Furkanlar, Pelikanlar, ‘Manyak’lar: Yeni rejimin ‘Yol Ayrımı’
Bu ülkenin çoğu dindar emekçilerini, kendi çıplak çıkarlarının tersine olacak şekilde, özelleştirmeye, esnek çalışmaya, düşük ücretlere dayalı bir neoliberal politikaya, ‘bakın dindarlar ilk kez iktidarda’ diye diye yedekleyen bu ‘dava delileri’ değil miydi?
Kemal Tahir’in “Esir Şehir” üçlemesi, ulusal kurtuluş mücadelesini, onun kazanılmasını ve cumhuriyetin “gençlik yıllarını” anlatıyor. Üçlemenin son kitabı “Yol Ayrımı”, TBMM’nin kuruluşundan 10, cumhuriyetin ilanından 7 yıl sonra, bir bakıma ‘bu kadar erken bir sonra’da yeni rejimin yozlaşma işaretlerini anlatır. Mustafa Kemal Ankara’da büyük kudretinin etrafında –kendisinin de fark ettiği şekilde– giderek yalnızlaşmış, Kuvayı Milliye hareketine katılan bazı önemli isimler dışlanmıştır. Cumhuriyet devrimini destekleyen ama bazı uygulamalara ‘demokratik yollarla’ itiraz eden genç cumhuriyetçiler tutuklanır, işkence görür, işbirlikçilikle suçlanır ve yaşadıklarını anlatmaya bile utanarak veremden ölür…
Şurada burada ‘devrim adına’ ihbarcılığa soyunan çıkarcılar, Ankara’da temerküz eden büyük gücün türlü yollarla istismarı üzerinden elde edilmiş servetler, aynı güce yaslanarak edinilmiş şaibeli ehliyetlerle muhaliflere ve tüm ülkeye yöneltilen tehditler, devrimin ikinci kuşağında daha sık rastlanan oportünistler…
Kurtuluş mücadelesinin birçok neferi yokluk içindeyken, Anadolu halkı hem ekonomik hem siyasi baskıların altında ezilmekteyken, büyüyen hoşnutsuzluğun farkında olan Mustafa Kemal’in bir muhalefet partisi kurma girişimi (Serbest Cumhuriyet Fırkası) ve şaibeli 1930 yerel seçimleri fonunda iktidar çevrelerinde yaşanan tasfiyeleri anlatır Kemal Tahir… “Esir Şehrin İnsanları” ve “Esir Şehrin Mahpusu” ciltlerinde anlatılan kurtuluş kahramanları bir bir yüzüstü bırakılmakta, tehdit edilmekte, küskün ve çaresiz bir şekilde ümitsizliğe kapılmaktadır…
“Yol Ayrımı” adı da hem bu tasfiyelerin yarattığı ‘fiziksel’ kopuşları, hem de yozlaşan rejimle bir vakitler ondan umudu olanlar arasındaki ‘manevi’ kopuşu anlatan çift anlamlı bir göndermeye sahip gibidir.
* * *
Türkiye’de 15 yıl iktidarda bulunan AKP de –genç cumhuriyet rejimiyle kıyaslanamayacak farklılıkları bir yana bırakılırsa– benzer bir ‘Yol Ayrımı’nda görünüyor. Daha doğru ifade etmek gerekirse, zaten bir ‘an’ değil bir ‘süreç’ olan benzer bir ayrışma, artık çıplak gözle dışarıdan da görünecek kadar açığa çıkıyor. Zaten Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk de kavga için “büyük bir travmanın, içten içe kanayan bir yaranın habercisi ve dışa vurumu” diyor. (*)
Bir süredir alttan alta sürdüğü hissedilen, anlaşılan ve bir tür ‘hesaplaşma’ olarak şimdi gün yüzüne çıkan bu gerilim; tarafların birbirini “İslamcı”, “Siyonist”, “işbirlikçi” gibi son noktada siyasal/ideolojik çerçevelerle tanımlamasına rağmen, bütün benzerleri gibi aslen bir ‘çıkar bölüşümü’nden, ‘fırsat paylaşımı’ndan kaynaklanıyor. Bu siyasal kavramlar, kavganın ‘muhteva’sı açısından çok fazla açıklayıcı değil belki; ama AKP koalisyonunu oluşturan çevreler açısından taşıdıkları güçlü sembolik anlamlar nedeniyle, kavganın boyutları ve fiziksel olarak ‘tarafları’ arasında fikir üretmemize yardımcı oluyor. Yoksa şimdi “Mavi Marmara’daki manyaklar” olarak işaretlenmeye büyük bir manevi tepki gösteren ve bir anda ‘yıllanmış dava neferi’ne dönüşenlerin; Berkin Elvan’ın annesi kalabalıklara yuhalatılırken ya da Kemal Kılıçdaroğlu’nun mezhebi alaycı bir tonla siyaset malzemesi yapılırken hakkaniyeti ve üslubu; yan sütunlarından “şu oyu atmak farzdır” diye fetvalar uçurulurken ya da “ahiretinizi tehlikeye atmayın haa” diye dünyevi bir iktidara oy kopartılırken İslam’ı ve İslamcılığı hatırladığını gören olmamıştır.
