Sıradan faşizmin şarkıları
Her zaman haklı bir ton; herkes aptal, herkes pis, bir ben güzelim.
1990’ların başında kurulan Grup Vitamin mortladıktan uzun süre sonra 2015’te hortlayınca bir şeyler yazayım diye düşündüm. Hele 90’ları dondurma yalayarak geçirmiş pek çok yaşıtımın övgülerini görünce yazmak şart oldu. Ama her zaman daha önemli konular vardı, kaldı öyle.
Emrah Anul, Selçuk Aksoy, Sertaç Demirtaş, İzel, Gökhan Semiz, Ercan Saatçi, Murat Uzunal ve Ufuk Yıldırım gibi büyük mütefekkirlerce kurulan grup, büyük bir ilgiyle karşılanmıştı. Sonra ikiye üçe bölünüp “öz vitamin-has vitamin” tartışmaları oldu. Matah bir şeymiş gibi miras işlemleri bitmek bilmedi.
Özü, hası, sahtesi ile Vitamin, sitelerde büyüyen bazı çocuklar için efsane bir gruptu gerçekten de. Hiçbir şey olmadan da herkesten üstün olduklarını hissediyorlardı bu grubu dinlerken. Her iki yandan zamanla yediye kadar çıkan pileli pantolonları ve çift kaset setleri ile ara sıra balkona çıkarak etraflarındaki pis kondulara bakıyorlardı. İşte onlara bu kof özgüveni veren grup dönmüştü sonunda. Bunu gazete köşelerinde, parlak kâğıtlı dergilerde bir güzel kutladılar. Ancak benim gördüğüm kanlı canlı bir efsane değil, bir zombiydi. Sosyoloji değişmişti, ezilenler kendilerine karşı bir kimlikle de olsa merkeze yerleşmişlerdi, aşağılanan Kürtler onurlarını efendiden söke söke almışlardı. O günler geçmişti.
Bugün için iyice bayağı olan görüntülerle bir klip yapmışlardı bir de. Malum “İsmail” şarkısının yeni sürümüydü bu, “İsmail 2”ydi. Pazar tezgâhındaki fasulyelerin üstüne yatırılmış bikinili bir kadın, yan tezgâhta üç dört sutyen giyinmiş sakallı biri ile kafasına kadın donu geçirmiş başka biri. Hem komik hem yaratıcı!
90’larda ima ettikleri şey şu idi: Yoksullar ve ezilenler pistirler, çıplak bir baldır görünce kendilerinden geçerler, ama biz eşeyli üreriz. Sanki “ötekiler” eşeysiz ürüyor! Oysa midemizi kaldıran porno CD’leri bunların kitlesinin evlerinde gördük ilkin.
Artık kerli ferli olan bu adamlar dönüp özür dileyecekleri yerde kaybettikleri şöhreti taşra pavyonlarında anan düşkünler gibi röportaj verdiler bir de. Grup Vitamin hortlamıştı da "müzik"teki nefret söyleminin öncüsü olduğunu hatırlayan ya da yazan kimse olmamıştı. Özetle, basittiler. Yılmaz Özdil’in müzisyen versiyonunu düşünün: Her zaman haklı bir ton; herkes aptal, herkes pis, bir ben güzelim!
Belli bir fikirleri yoktu, yabancı "hit"lerden araklanan ritmler üzerine okunan, yoksullar, taşralılar ve "amele" olarak kodlanmış Kürtleri aşağılamayı esas alan "şarkılar"dı bunlar. Buna göre bir "disko"dayızdır. Amele bir Kürt içeri girmiştir. Cinsel açlık çeken biridir. Kasıklarını karıştırıp durur. Kaba, pis, çirkin olanı "Kürt"te kodlayan bir algı. Birkaç kişi bir araya gelip dövemedikleri Kürdü bu sözlerle döven ergen yiğitliği işte.
Alt sınıfların, arka mahalle gençlerinin giyim, duygu ve beğenileri alaya alınırdı. Efsane grubun müziğine osurma, geğirme, tükürme, tıksırma, aksırma, sümkürme sesleri eşlik ederdi. "Ayı, kıro, değdir, sürt, maganda, dağdan geldim, 'İstanbul başkent magandaya özgürlük', dallama" gibi laflarla dolu bir gürültü. “Türkçe konuş, anlamıyorum, çok gücüme gidiyor” şeklindeki sözleri şiveli birine söyleten sosyoloji. Sonra herkes aslında şiveli olduğunu anladığında bu şarkılar tüketileli epey zaman olmuştu.
“Sürtündürt”, “Dokundur”, “Seyfettin Abi”, “Yakışır mı Sana”, “Tarraklara Gelmişiz”, “Ebabil Bir Kuştur” gibi süprüntüler, 90'lı yıllarda Mertler, Berkeler, Tuğçeler, Korkutlar için steril dünyalarının kıyısına gelen yabanîleri anlatıyor olabilir. Ama gerçekte aşağılık bir şehirli züppeliği, pespaye bir ırkçılığın kusmukları olarak adlandırılmaları gerekir.
Yalnızca bunlar mı? 12 Eylül'den çıkmış toplumun yasını tutan şarkılara da dadandılar, onlardan da altyapı araklayıp üzerine apolitik gençlik beğenisi döşediler. “Şafak Türküsü”nün Vitamin “yorumu” mesela. Ahmet Kaya’nın Nevzat Çelik’ten okuduğu şiirde geçen “Beni burada arama anne” dizesinde kastedilen hapishaneydi elbette. Şiirdeki anlatıcı idama götürülüyordu, onu hapishane kapılarında soran annesinin bir daha oralara gelmesine gerek kalmamıştı. Darbeden sonra annelerin yaşadıkları korkunç zulmün geldiği noktaydı bu. Ancak Vitamin bu dizeleri şöyle kısaltmıştı: “Beni burada arama, burası kerhane anne!” Bu kerhaneci vurgu, çeyrek asır sonra dönünce, 90’larda çıkarılmış pis bir elbiseye benzedi. Bu yüzden dinleyen değil, ama öven çok oldu.
Seçkinlerin -Mahmut Temizyürek’in deyimiyle, “bilinçaltına kaçırdıkları” fantezilerini yoksullara, kimliksizlere atfederek arınmaları diyebiliriz efsaneye. Bir zahmet bir daha tarihin çöp sepetinden çıkıp hortlamasın ama. Zaten zombi olarak dönebildi, çünkü onu yendik.
Yanlışınız var, efsane şöyle olacaktı, düzeltiniz: Simge sahnede dayısının “Arka Mahalle” şarkısını okuyor; seyirci ayakta, Grup Vitamin’in yasal varisi Ercan Saatçi mosmor. Sosyoloji de budur, müzik de, sınıfsal ve ulusal intikam da!
BİR GÜN
Konak Belediyesinin düzenlediği bir şiir etkinliği için İzmir’deydik. Geç saatte otele döndük. Ataol Behramoğlu profesörlüğünü yeni almıştı, onu da kutlamıştık. Birlikte asansöre bindik. “Hayret” dedi birden, “profesör olduğumu nasıl öğrenmişler?” Hiçbirimiz bir şey anlamadık. Eşi ne demek istediğini sordu. Behramoğlu, asansördeki aparatı göstererek “baksana, Prof yazmışlar buraya” dedi eşine. Eşi aynı yere baktı, sonra dönüp şöyle dedi: “Orada Prof değil, Roof yazıyor Ataol!”