü lazım. Kandan bayraktan âlâsı mı var?

Peki bu çıkar yol mudur?

Tam bu anda hatırlamamız gereken bir-iki olgu, olabileceklere ışık tutacaktır: Musul Başkonsolosluğu’nun DAİŞ’e âdetâ peşkeş çekilmesi ve öyle bir teslimiyet sürecini yaşamanın küçültücülüğü. Peşinden hiçbir şey olmamış gibi davranma. Rus uçağının acayip hayaller ve kendini dev aynasında görmeler eşliğinde, önceden hazırlığı yapılarak düşürülmesi ve ardından yaşanan alçalış. Peşinden hiçbir şey olmamış gibi davranma. İsrail’e doğru savrulan “van minüt” tokadının Mavi Marmara’ya inen komandolarca karşılanması, tokadı atanın kolunun çıkması, bilahare el sıkışılırken meğer çoktan yerine takılmış olduğunun görülmesi. Peşinden hiçbir şey olmamış gibi davranma.

Dolayısıyla, ABD ordusuna “metal fırtına” harekâtıyla yaşatılacak bozgun, Moskof’a karşı Suriye Çölü zaferi ihtimalleri ufukta görünmüyor.

Yani ben bu satırları yazarken görünmüyordu.

Şengal ve Rojava’ya saldırılar başlatılmıştı.