Bugün ‘Pelikan’ saflarından Gül’ü, Davutoğlu’nu, Arınç’ı, hedefe koyan; “Ak Parti Mavi Marmara’daki manyak tiplerle yollarını ayırmalı” diyen, hayal kırıklığına uğradıkları referandum sonuçlarını “partideki fırıldaklar”a bağlayan, tuttukları gazete ya da televizyon köşelerinden ağır hakaretlerle hücuma geçen ‘Reisçiler’ gibi tüm bu kampanya karşısında –sanki hala varmış gibi– ‘dava’larının, inanç ve ideolojilerinin romantik güzellemeleri arkasına geçerek mevzilerini korumaya çalışanların da bu ‘Reislik rejimi’ndeki ikballerinden başka ‘muhafaza edecek’ bir şeyi kalmamıştır oysa.
‘Manyak tiplerle yolları ayıralım’ dendiğinde ‘o manyak benim’ diye, ‘davanın delileriyiz’ diye ortaya atılıp ‘İslamcı şuur’ enjeksiyonuna girişen her kuşaktan demagog, “kapitalizm ile komünizm arası bir yol”, “adil düzen, hakça paylaşım” gibi sloganlar ve ütopyalar üzerinden yükselen hareketin; nihayetinde, Türkiye’yi neoliberal kapitalizmin mutlak hakimiyetine, başka hiçbir siyasal fraksiyonun yapamayacağı şekilde geniş kitleleri de razı ve seferber ederek sokan hareket olduğunu bilmiyor mu?
Şimdi Pelikancılar ‘Reis’in ve onun temsil ettiği mutlak iktidarın daha yakınlarında tutunmuşken panikle ‘İslamcı’ geçmişi ve vefayı yardıma çağırmaları, ABD’nin Irak işgaline destek vermekten ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanlığıyla övünmeye kadar varan bir dizi Amerikancı politikaya, hem ait hissettikleri siyasetin orta yerinden hem de şimdilerde yeni mecraları işgal ederek genişlettikleri ‘İslamcı medya’nın çekirdeğindeki gazetelerden destek verdiklerini unutturuyor mu?
Aradan 15 yıl geçtikten sonra, “ABD’yi, Avrupa Birliği’ni savunmak bizim için hedefe giden bir tramvaydı şimdi iniyoruz” diyebilirler mi?
Bu ülkenin çoğu dindar emekçilerini, kendi çıplak çıkarlarının tersine olacak şekilde, özelleştirmeye, esnek çalışmaya, düşük ücretlere dayalı bir neoliberal politikaya ‘bakın dindarlar ilk kez iktidarda’ diye diye yedekleyen bu ‘dava delileri’ değil miydi?
En büyük patronlara, yani en zenginlere, yani memleketin ‘karun’larına, sanki marifetmiş gibi hala her fırsatta “en çok bizim zamanımızda kazandınız” diyenlerin daha 10 sene önce ‘Adil Düzen’ diyerek en yoksullar arasında örgütlendiğini, halk nezdinde meşruiyet kazandığını hatırlatmayı, bu ikiyüzlülüğü eleştirmeyi ‘dinden çıkmak’, ‘dindarların iktidarına komplo kurmak’ gibi gösterenler, şimdi ‘manyak benim’ diye gönüllü olanlar değil mi?
