Son küresel ara rejim ve yükselen piyasalar
Son küresel ara rejimde geç kapitalistleşmiş ülkelerdeki merkezkaç hareketin durumunu belirleyecek olan, küresel krizin dalga boyunun ne kadar derin olacağı ve ülkelerin bu iki seçenek arasında nasıl konumlanacakları olacaktır.
Geçtiğimiz hafta ilk küresel ara rejim sırasında (1913-1950) merkezkaç hareketin yükselişine, 1945 sonrasında geç kapitalistleşen ülkelerin sisteme entegrasyonlarına ve 1970’lerdeki kriz sonrası “yapısal uyum” politikalarının öne çıktığına işaret etmiştim. Yazının sonunda da hâkim gücün (ABD’nin), kendisine rakip güçlerin gelişiminden endişelenmesi için yeteri kadar gerekçenin olduğunu belirtmiştim. Bu haftaki yazıyla korumacılığın yükselişi ve küresel ara rejim serisine bir virgül koymuş olacağım. Bu haftaki sorumuz şu: nasıl ilk küresel ara rejim geç kapitalistleşmiş ülkelerde merkezkaç hareketin güçlenmesini tetiklediyse, ikinci küresel ara rejimde de benzer bir gelişmenin yaşanmasını bekleyebilir miyiz?
SON KÜRESEL ARA REJİM
Son küresel ara rejim, dünya genelinde Büyük Britanya’nın hakim konumunu ABD’nin devraldığı 1913-1950 arası geçiş döneminin özellikleri kadar şiddetli olmasa da, küresel ara rejimlerde olan hakim gücün gerileyişi ve bu gerileme karşısında rakip gücün tam olarak ortaya çıkmaması gibi tipik özellikleri taşıyor. Özellikle 2008 krizi sonrası korumacı önlemler alan ülkelere baktığımızda bu tablo daha ilginçleşiyor.
Buna göre 2008 sonrası en çok korumacı önlem alan ülke, gerilen hâkim güç olan ABD. ABD’nin ardından Hindistan, Rusya, Arjantin ve Brezilya geliyor. Çin’in aldığı korumacı önlemler ise ABD’ninkinin 5’te 1’i düzeyinde. Yani yeni dönemde yükselen hâkim güç olan Çin, tıpkı geçmişte diğer iki hakim gücün (Büyük Britanya ve ABD) yükselişinde olduğu gibi, serbest ticaret yanlısı iken ABD korumacılığı gündemine alıyor.
NEOLİBERAL POPÜLİZMLERİN KRİZİ
Çin dışındaki geç kapitalistleşen ülkelere, özellikle de “yükselen piyasalar” olarak kodlananlara baktığımızda ise 2000’li yıllarda uygulanan neoliberal popülizm modelinin bir yol ayrımına gelmekte olduğunu görüyoruz. Neoliberal popülizmler, bir yandan özelleştirme, taşeronlaştırma, güvencesizleştirme gibi sert neoliberal politikalar uygulanırken diğer yandan da bu politikaların yaratacağı potansiyel hoşnutsuzlukların çeşitli telafi mekanizmaları ile azaltılmaya çalışılmasına dayanır.
Ancak bu modelin uygulanabilmesinin temel koşulu ekonomik büyümenin ve kredi genişlemesinin sürmesidir. 2000’lerin başından itibaren, 2008-9 yıllarında yaşanan kesinti dışında neredeyse 2013’e kadar süren küresel kredi genişlemesi ortamı, yükselen piyasa ekonomileri için neoliberal popülist modellerin uygulanmasında uygun bir zemin yarattı. Ancak 2013 sonrası küresel kredi olanaklarının daralacağı yönündeki beklentiler neoliberal popülizmleri bir seçim yapmaya zorlamaktadır.
Seçeneklerin bir tarafında telafi mekanizmaları budanmış bir neoliberal model, diğer yanında da neoliberal çerçevenin sınırlarını zorlayacak bir kalkınmacı yönelim yer almaktadır. Son küresel ara rejimde geç kapitalistleşmiş ülkelerdeki merkezkaç hareketin durumunu belirleyecek olan, küresel krizin dalga boyunun ne kadar derin olacağı ve ülkelerin bu iki seçenek arasında nasıl konumlanacakları olacaktır.
UTANGAÇ KALKINMACILIK
İlk küresel ara rejimde merkezkaç hareket, serbest ticaret yerine korumacılığın, özel sektör yerine devletçiliğin öne çıkmasıyla gelişmişti. Bu hareket kapitalizm dışı bir model öngörmese de, piyasanın alanının sınırlandığı, kullanım değerinin öne çıktığı bir yapı için bir basamak olarak görülebilir. Ancak son küresel ara rejimin, otomatik olarak ilk ara rejimin yarattığı sonuçları yaratmasını iki nedenle bekleyemeyiz.
Bunlardan ilki, ilk ara rejim dönemi, bizim gibi ülkelerin kapitalistleşmeye başladığı bir döneme tekabül ederken son küresel ara rejim artık kapitalist üretim ilişkilerinin hakim tarz olduğu bir döneme denk gelir. Yani ilk merkezkaç hareket ulus devletlerin kurulmasına paralel olarak ulusal burjuvazilerin oluşumunu beraberinde getirmiştir. Bu ülkelerde ulusal burjuvazilerin yükselişi, 1950 sonrası ABD hegemonyasında gelişen kalkınma çabaları ile gerçekleşmiştir. Günümüzde ise sermaye yapıları büyük ölçüde uluslararasılaşmıştır, küresel entegrasyon daha güçlüdür.
İkinci neden, geç kapitalistleşen ülkelerde gündemde olan model 1960’ların kalkınmacılığı değil, “utangaç kalkınmacılık” olarak adlandırdığım, hibrit bir modeldir. Sermaye hareketlerinin serbest olduğu, devletin ekonomiyi yönlendirme kapasitesinin sınırlandığı bir dönemde eski tip kalkınmacılığın uygulanmasının maddi koşulları yoktur. Bunun yerine gündemde olan cezalandırma tarafı olmayan bir teşvik politikası ile sermaye kesimine yeni kaynak aktarım mekanizmaları kurmaktır.
Stratejik sektörlerin tespit edilip, sanayi, dış ticaret, para ve maliye politikalarının bu stratejiye göre uyarlandığı planlı bir model yerine, fiyat istikrarı ve finansal istikrarı korumaya adanmış bir merkez bankası ile kemer sıkmayı ilke edinmiş bir maliye politikası, etkinlikten uzak bir teşvik yapısı ve herhangi bir stratejik önceliği olmayan bir sanayi politikası halen hakim politika olarak uygulamadadır.
YENİ SORULAR
Beş haftadır sürdürdüğüm korumacılığın yükselişi ve küresel ara rejim tartışmasına bu yazıyla bir virgül koyacağım. Konu epey kapsamlı ve üzerinde farklı boyutlarıyla konuşulması gerekiyor. Örneğin ilk aklıma gelen tartışma başlıklarından bazıları şunlar:
Küresel ara rejimlerde ekonomi politikaları alanında görülen merkezkaç hareket siyaset alanında da izlenebilir mi?
Yükselen sağ kanat popülizm ya da genel olarak eski müesses nizam partilerinin birer birer çökmesi, küresel ara rejimin dünya siyasetine bir yansıması mıdır?
Dünya genelinde hâkim gücün gerilediği, rakip gücün ise tam hâkimiyet kuramadığı dönemlerde ortaya çıkan hegemonya boşluğu, diğer ülkeler tarafından nasıl dolduruluyor?
ABD hâkim güç olarak gerilerken doların hâkimiyetinin halen sürmesinin nedeni ne olabilir? Dünya ticaretinde hâkim rezerv para olan doların dışındaki paralarla yapılan mübadelelerin göreli artışı, küresel ara rejimin bir özelliği olabilir mi?
Küresel ara rejimlerde toplumsal hareketlere öncesinde olmayan yeni bir hareket alanı açılıyor mu?
Sorular ve tartışma başlıkları çoğaltılabilir. Fırsat buldukça farklı boyutlarıyla konuyu tartışmayı sürdüreceğim.
Ümit Akçay Kimdir?
Doç. Dr. Ümit Akçay, 2017 yılından bu yana Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu’nda (Berlin School of Economics and Law) ders vermektedir. Akçay lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora eğitimini Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kalkınma İktisadı ve İktisadi Büyüme programında almıştır. Güncel olarak, büyüme modellerinin ekonomi politiği, merkez bankacılığı ve finansallaşma, yeni otoriterliğin ekonomi politiği konularıyla ilgilenmektedir. Daha önce İstanbul Bilgi Üniversitesi, ODTÜ, Atılım Üniversitesi, New York Üniversitesi ve Ordu Üniversitesi’nde çalışmıştır. Akçay, Krizin Gölgesinde En Uzun Beş Yıl: Türkiye'de Kriz, Devlet ve Siyaset (İstanbul, Doğan Yayınları, 2024), Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği (İstanbul: SAV, 2009) ile Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve Devlet Planlama Teşkilatının Dönüşümü (İstanbul: SAV Yayınları, 2007) kitaplarının yazarı; Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (Ankara: Notabene Yayınları, 2016) kitabının ortak yazarıdır. Akçay’ın Cambridge Journal of Economics, Contemporary Politics, Globalizations, Internaltional Journal of Political Economy, European Journal of Economics and Economic Policies ve Journal of Balkan and Near Eastern Studies gibi dergilerde uluslararası yayınları bulunmaktadır.
İlerici neoliberallerin otoriter popülistlerle imtihanı 14 Kasım 2024
Ekolojik emperyalizm 07 Kasım 2024
IMF, çoklu kriz konjonktüründe ne öneriyor? 31 Ekim 2024
Almanya’nın ekonomik modeli krizde mi? 24 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI