Münferit diye bir şey yoktur
Kuşkusuz dünyanın birçok yerinde bir facia yaşandığında, yöneticilerin kadere değilse de olayın münferitliğine vurgu yaparak sorumluluktan sıyrılma çabalarına tanık olunabilir. Türkiye’de ise, İslam coğrafyasında yer alan ülkelerin muhtemelen çoğunda olduğu gibi, kadere yapılan vurgu öne geçer.
İster maden kazası ister mutfak kazası sonucunda yaşanmış olsun, birçok facianın karakteri o facianın meydana geldiği coğrafyayla içsel bir ilişkiye sahip oluyor çoğu kez. Kaza sanılan şey gerçekte kazara olmuyor. Kaza süsündeki bir ihmal, bir göz yumma, malzeme çalma, gözdağı verme ya da kazaya sebebiyet verenlerin elini olay öncesinde alenen serbest bırakma sonucunda gerçekleşiyor. Birçok bakımdan bir cinayet niteliğinde oluyor kısacası.
Bu nedenle kazalar kader filan değil. Fakat maalesef, İbn Haldun’un şu sıralar çokça hatırlanan ve hatırlatılan sözleriyle ifade edersek, “coğrafya kaderdir”. Deprem gibi doğal afetlerin can yakıcı sonuçları bile çoğu kez coğrafyanın fiziğiyle değil kaderiyle ilişkili. Yaşananları tanımlama ve açıklama iktidarını elinde bulunduranların aymazlık ve acımasızlıkla gözden silmeye çalıştığı şey tam da bu işte; facianın o coğrafyanın çukurlarıyla, geçit vermez yükseltileriyle ve çıkmazlarıyla ilişkili olma ihtimali.
Kuşkusuz dünyanın birçok yerinde bir facia yaşandığında, yöneticilerin kadere değilse de olayın münferitliğine vurgu yaparak sorumluluktan sıyrılma çabalarına tanık olunabilir. Türkiye’de ise, İslam coğrafyasında yer alan ülkelerin muhtemelen çoğunda olduğu gibi, kadere yapılan vurgu öne geçer. Başa gelen ne varsa kaderdir. Coğrafyanın kaderinden, coğrafya koparıp atılır. Bilcümle mahlukat kaderiyle baş başa kalır... Ancak münferitlik iddiası da tümüyle terk edilmiş değildir.
Olayın yükünü öncelikle kadere taşıttıktan sonra, münferit, yani tek ve kendi başına, diğer bir deyişle benzersiz ya da tekrar etmeyen bir olay olduğunun da altını çizmenin bir sakıncası yoktur artık. Kader ne münferitlikle ne de ferdilikle çelişir çünkü. Herkesin kendine mahsus bir yazgısı vardır nihayetinde. Bu akıl yürütme karşısında, “Allah her ferdi münferitten esirgesin” demekten başka elden ne gelir?
Oysa “münferit” diye bir şey yoktur. Münferit coğrafidir, kültüreldir, yereldir ve yine bir kader varsa o kader de o coğrafyanın kaderidir.
MÜNFERİT OLAN BÜTÜNÜYLE POLİTİKTİR
Silopi’de, küçük bir Avrupa kenti kadar küçük olan Silopi’de, geçtiğimiz günlerde yaşanan iç parçalayıcı hadiseye baktığınızda anlarsınız münferit diye bir şeyin olmadığını. Furkan ve Muhammet adlı zeytin gözlü iki küçük Kürt çocuğunu “panzer uykuda yakalar”. Bazılarımızı –herkesi değil kesinlikle- bu ülkeye, bu ülkenin adaletine, vicdanına, duygu dünyasına bağlayan bir bağ daha kopar o zaman ve koptuğuyla kalır. Ne ölümün bu biçimine ne de “Panzer Uykuda Yakaladı!” diyen haber başlığının çirkinliğine şaşırılmaz bile.
Öyle bir şeydir ki bu yaşanan, ne daha önce orada ne de büyük ihtimalle dünyanın başka bir parçasında yaşanmıştır. Münferit demeniz için her şey yerli yerindedir; eksiksizdir. Ama işte o münferit de sadece o şehrin o koşullarında meydana gelebilir. Bu kaderse eğer, dar sokaklarında panzer dolaşan coğrafyalarda yaşanabilecek bir kaderdir ancak. Avrupa’daki küçük bir sınır kasabasında değil. Hiç bir yerde yaşanmasın da zaten...
Ali Duran Topuz, Berrin Sönmez, Reyya Advan ve İrfan Aktan Gazete Duvar’da Furkan ve Muhammet’in trajik ölümlerine dair yazılması gerekenleri yazdı ve sorulması gerekenleri sordu. Başka mecralarda da yazıldı bu çok üzücü olay hakkında. Ben münferit diye bir şey olmadığını eklemek istedim sadece.
Bu olayların anlamı üzerine duygu dünyalarındaki etkilerini aşan bir biçimde düşünmek, konuşmak ve sorgulamak gerekiyor. Zira toplumun büyük bir kesiminin ve tabii ki yaygın medyanın bu tür olaylar üzerine konuşmaktan imtina etmesi de gerçekten münferit olması gereken bu faciaların karşımıza mütemadiyen başka başka biçimlerde çıkmasına hizmet ediyor.
Suskunluk coğrafyanın kaderini pekiştiriyor. Böylece, Adana’daki yurtta yangın merdiveninin kilitli kapısında çığlık çığlığa yardım isterken ölen küçücük kızlar da, kendi evinde aile üyelerinin gözü önünde katledilen Dilek Doğan da, kartopu oynarken ve hatta sadece neşeli gülüşler içinde kartopu oynuyor diye mahalle esnafından biri tarafından kalbinden bıçaklanan gazeteci Nuh Köklü de kadere atfedilen “münferit” kazalar ya da şiddet olayları sonucunda hayattan koparılıyor.
“Münferit” diyorlar, “hadise” diyorlar, hatta ve hatta bazı şiddet olaylarına “hassasiyet” diyorlar. Toplumun o günlerdeki, bugünlerdeki, şu günlerdeki bitmek bilmeyen ama bitirip yok eden hassasiyeti...
Hiçbirine kimse şaşırmıyor bile. Oysa münferit olanın temel bir niteliği de şaşırtıcı olmasıdır, değil mi?
Bunların her biri münferit olamayacak kadar “adaletsiz” olaylardır üstelik. Kederle, öfkeyle, utançla ya da zamanla düzeltilemeyecek bir adaletsizlik...