Solun silindir gibi ezilmesini neredeyse keyifle seyreden, sonra ‘boşta’ kalan sosyal adalet arayışını dindarlık görüntüsü arkasında gasp ederek, çalışanların, emekçilerin yeni ve daha adil bir dünya kurma umudu ve enerjisini sömüren; iktidara kurulunca onları daha fazla sisteme bağlayan, ülkenin ortak kazanımlarını satıp savarken ekmeğinin elinden alınmasına itiraz eden TEKEL işçilerini gaz ve sopa zoruyla bastıran, itiraz edeni de ‘dış güçlerin maşası’, ‘din/dindar düşmanı’ diye etiketleyen bunlar değil miydi?
Türkiye, tarihinin en hızlı kapitalist entegrasyonunu, şimdilerde “5’ten büyüktür” diyegeldikleri dünyanın efendilerinin neoliberal düzenine en gönüllü iltihakı bu İslamcıların kadrolarıyla yaşamadı mı? Taşralı işadamlarıyla esnafların devlet yardımıyla zenginleşerek yeni bir sermaye sınıfı haline gelmesini emekçilere “namaz kılanların iktidarı” diye tevil edenler bu adil düzenciler değil mi?
Şimdi ne birinin ne de diğerinin bugün verdikleri kavganın İslam, bağımsızlık vs. davası olduğuna inanmak mümkün mü?
Adana’da yapmak istedikleri ‘Kutlu Doğum’ organizasyonunun iptal edilmesini ve malum ‘manyak tipler’ yakıştırmasını protesto etmek için toplanan Furkancılara gösterilen polis şiddeti, aslında bu kapitalistleşmenin içinde yer almayan, bir şekilde daha ‘arkaik’ kalmış ve bu yönüyle de –vaktiyle tıpkı kendilerinin olduğu gibi– cazibe merkezi olmaya aday herhangi bir İslamcı grubun varlığına yönelik tahammülsüzlük değil midir?
‘İçeride’ çıkar ve fırsat çatışması başgöstermişken, dışarıda karşılıksız ‘mücahitlik’ yapanlar eşkıya gibi görünebilir elbet.
* * *
Kemal Tahir’in “Yorgun Savaşçı” romanında da ortaya çıkan Çerkez İttihatçı Doktor Münir Bey, “Yol Ayrımı”nda, cumhuriyet yanlısı genç gazeteci Murat’a, Lozan Anlaşması ve Osmanlı’nın tasfiyesiyle ilgili uzun bir konuşma yapar. İslamcıların da zaman zaman alıntılamaktan pek hoşlandıkları bu konuşmanın sonunda şöyle der Doktor Münir: “Siz cumhuriyet çocukları, ‘Gözümüzü zaferde açtık’ avuntusundasınız. Şimdi umulmaz yerlerde beklenmez yenilgilerle karşılaşınca apışmayın!..” (**)
30’ların Türkiye’sinde cumhuriyetçi gençlere söylenen bu nasihat, 90 yıl sonra Pelikancısından İslamcısına tüm ‘iktidar çocukları’na söylenebilir sanki…
(*) http://www.yenisafak.com/yazarlar/kemalozturk/ak-partiye-nasil-zarar-verilir-2037449
(**) Kemal Tahir, Yol Ayrımı, İthaki Y., s. 465
Hakkı Özdal Kimdir?
1975 yılında doğdu. İTÜ Malzeme ve Metalurji Mühendisliği'nden mezun oldu. 1996'dan itibaren, Evrensel Kültür dergisinde, Evrensel, Referans ve Radikal gazetelerinde editörlük ve yazarlık yaptı. Halen Yeni E dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yapıyor.
Türkiye’nin ‘anlık’ görüntüsü: Xiaomi-Salcomp’ta sendika direnişi 17 Eylül 2021
Menderes’in elini yakan büst 10 Eylül 2021
28 Şubat ‘intikamı’: Güç değil, zayıflık alameti 24 Ağustos 2021
Köylüler ve ‘beyaz etçi’ler: Halk ve sermaye 06 Ağustos 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI