YAZARLAR

Karşılaştırmalı seçim şaibeleri

Referandumun iptali için planlı ve kitlesel bir çağrı bir yana, sonuçların AİHM’e götürülmesi dahi günlerce tartışıldı. Halbuki o başvuru taslağının muhalif partilerin hukukçuları tarafından 16 Nisan akşamı hazırlanmaya başlanması gerekirdi.

Demokrasi, kendini her fırsatta belli ediyor. Ülkelerdeki referandum/seçim süreçlerinde de bu böyle. Demokratik olmayan ülkelerde seçim sonuçlarının genelde oldu bittiye getirildiğini, demokratik ülkelerde ise bilakis son noktaya kadar şaibelerin peşinin bırakılmadığına şahit oluyoruz tarihe baktığımızda. Bu noktada iki ülke örneği vermek istiyorum:

İlk örnek, bu ara kendimize çok benzettiğimiz Venezuela. Tehlikeli bir örnek olduğunun farkındayım. Zira işin içine ideolojiler girince olaylara objektif bakmak pek de kolay olmayabiliyor. Fakat burada ideolojileri değil de, tutumları çarpıştırırsak yazı amacına daha kolay ulaşır.

VENEZUELA’DA YÜZDE 50.7’LİK SEÇİM

Venezuela’da Hugo Chavez’in ölümüyle yeni başkanı belirlemek için 14 Nisan 2013’te halk sandığa gitti. Adaylardan biri Chavez’in halefi Nicolas Maduro, diğeri ise Chavez karşıtı sermayenin temsilcisi Henrique Capriles idi. Ülkenin rezil ekonomisine rağmen Commandante’ye ve Bolivarcı devrime ihanet etmek istemeyen halk Maduro’nun seçim kampanyasına cevap verdi ve Maduro, oyların yüzde 50.7’sini alarak Capriles’i kıl payı geçti. Fakat seçim şaibeliydi. Muhalefet seçim sonuçlarını tanımadı ve oyların yeniden sayılmasını istedi. Lakin Maduro bu esnada çoktan yemin ederek başkanlık görevine başlamıştı bile. Zaten ülkedeki Ulusal Seçim Konseyi’nin (bizim YSK gibi düşünün) denetiminden de bir şey çıkmadı, çünkü tahmin edersiniz ki tüm yetkileri elinde bulunduran başkan bu konseyi de kendi kontrolüne almıştı. Muhalefet seçimlerin iptali için ulusal ve uluslararası her türlü hukuki yola başvuracağını açıkladı. Ülkede protestolar başladı, protestolarda çokça insan öldü. Bunun üzerine Maduro, ‘başkanlığını kabul etmeyenlere konuşma yasağı’ içerikli tasarıyı meclisten geçirdi. Fakat protestolar ve ölümler bitmedi. Halen de devam ediyor.

Kulağa tanıdık gelen bir örnek sanki öyle değil mi?..

DÜNYA BELKİ DE ÇOK FARKLI OLACAKTI

Diğer örneğimiz; 2000 yılı ABD Başkanlık Seçimleri, Florida. Adaylar; Cumhuriyetçi Parti’den George W. Bush ve Demokrat Partiden Bill Clinton’ın halefi Al Gore. Bu seçim aynı zamanda –oldu bitticilerin aksine- sonucu en uzun sürede belirlenen bir seçim olarak tarihe geçmiş durumda. Çekişmenin tam olarak anlaşılabilmesi için, sistemden çok kısa bahsetmek gerekiyor: ABD’de başkan, 538 delegeden oluşan Seçim Kurulu tarafından belirleniyor. Bu delegeler ise şöyle belirleniyor; örneğin herhangi bir eyalette her iki partinin de 25’er kişiden oluşan delegeleri oluyor. Seçimler esnasında o eyalette en çok hangi parti oy alırsa o partinin delegeleri başkanı seçecek Seçim Kurulu’na gidiyor. İşte bu 2000 yılı seçimlerinde de, Florida eyaletinde her iki partinin oy oranı birbirine çok yakındı. Usulsüzlük iddiaları ortaya çıktı. Bu eyaletin sonucu başkanı da belirleyecekti. Zira Bush 255, Al Gore ise 246 delege çıkarmıştı. Florida’daki usulsüzlük itirazları üzerine oylar yeniden sayılmış ve Al Gore öne geçmişti. Sonra oylar tekrar sayılmış ve bu kez Bush öne geçmişti. Bu kez Al Gore sonucu Yüksek Mahkemeye taşıdı. Dokuz üyenin beşi kazananın Bush olduğu yönünde görüş bildirdi. Oyların son durumu ise şöyleydi; Bush 2 milyon 912 bin 790 oy, Al Gore ise 2 milyon 912 bin 253 oy almıştı. Yani, Al Gore 537 oy daha alsaydı, 2000 yılında Amerika Başkanı olacaktı ve belki de Irak’ta binlerce insan ölmeyecekti.

Al Gore seçim sonuçlarını asil bir gerekçeyle, “Biz gerçek sonucun ne olduğunu biliyoruz ama Amerikan halkının Amerikan demokrasisine ve seçimlerine inancının zayıflamaması için burada kesiyor ve sonucu kabul ediyoruz. Bush bizim yeni başkanımızdır” diyerek kabullendi. Fakat bu cümleleri sarf edebilmek için son noktaya kadar mücadele etti.

16 NİSAN: KIYAS KABUL ETMEYECEK KADAR KÖTÜ

Bizdeki durum ise, mücadele konusunda kıyas dahi kabul etmiyor. Esasında Venezuela’dan bile kötü bir performans sergilediğimiz söylenebilir. Referandumun iptali için planlı ve kitlesel bir çağrı bir yana, sonuçların AİHM’e götürülmesi dahi günlerce tartışıldı. Halbuki o başvuru taslağının muhalif partilerin hukukçuları tarafından 16 Nisan akşamı hazırlanmaya başlanması gerekirdi. AİHM’in ülkelerdeki referanduma müdahale edemeyeceği ve ortada bu yönde bir emsal karar olmaması, üşengeç ve çekingen mücadele ruhuna iyi bir kılıf ise de, bazen hukuki girişimde bulunmanın dahi kendi başına bir eylem biçimi olduğu es geçildi. Oysa ki Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1 No’lu Protokolün 3’üncü maddesinin geniş yorumlanabileceği üzerinden yoğun bir söylem oluşturulabilirdi. Ve iyice kulak verilseydi, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Jagland’ın “Ancak Türk Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) manipülasyon iddialarına rağmen referandumu iptal etmeme kararına karşı AİHM’e başvurulması düşünülebilir” dediği duyulacaktı.

Fakat hepimiz biliyoruz ki, hukuki mücadele bu işin sadece bir kısmı, asla tamamı değil. Neticede, iyi politika, ustaca ve mümkünse evvelce hesaplanmış hızlı reaksiyonlardan ibaret. Toplumların gerilimlerini iyi yönetenlerin kazandığı ise tarihle sabit. Keza, yine yukarıdaki örneklerde olduğu gibi yönetime gelmek veya yönetimde kalmak için şaibeli yollara başvuranların, acı şekilde o yollardan geri döndüğü de kerelerce görüldü tarihte. Çünkü bu diyalektiğin ta kendisi. Toplumların ilerleyişinin pek de hoş olmayan gereği. Yönetimler akıllı politikalar üretmedikçe, iş başa düşmüş her defasında. Zor olmuş fakat bir şekilde olmuş güzel şeyler.

Ne de olsa bu ülkede Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana geçen süre, tarihin pek küçük bir dilimi. Bugünler de tarihe not düşülecektir elbet. Adı iyi anılmayacaklar bilhassa düşünsün bu kısmı. Biz, hepimiz, teker teker bugünümüze sahip çıkmakla yükümlüyüz. Kendimiz için değilse bile, en azından haksızlıkla, şaibeyle mücadele kültürünü çocuklarımıza miras bırakabilmek için. Güneşli günlerin daha hızlı gelebilmesi için..


Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.