NASA' da bir annemiz!
Bizden bir annemizin, NASA' da veya uzay mekiğinde olmasını canı gönülden isterdik ama bazı yapısal ve teknik sorunlar vardı. Bizimkiler, bineceği uzay mekiğinin renginden başlayabilirdi söylenmeye.
Geçtiğimiz 23 Nisan'da çocuklarımıza koltuk sevdası aşılamaktan geri durmadık. Bayram sevinciyle, koltuğa oturmayı, eş zamanlı 'uyaran'lar biçiminde vererek, Pavlov'un klasik şartlanmasına yeni bir boyut getirdik.
İleriki zamanlarda, her koltuğa oturduğunda bayram sevinci yaşayacak makam sahibinin emri altındakilerin, amirlerinin hiç bitmeyen sevincine ne anlam vereceği belli değil. Ama hayranlık duyacakları kesin:
“Adam boşuna yönetici olmamış arkadaş! Baksana, bizim yaşama sevincimiz kalmamış, bunun her günü bayram!”
Azim ve kararlılıkla, çocuklar bulundu ve koltuklara oturtuldu. Hiçbir bürokratımız da konumundan endişe etmedi, ‘içlerindeki çocuğun’ rakipsizliğinden şüpheye düşmedi.
Oysa aynı 23 Nisan'ın gecesi bir başka koltuğun sahibi değişiyordu. 57 yaşındaki kadın gibi kadın, kimyager Peggy Whitson, uzayda toplamda 543 gün 2 saat 49 dakika vakit geçirerek Jeff Williams’ın rekorunu darmadağın etti. Üstelik yer çekimsiz ortamda!
Turuncu saçlı Trump bile dünyayı ateşe vermeye ara verip telefonla bağlandı ve Peggy'i tebrik etti. Dünya ahalisi de söz konusu sohbeti, gayrimenkul ruhuna yabancı olmayan Başkan'ın:
“Ey NASA! Tez beri yaşamaya elverişli başka bir yer bulun, diğer türlü ben burayı baş etmek üzereyim!” mesajı olarak yorumladılar.
Bizden bir annemizin, NASA' da veya uzay mekiğinde olmasını canı gönülden isterdik ama bazı yapısal ve teknik sorunlar vardı.
Bizimkiler, bineceği uzay mekiğinin renginden başlayabilirdi söylenmeye:
“Bunun ahşap desenlisi yok muydu?” diye konuya dahil olur:
“Ay, benim içim daralır uzayda! Hayır, ne varsa, her taraf siyah siyah, o ne öyle!” diyerek, uzay araştırmaları yapan insanların içini kaçırabilirdi. NASA personeli de:
“Tam Mars'ta hayat bulacaaz, içimden bir ses, herkes kendini kurtarır yavrum, sen ortada kalırsın, diyor... Lanet gele beyle işe de, atom fiziğine de!...” diyerek daha cazip ve 'geçerli' bir mesleğe yönelebilirdi.
Bir kısım annelerimiz de, mekiğin mutfağını küçük bulup binmekten vazgeçebilirlerdi: “Uzaymış!... Ben olmuşum uzay anacıım!..”
Bir diğer annemiz ise, önce etrafı şöyle bir süzüp;
Uzay mekiğini ne zaman dip bucak çamaşır suyuyla yıkayacağını...
Kaptana ne renk süveter öreceğini...
Nerelerde biber, patlıcan kurutup asacağını...
Hangi deliğe poşet tıkıp saklayacağını...
Astronot başlıklarına nasıl çiçek ekeceğini...
Hangi kapı arkasına ya da boşluğa tepsi, sini, oklava, ütü masası koyacağını...
Hangi cihazların üzerini dantelle donatacağını gözüne kestirebilirdi...
“Buraya kadın eli şart!... Böyle boş olmaz her taraf!”...
Bir diğer annemiz ise, tüm kapı girişlerine paspas serip, mürettebata terlik verebilirdi:
“Hasta olurlar ayol!... Çocukları olmaz mazallah!... Uzay çeker!... Eltimin oğlunu kara delik çektiydi, tabii, çocuk yok!...”
Dünyalar kadar sevdiğimiz annelerimizin günü kutlu olsun!
Konuyla ilgili video: