YAZARLAR

Beterin beteri yok!

Çocuklar için, kaydıraktan düşmek kazadır. Topa vurup komşunun camını kırmak, anne uyarılarına rağmen üstünü başını ıslatmak, koşarken sehpa devirmek, bisikletten düşmek kazadır. “Uyurken ölmek” diye bir kaza yok çocuk dünyasında.

Birkaç gün önce, oğlum kaydıraktan düştü ve ön dişi yerinden çıktı. Ağzından akan kanlar, tişörtüne bulaşmıştı. Çok korktu, çok canı acıdı. Sanırım ben ondan daha çok korktum. Çaresizce bakıyordu düştüğünde. Ben ondan daha çaresizdim.

Oraya buraya koştuk ve öğrendik ki, öndeki dişlerini kaybedebilirmiş. Hayatının ne kadar zorlaşacağını düşündüm hemen. Konuşurken zorlanacaktı. Yemek yerken zorlanacaktı. Elmayı hart diye ısıramayacaktı. Arkadaşları “dişsiz” diye dalga geçecekti. Ne de çok üzülecekti.

İyi niyet dolu teselli cümleleri olan “Beterin beteri var.”, “Daha kötüsü de olabilirdi.”, “Çocuk yahu, düşe kalka büyür.”, “Ucuz kurtulmuş.”, “Bu kadarla geçmiş olsun.”, “Kaza işte, olur öyle.” hiç işe yaramadı.

İşe yaramaları gerektiğini biliyordum. Bu kadar abartmamam gerektiğini de biliyordum. Yine de üzülüyordum.

Sonra bir gece, Silopi’den bir tokat geldi. Bütün üzüntülerimden, kendimden, her şeyden, herkesten utandım.

Biri 6, diğeri 7 yaşında iki çocuk, yataklarında uyurken, odalarına polis panzeri girmiş. Evin duvarı yıkılmış, panzer odanın içinde ilerlemiş. Çocuklar ölmüş. Muhammet ve Furkan. Uykularında ölmüşler. Gece, saat 12’ye 10 kala.

Yıkılan duvarın dev parçaları, uyudukları odanın içinde. Yerde, 12’ye 10 kala durmuş küçük bir saat var. Kapı düşmüş. Yastıklar, toz, demir ve duvar parçaları birbirine karışmış. Çocuklar ölmüş.

Kaza mıydı, değil miydi? Panzerin içindeki polis alkollü müydü, değil miydi? O panzer, gecenin köründe neden oradaydı? Soruşturma açıldı mı, açılmadı mı? Taziye mesajı vermesi beklenenler neden suskundu? İstifa olacak mıydı? Kimler suçluydu? “Kader” diye geçiştirmek ne kadar doğruydu?

Böyle sorular, soruldu da soruldu. Ben hiçbirinin cevabını bilmiyordum. Bildiğim tek şey, iki çocuk ölmüştü.

Uyumadan önce, en son ne düşünmüşlerdi? En son ne demişlerdi? Panzer duvara çarptığı an, çıkan gümbürtü onları uyandırmış mıydı? O sırada rüya görüyorlar mıydı? O odanın ortasında duran dev duvar parçası, üstlerine mi düşmüştü? İçeri giren ve karşı duvara kadar ilerleyen panzerin altında mı kalmışlardı? Canları çok acımış mıydı? Korkmuşlar mıydı? Bir an çaresizce bakmışlar mıydı?

Bu soruların cevabını bilmek istemiyordum. Bildiğim tek şey, minik elli ve kara gözlü iki çocuk, evlerinde uyurken ölmüştü.

O panzerin, herkesin kalbine girmiş, midesine oturmuş olması gerekiyordu. Bundan başka hiçbir şeyin konuşulmaması gerekiyordu ama olmadı. Çocukların yerine, Murat Boz gündem oldu. Eve giren panzerden çok, Murat Boz’un sevgilisini aldatıp aldatmadığı merak edildi. Utanç listesine, yeni bir madde eklenmiş oldu. Hayat devam etti.

Muhammet ve Furkan’ın ailesi için de hayat devam etti mi acaba? Bundan sonra nasıl devam edecek? Şu anda tam karşınızda olsalar, onlara ne derdiniz? Hangi teselli cümlesi işe yarardı?

Beterin beteri yok artık onlar için. Daha kötüsü yok. Düşe kalka büyüyeceği hayal edilen ama hiç büyümeyecek iki çocukları var. Ucuz kurtulmamış iki çocuk. Geçmiş olmayacak bir acı. “Kaza işte, olur öyle” demeye diliniz varır mı?

Çocuklar için, kaydıraktan düşmek kazadır. Topa vurup komşunun camını kırmak, anne uyarılarına rağmen üstünü başını ıslatmak, koşarken sehpa devirmek, bisikletten düşmek kazadır. “Uyurken ölmek” diye bir kaza yok çocuk dünyasında.

Bu yüzden ailesine bir şey diyemezsiniz, hiçbiri olmaz. Teselli cümlesi bulamazsınız. Cümle kurmak için gereken tüm kelimeler, birer birer boğazınızda düğümlenir.

Bundan sonra olacakları da söyleyeyim:

Boğazınızdaki düğüm öyle dururken, bir ara yutkunacaksınız. Yalnız, yutkunurken (mecburen) düğümü de yutacaksınız. Sonra o düğüm, ağır ağır aşağı inecek ama yemek borusundan değil, nefes borusundan aşağıya. Tıkanacaksınız, bir süre nefes alamayacaksınız. Düğüm ilerleyecek, ilerleyecek ve ciğerinizin tam ortasına yerleşecek. Sonra her nefes alışınızda acıtacak.

Muhammet ve Furkan, boğazda iki düğüm oldular bile çoktan. Şimdi, yutkunma zamanı.


Reyya Advan Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 13 yıl, İstanbul’da çeşitli uluslararası reklam ajanslarında, reklam yazarlığı yaptı. Çocuk hikâyeleri ve masallar yazdı. İstanbul’un trafiğine ve nem oranına daha fazla dayanamayarak, Ankara’ya geri döndü. 2009’da, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Reklamcılık, yazarlık, sunum teknikleri gibi alanlarda dersler veriyor. Kurbağalara olan abartılı ilgisi dışında, normal bir insan.